26 Şubat 2014 Çarşamba

en azından eğlenelim

bana bir gevşeme geldi. iyi de oldu. evet herşey yıllardır nasıl oluyorduysa öyle olmaya devam ediyordu ve ekpyrosis bir hakikatti. tabii ki geri sara sara çekilecektik ve olan biteni bu gözle seyretmek pek ferahtı. insana evet gülme gelip duruyordu, geçmişte ölesiye derdedilen konularla bilmemkaçıncı kere karşılaşıldığında.. hayatta bir kere yaşanan her vaka ondan sonra tekrar tekrar insanın karşısına çıkıp durmaya devam ediyordu ve ilkinde trajedi, ikincisinde trajedi, üçüncüsünde ilginç, dördüncüsünde anlaşılır, beşincisinde kahırlı, altıncısında düzünden gevşek ve gülünç oluyordu. farsa hemen varılmıyordu ama gülme er ya da geç geliyordu. 5 yıl önce yapılmış kadük çalışmalar yeniden yazılıyor ve bir şekilde makul biçimde savunulabiliyordu, insan kendisi bile inanıyordu bu yaptıklarına.. geri kalan tüm çalışmalar, tüm çatışmalar, tüm kırgınlıklar, tüm iç sıkıntıları, hepsi olup bitecekti, kurumlar bir kasılıp yeniden gevşeyecekti, yine kokular çıkacaktı ve yeni bir şey de olmayacaktı, olup bitmeyi adet edinenler bir daha olup bitecekti. insanı güldüren ise kendini olup bitenin dışında kurgulamanın gevşekliğiydi. ya da anlık bir gevşeklik yüzünden kendini olup bitenin dışında buluvermek. personalar bu yüzden yeniden işe koşulmalıydı. reveranslarla çekilir ve arka kapıdan çıkar. ekpyrosis.

20 Şubat 2014 Perşembe

ne iç sıkıntısıymış

tüm bu feryat figanın ardından--ve esasında tam da bu yüzleşmeler sayesinde--4 yıl önce yapılmış bir çalışmanın iki yıl önce teslim edilmiş makalesinin yeni gelebilen review'unda hakem tarafından istenen düzeltmeleri yapmaya oturabildim. zira bu blürlü ve güzel istanbul akşamında, aslında o çalışmada anlamlı ne vardıysa ve eksikler ne idiyse, şimdi 2 [4] yıl sonra üzerinden tekrar geçip, bunları daha doğru biçimde ve samimiyetle yeniden yazıp tartışabileceğime kendimi ikna ettim. evet metin akademik ve kuru olacaktı, evet çalışmanın sınırları belliydi (ve hakemin eleştirilerinden ziyade kendi eleştirilerim içimi sıkıyordu, sonuçta hakem çalışmayı tam olarak da anlamamıştı ve kendi çalışma alanı içinden değerlendirmişti (çünkü iyi kurgulayamamıştım (çünkü konuya bakışım olgunlaşmamıştı))) ama bugün ortada ne vardıysa açıklıkla ifade edebilirdim. öyle ya da böyle yapılacaktı bu... o zaman olabildiğince içe sinecek bir yola gireyim dedim (ve zaten belki elinin ucuyla iş yapmak daha zormuştur?) tabii ki makalenin amacı ve içeriği yeniden tarifleniyor, abstract'lar, introduction'lar, review'lar, conclusion'lar baştan sona değişiyor. bikaç bin kelimelik ifade gereksiz, bulanık, dayanaksız, ya da ham oldukları için siliniyor, vd., sorun değil. taslağı yazıldıktan sonra gerisi kolay iş.

ama iyi geldi. oturup çalışabilmek.. hafifledim. sis evime kadar gelmiş durumda. terasa çıkıp sisin içinde duruyorum..

18 Şubat 2014 Salı

o yüzden de herkes kendi yerine

[yine uzun uzun yazıldıktan sonra neredeyse tümüyle sansür edilen bir metnin ardından geriye kalan yumuşatılmış bir versiyonu buraya yerleştiriyorum. kimse kusura bakmasın, anca bu kadar sansürleniyor]

daha önce bu bloga ara verdiğim oldu. sonra kaçınılmaz olarak yeniden yazmaya başladım. çünkü akademinin içinde kalmaya devam ediyordum ve yaşadıklarımı yazmak karşı koyamadığım bir zorunluluktu. ve bunların en azından bir kısmı yazılmaya değer şeylerdi. şimdi bir yön değişimi arıyorum, çünkü fena halde bunalmış durumdayım... 5 ay kadar önce kendi önüme açtığım bwo projesinde düzen-dağılma eşiğine eriştiğime inanıyorum bir süredir... geçen yıllarda bu blogun yayılma alanı dahilinde tasarım kuramları, hesaplamalı tasarım, tasarımda yapay zeka ve bunların yanında akademide kurumsal işleyişler,doktora öğrenciliğinin saçmasapan yanları ve mimarlık eğitimciliğinin gündelik sorunları gibi konularda yazmaya çalışıyordum. ya da bunlarla ilgili yazmak zorunda kalıyordum. burda hepsinin çok da hakkını veremedim doğru. (doktoramda hepsi var, bi bitsin, şeyedicem.) şimdi dönüp dolaşıp 2009 dolaylarına, yani bu blogu ilk açtığım zamanlardaki gündemime dönmüşüm gibi görünüyor. evet benzer bir gündeme döndüm ve bu son derece yorucu... doğru, o zamanki gündemimizle ve dertlerimizle bugünküler arasında önemli farklar yok. ancak, bugün daha çok cevabım var. dolayısıyla büyük bir yorgunluk ve yılgınlık da mevcut... o zaman sorguladığım konularla ilgili olarak vardığım yanıtlar da tüm bu sorunların alanın doğasına içkin olduğunu gösteriyor. bir bakışla, sorulara yanıt bulmak iyidir ama bulunan yanıtlar pek de keyifli değil. ve evet, idealler gerçekten iyi eylem kuralları vermiyorlar. ve evet, hocalarımız bizlere yol göstermeden önce konuları derinlemesine incelemiş değillerdi; çoğunlukla boş umutlar ve havada yüzen fikirler sunuyorlardı. eleştirdikleri her ne idiyise, ne onu iyicene anlamışlardı, ne de bize miras bıraktıkları yeniyi gerçekten denemişlerdi...

birbiri ardına yumuşakça yığılan yorganlar gibi, bu hususların onlarcası üzerime teker teker çökmüş. hiçbiri büyük bir darbe vurmadıysa da sonuçta artık üzerime yığılan yumuşak yükün altında kolumu bile kaldıramaz haldeyim. gündelik işimin gereğini bile hakkıyla yerine getiremiyorum. araştırmacı şahsiyetim için uzun zamandır akademik bitiyor. aslında başladığı günden beri uzatmaları, formaliteleri ve bürokratik işlemleri kovalıyorum. şimdi de yazamamakta olduğum makaleleri bir tür izin ya da istifa formu gibi düşünüyorum. en nihayetinde tüm bu dalgalanmadan geriye kalacak olanla ilgili kehanetim ise şu: tasarım kuramları ve hesaplamalı tasarımın ittire-kaktıra-kuramsılaşabilmiş-üç-beş-metninin bileşkesinde kalan alanı yeterince taradım. esasında bu alan çok heyecanlıydı.. zira işleyişlerle ilgiliydi.. evet bu çok öğretici bir süreçti ama... tabii ki bu alandaki önemli gelişmeleri de takip etmeye devam edeceğim ama.. ama o şimdilik bitti. belki tekrar mimarlık kuramı alanına döneceğim. belki... ama ondan da önce bana heyecan veren konularla bir süre uğraşmam lazım. dahası, biraz gerçekten yazmak zorundayım. ama onun yerine makale yazmak durumunda kalmışım. akademik yazmakla yazmak aynı şey değil. kapsamlı bir yabancılaşma içindeyim. kolumu kaldıramıyorsam bunun sebebi var. akademik yazmak bir üretim bandının kenarında durup, belirli bir vidayı önüne geldikçe teşhis edip tekrar tekrar sıkmak kadar öznellikten uzak ve sıkıcı bir iş (bkz. metropolis). sen bir kelimecik ilginç, farklı, gülünç, tuhaf, yahu (yahut değil yahu) bir tek kelimecik yeni, keyfî, sana has tat katmaya çalış, akademinin döpiyesli ve kıravatlı hakemleri üzerlerine bir yorgan gibi yığılmış eleştiriyi senin üzerine aktarma fırsatını yakalamanın ferahlığıyla "orayı törpüle de öyle yayınlayalım" diyerek yüklerini sana yığıveriyorlar. [sansür.] at ile eşeğin öyküsü... eşeğin de derdini anlıyorum ama bi bırakın ben de kafama göre koşturacağım çayırlarda. herkes kendi yeteneğine göre değil mi efenim? doğrusu şu: akademi eşeğin sanatı, eşeğin saltanatıdır. herşeyden önce bu sebeple eşeğin gözleri bu kadar övülmüştür. eşeğin en büyük zanaati olan akademik ifade ortaktır. araştırmacının malı değildir. oysaki gözleri ne kadar iri olursa olsun, ne kadar çok kişiyi hızlıca kapsıyor olursa olsun ortak metin çirkindir. çirkin metin sıkıcıdır... sıkıcı metin üstüste yığılmış yorganlarla açıklanırmış gibi oldu ama o da doğru değil. bazen öyle açıklanır, bazen sadece ortalama ve renksiz olma zorunluluğuyla. ve ortalama ve renksiz olmak bir zorunluluktur. akademide... gerçekten. söyleyince inandırıcı değil. yaşanınca anlaşılıyor. bu işin kuralı bu diyorum. suçlama değil. sebebi var. akademinin tüm çirkinlikleri akademinin kuralları. bunları akademiden söküp atamazsın.

9 Şubat 2014 Pazar

simetri

kimseye çok da önemli gelmeyen konulara odaklanmaktan gocunmamışızdır, ya da pek çok kişiye mühim görünen pek çok arayış benbize zerre ilginç gelmemiştir. bunun bir aklî yönü vardır bir de hissî yönü. akıl zaten olup biten her şeyi büyük bir anlamsızlığa gömüp bir kenara bırakmıştır. sonuçta, yaşam saçmadan başka türlü yaşanamaz, zira ruh her an devreye girecektir. olup bitenler ve bunların ruhtaki karşılıkları bünyeyi aşağı yukarı çekiştirecektir (ve akıl şaşkın bir seyircidir). bunu böyle kabul ediyoruz. bu durum yaşamda kendini bazen kendine-sabotaj olarak, bazen de önem verilen ve verilmeyen hususlar haritasının geri kalan herkese biraz saçma gelecek ölçüde çoğunluktan farklılaşması üzerinden ifade eder. bunlar böyle olmakla beraber, yine de saçmalığın yoğunluğu bir yerde ruhta bir tepki yaratmaya başladığında, bünye daha makul bir saçmalık yörüngesine geçebilmek için hareketleniyor. tabii herkesin kaldırabildiği saçmalık düzeyi farklı olmalı. hayat kurguları bütüncül olduğu için sadece günü kurtaracak hamlelerle saçmalık yörüngenizi gerçekten değiştiremezsiniz. diyorum ya, bu araştırmacılık iyi güzel ama çevresi kötü. eğitimcilik de ilginç (ve doyurucu bir yanı var) ama hayatın merkezine alınması tuhaf oluyor. ordan beslenmek doğru değil. orayı beslemek lazım daha ziyade. evet buralarda dolandığın sürece işleri yürütme tarzını ve arayışlarını bir tür aktivizm gibi ele alma isteği de kaçınılmaz ama işlerin ve kurumların doğası ve üstlenilen rollerin ölçeği sebebiyle saçmalık yoğunluğu bazen kaldırılamaz hale geliyor. ve yani, akademiği hobi olarak yapmalı insan. iş olarak değil. işlerimi bitireceğim. doktorayı noktalayacağım. makalelerimi yayınlayacağım. ve akademik bitince en "hakiki" işime döneceğim. burdaki saçmalığı da olduğu gibi kabul etmekten başka şey elden gelmez. sonuçta saçmalığın en yoğun işlendiği felsefelerde ortaya çıkmıştır otantiklik kavramı.

bilindiği gibi büyük yıl bitip dünya yanıp yokolduğunda, evren yeniden ve tersten yaşanırken, her şey aynı şekilde tezahür etmeyecektir. çünkü mesela çıkış ve iniş simetrik olsa da anlamları çok farklıdır bunların. üç aşağı beş yukarı aynı şeyler yaşanmaya devam edilecektir ama bozulan simetri her şeyin rengini değiştirir.