23 Ocak 2013 Çarşamba

erörler haritası

1. sentax hataları, 2. kod'daki erörler, 2a. bug'lar, 3. donanım sorunları, 4. program hataları, 5. hatalı çözümler, 6. hatalı yaklaşımlar, 7. iş görmeme... sentax hataları derhal bulunur ve düzeltilir. kod'daki erör'ler kendilerini derhal gösterir ama sorunlar tüm diğer kademelerdeki hatalardan da kaynaklanıyor olabilir. yine de görünür oldukları için biraz sabır ile çözülürler. bug'lar aynı türden erör'lerdir ama daha seyrek ortaya çıkarlar, bulunmaları, tekrar edilmeleri, çözülmeleri daha zordur. donanım sorunları can yakar ama sorunu tespit ederseniz donanım değiştirir ya da hafıza meselelerini dikkate alır çözersiniz. program hataları bug'lara benzer ama ufak bir hatadan ziyade önemli bir konunun eksik ya da yanlış düşünülmesinden kaynaklanmıştır, işleyişte ortaya çıkar; program çalışır ama sorunlu olduğu açıktır. hatalı çözümler düzgün çalışır görünen progamın belirli işlemleri yanlış yapmasına sebep olurlar, herşey doğru gibidir ama problem yanlış çözülmüştür, sonuçlar hatalıdır; tehlikeli bir hata sınıfıdır, testler en çok bunlar için lazımdır. hatalı yaklaşımlar daha geniş bir anlamda, işe girişirken, işi tanımlarken, görevleri tariflerken yapılan hatalardır. programcıdan çok araştırmacının derdidir bunlar ve iş görmeme bu alt kademelerdeki erörlerden ziyade üretilen programın istenen işi beklendiği gibi yapmaması durumudur ki program yeterince karmaşıksa işleyişi de önceden kestirmek mümkün olmadığı için bu tip sorunlar da en baştan hesaba katılmalıdır. bunlar için testler değil denemeler ya da deneyler yapılır. program bir prototip olarak görülür. en baştan çalışan en basit prototip ile başlanarak program eklemeler ve yeni versiyonlar üzerinden geliştirilir.

kolay çalışmıyor yani. düğmesine basana kadar geçen süreç zorlu ve çok kademeli ve bol anaforlu bir deneme-erör-hata arama-düzeltme topografyası yığıyor. projeyi fikri olarak geliştrimek heyecanlı bir serüven hali, kodlama kısmı çok sürükleyici bir problem çözme hali, hataları ayıklamak, pogramı çalıştırmak ve testleri yürütmek bir acı, bir karın ağrısı, bir sıkıntı hali, sonra denemelere girişmek ise serüvene dönüş. sadece gerginlik dozu yükseliyor.

14 Ocak 2013 Pazartesi

akademik değerlendirme

bir önceki girdimin son alıntısını yeniden alıntılıyorum:

''' "... to resist this academic meritocracy in a dignified manner; to speak up with arguments and
reasons; to advocate slow research; to fight this unilateral, counterproductive and
unfair academic evaluation system." '''


ilk üç öneri insanın evinde kendi kendine deneyebileceği türden; tabii kendi davranışlarını ve yöntemlerini organize etmek ve kendi yakın çevresinle motivasyonlarını paylaşmak anlamında:

> to resist this academic meritocracy in a dignified manner; 
> to speak up with arguments and reasons; 
> to advocate slow research;"

ama devamı öyle değil... devamı kolektif bir alana müdahale etme girişimleri gerektiriyor. bu kolektif alan en sıkı ve entegre biçimde yapılandırılmış, en büyük miktarda kurala sahip sosyal mekanizmalar katmanlaşmasını yeniden üretegelen bir alan. akademik alanlar belirli bir katılaşma arzeden karmaşık mekanizmalar üretegeliyor. ama bir yerlerden başlamak lazım. misal bizim alanımızda, mimarlık ve tasarım akademyasında, bize giydirilen akademik yöntem, araştırma, yayın vedeğerlendirme mekanizmalarının alanımızı yeterince kapsamadığını, ifade etmediğini, ona tam olarak yakışmadığını, sakil durduğunu her adımda, an be an hissediyoruz. ve üretken yapılar, yani organizasyonel ve yöntemsel mekanizmalar, önemli olmakla beraber, bunları dönüştüren ve yeniden üreten esas olarak değerlendirme yapıları oluyor. neyin iyi olduğuna karar veren anlar. hep üretenin tarafından düşünemeyiz diyorum. bize her ne kadar henüz değerlendirme yeterliği bahşedilmese de bu alanlarda söz sahibi olmaya başlamadan getirdiğimiz ve yeni olan bir şey varsa onu kabul ettirmemiz de mümkün olmaz.

bu değerlendirme başlığı bence azami önemde. hatta bundan daha önemli hiç bir başlık olamaz. (belki de evrimsel hesaplamalarla uğraştığım için öyle düşünmeye başlamışımdır tabii. ama şu anda böyle düşünüyorum evet.) hatta daha ileri giderek, en azından -misal- benim uğraştığım ve esasında birbirinden fersahlarca uzaklaşıyor görünen tüm alanlar bu değerlendirme başlığı altında toplanabilir. değerlendirmeler karar anlarını besler. bu ikisi ama aynı değil. değerlendirmeler süreklidir. kararlar ise sınırsızca ertelenebilir ama yine de önemli anlar içerir. değerlendirme sürekliliklerinin anları karar sürekliliklerinin anları kadar önemli değildir. tekillikler olarak ayrışmaz. kararlar ertelenmekteyken problemler dönüşür ve karar durumları da beraberce dönüşebilir. karar anı ise seçenekler arasından ehven olanın seçildiği, seçenek yoksa seçeneğin üretildiği ve bu anlamda seçildiği bir andır. politik olanın tanımıdır bu. kolektif karar anı nasıl oluşur? bu ana kimler nasıl katılır? bunun yapıları nelerdir? katılım mefhumunun 'müdahale ettiği' an işte tam olarak budur. ve bu an akademik yayınların seçilmesinde de yaşanır, gelir getiren ya da prestij kazandıran ya da karar aralığını genişleten bir pozisyona atanmakta da yaşanır. politik olanın toplumsal olanın her noktasında ortaya çıkışı bundandır. karar alma anlarının kademe kademe bir haritalanması ile toplumun modellerinden biri üretilebilirdi belki. ama uygulamalı alanlar için de karar alma anı azami önemdedir. yapay zekada arama paradigmasının kritik anı üretken mekanizmalar değil seçim anıdır. ve değerlendirme mekanizmanız ne kadar gelişmişse o ölçüde anlamlı kararlar alır ve anlamlı bir arama süreci geliştirirsiniz. işte yapay zekanın mevcut başarısızlığının ve evrimsel hesaplamaların potansiyel ve sınırlamalarının en özlü açıklaması. fail insan olduğunda da durum değişmez. tasarım üretkenlikler kadar değerlendirmeler ve karar anlarını da katmanlı bir sürece entegre eder. üretkenlikler olasılıklar alanını genişletir, açar ve ama ancak değerlendirmelerle anlamlıdır bu alanı açmak ve orada kararlar alarak bir anlamda dolaşmak. bir paragrafta birbiriyle çok farklı katmanları (ölçekleri) aynı değerlendirme ve karar anı yapısıyla dolanmak mümkün oluyor. ve iş yapma tarzımız neye göre şekillenir? eğer kural 1 "kalabalığın dediği değil" ise bu neye yol açar?

bu soruları erteliyorum. konuya dönüyorum:

> to fight this unilateral, counterproductive and unfair academic evaluation system.

bizim alanımızda da, yani mimarlık ve tasarım akademyasında, bu sorunlar mevcut. kendine güvenmeyen, kendi disipliner alanını tariflemekte ürkek davranan bir akademik alandayız biz. akademik değerlendirme yapılarımız alanımız üzerinde sakil kalan ithal yaklaşımların bir üstüste yığılmasıya oluşmuş. ve herhalde, mesela bizim üniversitemizde, niyeyse, bizim akademik alanımıza baskı uygulamayı kendine iş edinmiş mühendislere ve kuramsal bilim insanlarına derdimizi anlatamayışımızın sebeplerinden biri de bu olmalı. (ama literatüre bakarsanız dünya çapında bir sorun bu -Lawson ve Dorst (Design Expertise) ördek gagalı platipus'a benzetiyor tasarım alanlarını. "platipus ne?" denirse, ornitorenk yani; daha açıklayıcı olduysa...) bu konuya eğilmek, konuyu detaylandırmak ve tüm vechelerini ortaya çıkartmak zaruridir.

10 Ocak 2013 Perşembe

akademik kıvamsızlık

inbox'uma bir makale* geldi, okudum, kendi alanındaki bir akademik derginin 10 yıldır editörlüğünü yürütmekte olan ve 30 yıllık akademik geçmişe sahip bir bey yazmış. akademik hayatın performans kriterleri, niceliksel ölçümler, bunları takip eden "publish and perish" ve ilgili kıvamsızlıklarla ilgili şöyle söylüyor:

"According to many colleagues, those who survive in this worldwide rat race are not
the intelligent ones, but the ‘‘smart’’ ones. Or the ‘‘fittest’’ ones to use Darwin’s
terminology, the ‘‘meritocrats’’ in Verhaeghe’s terminology: the ones that adapt
most easily to different circumstances, the ones who are able to sublimate their
cognitive dissonance and emotional friction, the ones who are not afraid to cut
corners here and there. What is nowadays called academic success has less to do with
research quality, epistemological contribution and service to the research community
than with other skills such as emotional and social intelligence, leadership, team
building, strategic insight, organization and management, networking, fund raising,
serendipity and public relations. All this is not necessarily negative, but we should be
aware that we are selecting different skills and qualities than we did a couple of
decades ago. Are we ready for the consequences of this choice?


These new meritocrats (can we still call them scholars?) play the game. But in
order to become completely successful, they had to take over power from traditional
scholars and send them to oblivion as totally unproductive. In order to be able to do
that, they needed an accomplice. They found associates in the administrators who
were initially hired to support academic staff in better reaching the university’s goals.
It was indeed a double power take-over in perfect collusion. As good old academic
freedom was a thorn in these administrators’ flesh, they gradually started with
procedures, rules and forms; a lot of red tape. Scholars are being turned into civil
servants, just executing rules, blinded by evaluation criteria.


Scholars – as a survival strategy – nowadays select their activities more and
more – and even their contacts – on the basis of the points they can earn for
appointment, tenure or promotion. In a way that seems like a caricature: they first
select a co-author, agree to publish, choose a journal, decide on a topic and
eventually carry out a research activity, if any. Their starting point and thrust is not
their passion for knowledge, their desire to design solutions, their urge for
epistemological contribution, or their commitment to the community."


ve sonra ekliyor:

"This leads us to what we could call the ‘‘epistemological paradox’’: an exaggerated or
exclusive focus on publications is not only counterproductive, it even leads to fewer
high-quality publications, less cutting-edge research and eventually it becomes fatal
for someone’s career as researcher. The more pressure, the less knowledge creation
and sharing."


blogdaki çeşitli şikayetnamelerimi bu hususta önden alınmış notlar olarak değerlendirdiğimden yeni bir not eklemeyeceğim. bu böyle. aynen böyle. ve öneriler de şunlar:

"... to resist this academic meritocracy in a dignified manner; to speak up with arguments and
reasons; to advocate slow research; to fight this unilateral, counterproductive and
unfair academic evaluation system."




*Jozef Colpaert (2012): The “Publish and Perish” syndrome, Computer Assisted Language Learning, 25:5, 383-391