27 Aralık 2013 Cuma

çok çirkin ve pek âlâ

bir yıl daha biterken çanlar akademik muhasebeler için çalıyor. ama akademik muhasebe böyle bir yılda önüne geleni akıntısına katan bir sel gibi uğuldamakta. öyle bir yıl idi ki her ölçekte ve her yönde ve her katmanda ve her sistemde işleyen her şey birbiriyle bağlantılı idi. ülke okulu, okul ruhu, ruh stüdyoyu, stüdyo zihni, zihin atölyeyi, atölye bünyeyi, bünye metni, metin projeleri, projeler sokağı, sokak isyanı, isyan tezi, tez tatili, tatil ilişkileri, ilişkiler komisyonları, komisyonlar jürileri, jüriler alkolü, alkol hissiyatı, hissiyat dostluğu, dostluk köpeği, köpek kediyi, kedi giysileri, giysiler tavırları, tavırlar blogları, bloglar makaleleri, makaleler yazışmaları, yazışmalar okumaları, okumalar grafikleri, grafikler eh. hepsi hepsini üstelik de böyle lineer dizilmiş ikililer olarak değil her yönden her yöne bağlantıların eriştiği çok boyutlu bir network üretecek şekilde etkiliyordu. sonuç olarak çirkinliklerle güzelliklerin mikrodan makro ölçeklere kadar en aşırılarının yaşandığı bir yıl oldu, en azından benim açımdan. yeni kavrayışlar, hatalar, birikimler, sorunlar, ürünler, hayaller, yılgınlık, dostluklar, geçimsizlikler, uyum, umutsuzluk, keyifler, ukalalık, anlayış, asabiyet, girişimler, çiğlikler ve olgunluklar hepsi en aşırı miktardaydı ve içiçe geçmişlerdi. çalışma da çok yoğundu, tatil de çok yoğundu. dinginlik de çok kıvamlıydı, gerginlik de... isyan ve heyecan da çok samimiydi, yılgınlık ve çöküntü de.. böyle zamanlarda zorba'nın sonu akla gelir. hayat beladır. hayatın bela kısmından ve çirkinliklerinden muaf olmak, mükemmel olmak istenir. mümkün olmaz. yoğun çalışma ve stresten dolayı yılın önemli kısmı sırt ağrısıyla geçti.sırt ağrım hafifledikçe, bedenim ve ruhum gıcırdamayı azalttıkça, ünlemlerim daha yüzeyden ve yüksüz çıkmaya başladıkça bu yılı kapatabileceğime ve geride bırakabileceğime inandım. 013, burdan geriye bakılınca inanılması zor bir yıl oldun. bu nasıl oldu yani? bu kadar çirkin ve güzel şeyi biraraya kim getirdi? yılbaşları ve yılsonları önemli fırsatlardır diye düşünürüm. yapaydır falan filandır ama bir eşiktir yine de. bir durup soluklanmayı ilham eder. bir geri dönüp düşünmeyi, belirli, sınırlı bir periyodu değerlendirmeyi akla getirir.

24 Aralık 2013 Salı

gayret

makale evet. tabi. makale makale.

21 Aralık 2013 Cumartesi

tezler uyurken

doğrusu bu ya, o günden sonra bilgisayar bir kere bile çökmedi. bikaç dakkada bir çöken flash player bile hiç çökmedi. bilgisayar yağ gibi çalışıyor. üzülmedim. aygıtla ilişkilerime bir keyif geldi. makale yazmak yerine yeni evrimsel projeme girişiyorum sanki. aslında çok tasarım yapasım var ama ortalıkta hiç yarışma yok. machine learning derslerimin son programlama ödevini de başarıyla teslim ettim. gururluyum. aslında makaleye de başladım. sadece 20bin kelimeden 6bin kelimeye düşecek. aslında oldukça verimli bir dönemdi. yığın yığın kitap okudum. hepsi dijitaldi tabi. yığını gözlerimizle göremedik. stüdyoda yaptığımız işler uzun uzun konuşmaya değer bir düzeye geldikçe aslında stüdyonun harala gürelesi dışında daha derin ve katman katman bir keyfi olduğu hususunda daha bir ikna oldum. işimiz derin ve zengin bir iş. onu heyecanlı kılmak için çok karışık, çok kalabalık, çok yeni, çok bilmemne bahaneler ithal edip durmamıza gerek yok. en basit işin bile belirli bir bağlam içinde ele alınması, bir olgunluğa eriştirilmesi ve bu olgunluğa yaraşır bir ifadeye kavuşturulması yeterince derin, epiyce hassas ve ciddi biçimde zorlu bir görev. özetle, yıl biterken, muhasebe sonuçlarına + yazıyorum.

11 Aralık 2013 Çarşamba

lütfen hata bul.

kar yağınca ertelediğim gündelik işlere ve "machine learning" ödevlerime (bkz. coursera) el attım. her şeyin zamanı bir ara gelecek ve her şey zamanı geldiğinde yapılacak, bu böyle. bir yandan da desktop'un verdiği bir erör sayesinde memtest86 diye bir araç olduğunu öğrendim. desktop zaten stabilitesini iyicene yitirmişti. ikide bir çöküp durmaktaydı ama kapanıp-açılma düzeyine de gelmediğinden geçinip gidiyor idik. bilindiği gibi bu aygıt ilk gününden beri sorunluydu ve projelerimde bana büyük sıkıntı çektirmişti. her neyse bu memtest86 RAM'de bulunan hataları tespit ediyor. bir seri test yaptıktan sonra RAM'de biraz fazla sayıda hata bulunduğunu tespit ettim. normalde RAM'i değiştirmek gerekirmiş ama hatalı bitleri maskelemek de mümkün olduğu için bu bitlerin yerini tespit edeyim diye bir kaç kere daha memtest attım. her seferinde farklı mevkîlerden hata geldiği için bu sefer kasayı açıp şööyle bir güzel süpürdüm ve RAM'leri çıkarıp boş duran alternatif slot'lara taktım. şu anda memtest devam ediyor ve hiç hata çıkmıyor. bunun anlamı şu: eğer 1-2 gün boyunca sürecek ardışık pass'lerde herhangi bir hata çıkmazsa bunca yıl canıma okuyan hatanın esasında bir RAM slot'u hatası olduğunu anlamış olacağız (anakartta başka hata yoksa yani). bu anlamın anlamı şu: aygıtı ilk ele geçirdiğimde durumu google'layıp slotları değiştirmeyi denemiş olsaydım tüm bunlar başıma gelmeyecekti. basit. 4-5 yıl önce demek istiyorum bu problemin peşine düşmüş olsaydım hayatım daha keyifli, daha güzel geçmiş olacaktı. programlarımda tuhaf erörler görmeyecektim. tabii debugging tekniklerine de girmiş olmayacaktım o zaman ama razıyım buna. hani seçme şansım olsaydı.. neyse. salak salak şeyler sonuçta. tezi bir kere daha belirsizliğe düşmüş bir insan olarak bunları da derdedecek halim kalmadı. atılma da geri geliyormuş ki geleneksel atılma dönemim de yaklaşmıştı. tüm bunlar olurken okulda bir ağartma çılgınlığı sürmekteydi. okulun kameralarla zapturapt altına alınamamış son köşeleri olan merdiven kulelerinde geçenlerde hüseyin bey'i gördük. elinde bir parça alçıyla son kalan siyah benekleri kapatmaya çalışıyordu. eskiden olsa çok gülerdim de şimdi az güldüm (bkz. sakura paketi //hüseyin'e güzelleme için linke gidip "ldrsy aşk!"ı açınız) bazen dünya topaç gibi tersine öylesine sarılıyor ki, zemberek iyicene geriliyor. ordan sonra yanıp kül oluyor zaten ve yavaş yavaş tersine dönmeye başlıyor işte.

5 Kasım 2013 Salı

sütü de hiç sevmem

dünkü mimed ödül töreninin en ilginç yanı itü'lülerin ilk iki yılın ödüllerini silip süpürmesi değildi. bu zaten önceki yıllarda da böyleydi. zaten ilk yıl için itü dışında çok fazla katılım olmuyor. ilk andan itibaren tasarıma atıp bırakan ve özgüven vermeye çalışan eğitim tarzı prematüre bir üretkenliği mümkün kılıyor, bu da yarışmaya katılım miktarını artırıyor. zaten mevcudumuz da kalabalık. yatkın ve çalışkan öğrenciler de var. ama şu da var, ilk yıl işlerinin kavramsal kurgusu zaten öğrenciye hocalar tarafından veriliyor. ve genelde bu kurgu ince ince düşünülmüş kuvvetli bir kurgu oluyor (doğrusu bu işleri kurgulamak için her yıl yeniden tam kapasite çalışıyoruz). işler biraz da bu hazır kavramsal kurgu üzerine inşa ediliyor. ikinci yıl da bu zemin üstüne az daha zor işlere girişip altından kalkmayı beceriyorlar. ama esasında kendilerini mimarlığın temel meseleleri açısından ne kadar geliştirmişler onu ölçen yok.. bu temel meselelerin hazır bir bağlamdan-bağımsız listesi bulunmamakla birlikte, belirli bir problemin oluşturduğu arka plan önünde bunlar birer birer beliriyor, işlendilerse de boşlandılarsa da..

neyse sonuçta ilk iki yılın ödülleri açısından sonuç pek de şaşırtıcı değildi... fakat tabi 3. ve 4. yıllarda itü'lülerin aynı başarıyı sürdürememesi de yeni bir durum değildi. önceki yıllarda da bu eğilim gözleniyordu. mimarlık kültürünü içselleştirmeyen, mimarlığı kendi ölçeğinde işlemeyi sığlık sayan, entegre problem-çözüm depoları olan 'iyi-bina'ları incelemeyen, görmeyen (daha ziyade sürekli kente bakmayı, kent ölçeğindeki işleyişleri düşünmeyi--ama fiziksel bağlama karşı hassasiyet göstermemeyi--marifet bilen), alışılageldik tipoloji ve programları ya da en acil ve güncel problemleri (AVM, kapalı site, ofis vd.) küçümseyen, ele aldığında da mevcut uygulamalardan feyz almayı düşüklük addeden, yani bilgi ile beslenmeyi aşılamayan (sadece bir negatif yaratıcılık--belirlenmeme, spontanlık, yoktan-yaratıcılık--anlayışını içselleştiren), en yatkın ve ilgili öğrencilerine mimarlık sevgisinden çok mimarlık düşmanlığı aşılayan bir stüdyo tavrı daha zor ve karmaşık mimarlık problemlerinde çuvallıyor ve yeterli mimari olgulukta ve hassasiyette ürünler verilmesini zorlaştırıyor ya da geciktiriyor ya da iş hayatına erteliyor (bu da o öğrencileri hayatta rakipleri--evet rakipleri--karşısında dezavantajlı konuma koyuyor).. mimarlık eğitimini pratiğe erteliyor... öte tarafta, daha az yatkın, düz, boş, kuru öğrenciler de fazla derinlikli--çok katmanlı--olmayan, kuru ve teknik bir bakışa sahip bir takım stüdyolardan geçip gidiyorlar ve onlardan da "iyi-mimar" çıkmıyor. yine istisnai öğrencilere dönüp bakıyoruz, arada iyi proje çıksın diye.. olursa oluyor..

yani üst sınıflara çıktıkça alınan ödüllerin toplam katılıma oranı gittikçe düşüyor ama bizim buna pek şaşmamamız lazım. mesele ne tam olarak tenik beceride ne de tam olarak entelektüel düzeyde. hepsi daha iyi olabilirdi ama tabi ne adına? ilgili öğrencileri mimar olmamak, başka kariyerler kovalamak üzere yetiştiriyorsak ve ilgisiz öğrenciler de boş kalan alanı dolduracaksa, zaten biz hiç bir şey yapmasak da kendini geliştirmeyi beceren %5-10 arası öğrenciye bakarak iyi bir iş çıkardığımızı iddia edebilir miydik, soru bu. peki tasarım eğitimi tasarım eğitimi olduğundan beri tasarım eğitimi tasarım eğitimi olmasın sakın? sanıyorum mimarlık eğitiminin mimarlık eğitimi olmasında fayda var. ülkemizde mimarlığın zamanı geliyor. mimarlara ihtiyaç var. mimarlığın temel meselelerini ve ölçeğini kavramış iyi ve hassas mimarlara ihtiyaç var. işte bir cevap. mimarlığın fenalıklarının mimarlık içinden aşılmasına yönelik olarak...

mimarlıktan ne kadar tiksinsek de bizim meslek alanımız bu, ve esasında mimarlığın pek çok güzel ve faydalı yanı var. kendin-yapçılık mimarlık değil. gecekondu mimarlık değil. kent mekanındaki spontane oluşumlar mimarlık değil. bunları kabul etmenin vakti geldi. mimarlık kendi üretim alanı, konusu, ölçeği bulunan, kendi içinden gelişim hatlarını seren, kendi içinden üreyen, otopoetik bir meslek. otonom bir meslek alanı. salt "entelektüel bir enerji alanı" değil; bu sadece mimarlık kültürünü anlatan bir tabir, mesleği değil. ve mimarlık kültürü denen alanın bir sınırı yoksa da odağı var: meslek olarak mimarlık, içinde bulunulan mekanların tasarlanması ve uygulanması. ve bu önemli bir meslek.

özetle, bitimsiz mimarlık düşmanlığımızdan çıkışımız amor fati'de yatıyor. sinik tavırlar mimarlığın genel kuralına dönüşmüşse mimarın üstlenmesi gereken çelişik toplumsal konumları önümüze serip bakarız. emre arolat'ın her konuşmasında mimarın bir türlü uzlaştıramadığı çelişik pozisyonların ve kimliklerin yanyana gelişini izleriz. kamusal entelektüel ile meslek adamını, hırslı ile ahlaklıyı, çirkin ile güzeli, sığ ile derini yanyana görürürüz. bunu sinik bir alay konusu etmekten çok karşımıza alıp düşünmemiz gerekir. zira bu incelenebilir bir haldir, bir gizem değil. mesleğimizin tatsız ve tatlı yanlarını karşımıza alıp inceleyebiliriz. bu bizi olsa olsa mimarlığa yaklaştırır. mimarlığı içindeki bileşenlerin sürekli çatıştığı bir dostoyevski karakterine çevirir. mimarlık teorisinin de bu çatışmayı yansıtması beklenir. bu önerilerin hiçbiri mimarlığı topyekün reddedip yerlerin dibine gömmeyi ya da mimarlık olmayana varan olumsuzlamalarda yitirmeyi içermiyor. eğitimi de bu çerçevede günahıyla sevabıyla ve çelişen pozisyonlarıyla kabul etmek durumundayız. evet mimarlık eğitimi pratiğinden kopamaz, en azından lisans düzeyinde, bildiğimiz binaları tasarlamaktan kopamaz (çünkü hala böyle bir ihtiyaç var). ayrıca mimarlık eğitimi için, belirli bir dönemde özsel ve ikincil olan konuları tartışabiliriz, burda da bir muamma yok, bu tartışma mümkün ve böyle bir tartışma herhangi bir multak öz tariflediğimiz anlamına da gelmez. değişen koşullara göre güncellenecek geçici kararlara varabiliriz. şunu kabul edebiliriz: herşey herşeye gitmez. her şey olmaz.

böylece iç döktükten sonra, konuya dönersek, evet, ödül töreninde doğan tekeli'nin yarışmaların sadece olumlu yanlarına odaklanan konuşması keyifliydi ama sonuçta iyi bilinen argümanları sıraladı. yalnız bazı cümlelerinin başına "bazı", "nadir", "çok nadir durumlarda" türünden ifadeler de eklemeliydi. çok nadir durumlarda bazı çok önemli yarışmalar mimarlık kültürünü derinden dönüştüren etkiler yaratmışlardır. ve ama şu kesinlikle doğruydu, yarışmalar çalışmak ve gelişmek için önemli bir fırsat yaratıyor. ve belki daha iyi bir bahane de yok. ama sonuçta ödül töreninin en ilginç yanı bu da değildi. bunlar değildi. taşkışla'nın hollerini ve koridorlarını katlar boyunca dolduran yoğun sütlü neskafe kokusuydu ilginç olan. kültürel gelişimlerini kahvede tamamlayıp rafa kaldıranlar üniversiteyi kahvehaneye çevirmişti. gazoz, çay ve sütlü neskafe. ve söylemeye gerek yok, ödül töreni sönüktü. okul bir akademik kaynaşma ortamı olmaktan çıkıyor. artık adını düzünden koyalım, bunun adına yobazlık denir.

26 Ekim 2013 Cumartesi

bwo

doktoram yaklaşık bir aydır yeni bir uykuya daha dalmışken ben boş durmadığım halde, hatta tam bir süreklilik içinde projelerimi ve akıntılarımı takip etmekte olduğum halde, aklıma organsız bir beden düşüyor. organsız bedenin kendisinden çok düşü. ya da organsız bedene uygun bir halden çok ona yönelik bir arzu. çünkü ob demek ob demek değil de kaçış çizgilerinin mümkün kılındığı bir 0 kotu demek. en sonunda mevcut mutluluğumu benzer bir atalet, benzer bir uyku, benzer bir otomatik süreklilik hali olan geçmiş bir dönemle kıyaslamayı akıl ettim. çünkü bu mutlulukta kıstıran bir yan vardı. öte yandan veriler mevsim etkilerinden arındırıldığında hesaplar aynı sonucu verecek miydi? daha uygun metaforlar bulunabileceğini sanıyorum. kavramların metaforlar üzerinden analiz edilebileceğini görüyorum (Lakoff and Johnson 1999). bu son derece heyecanlı atılımı tatsız tatsız kovalarken kendimi izliyorum.

28 Eylül 2013 Cumartesi

bir takım şeyleri açıktan yazmaya başlayacağım

ey peki araştırmacı, neden sabotaj?
- emh. bunun cevabını burda vermek zor.
peki araştırmacı,  bu kadar çalışmaya rağmen yani gerçekten hayatta belirli bir pozisyon edinmek ya da hayatta ilerlemek ya da akranların arasında öne çıkmak için değil miydi bu? yani neden mesela parçası olduğun networkler içinde pozisyonunu güçlendirecek ve ilerletecek işleri yazıvermek ve yayınlamak bu kadar can sıkıcıydı da kimsenin okumayacağı yerlere kimsenin ilgilenmeyeceğini bildiğin konuları kimsenin pek öyle deşifre etmeyeceği türden yazmak önemliydi?
- emh. yani bu da anlat anlat anatılamayacak kadar karışık. ama hayır.
e peki araştırmacı senin yani bir tür üretimin var mı ve neden ürettin yani ve ne anlamı var insanlığın bakış açısından?
- emh. insanlığın ta üç nokta, bakış açısının ta üç nokta, siz takılınız diyorum, üç nokta, benim de bir bildiğim var ve öyle anlasanız ne böyle anlasanız ne. hani bir fotokopiciye gitmiştim ve orda "asla yaptığınız işi ehli olmayan biriyle tartışmayın" diyordu. haklıydı.
özetle, evet ama benim de bir düşündüğüm var. boşa olan tüm bu şeylerin bu şekilde akıtılmasının sebepleri vardı. ve tabii ki burada sadece en heyecanlı akıntılar fırtınayı atlatacaktı. doktoramı onu anlamlı gören tek insan grubuna adayacağım biterse (çekirdek aileme), ben ise bir zaman öleceğim. sizi bilmem.

25 Eylül 2013 Çarşamba

3. yazışıma kadar

geçmiş olsun.
artık bir noktası bile düzeltilmesin.
her şeyi tamam varsayılsın.
pışpışlansın gönderilsin.
bitsin.

19 Eylül 2013 Perşembe

hafif.

pöf.
küçük bir kutlama zamanı.
(her nasılsa evimde bulunan bir parça rokfor peyniri ve bir bardak dimitrakopulo eşliğinde terasımdaki şezlonga tüy gibi düşecim.)
iç sıkıcı kısmı bitti.
şimdi hepsinin üzerinden geçilecek.
dikkatle.
tamam, dert değil.
bu iç sıkıntısı geçti ya.
puf.
yük kalktı.
ha bitti mi, bitmedi.
ama yükü kalktı.

11 Eylül 2013 Çarşamba

tez darbesi

tam usturuplu bir conclusion'la işi bağlamak üzereydim ki kapımın önünden dünyayı kurtaran adamlar akmaya başladı. yahu arkadaşlar, çapulcular, ayyaşlar, TCler, ali ismailler ve diğerleri, günlerdir bekliyorum bu çalışmak halini, gelsin de başlayayım ve bitireyim diye. geldi. ama isyanlar da kapıma dayandı. hayır ben isyana gitmiyordum, ruhum karışmasın diye, isyan kapıma geldi. gazı ciğerlerimi yaktı, gözyaşları döktürttü. bu faiz lobisi değil, bu tez lobisi. tezimi bana bitirtmeyecekler. beni bu akademyada doktor etmemeye kararlı güçler var.

5 Eylül 2013 Perşembe

o esnada işbaşı yapılması


tam da samimi (ve biraz iddialı) bir giriş ve bir de özet yazmıştım... hazır enternasyonel workshop'umu iptal etmişken ben işi gücü de bırakayım. ben emekli olayım. isyan da çıkmasa hiç tatil yapacağım yoktu. ve tatil yoksunu bir yazın ardından hiç işbaşı yapacak halim de yoktu. bir conclusions yazayım ve emekli olayım.

3 Eylül 2013 Salı

iptal

bu olabildiğince samimi introduction'ıma bir son verirken, kağıtları tanımları prosedürleri katlayıp eğip bükmeye ya da bunlar için eğilip bükülmeye de veda etmek isterim. bir yerlere bir algılara bir bakışlara bir eşiklere uyum sağlamak için koşuşturup yetişip durmalara son. çalışmayacağım asla demek istememiştim, sabote edeceğim her zaman demek istemiştim. başarılı olmayacağım asla. başarı da o başarı yani, bu başarı değil. bu başarı ise, berideki, bizim başarımız, insanın akıntılarınla uyumlu olarak kurgulayıp algıladığı başarıları. onlar beriki başarılar. bir de öteki başarılar, diğerlerinin, dayatılan başarısı var. başarılı olmayacağım asla. bu amaçla küçüklüğümüzden itibaren yapmakta olduğumuz gibi benbiz gerektiği anda derelere barajlar kurup akıntıları durduracağız. hayasızca bir hayat idi araştırma hayatı. tarihe karışacak. içe sinmeyen paper'ları, iş olsun diye yazılan projeleri, kavrayışsız kriterleri ile akademik hayatı yeniden geride bıraksam bir.
akademik bitince akademik, akademik bitince de akademik başlıyor. bu inandırıcılıktan uzak ve hırslı akademide durma demiyorum, kendine göre yine dur.

29 Ağustos 2013 Perşembe

sevgisiz ve samimiyetsiz introduction'lar

8 gün olmuş. bu introduction'ı yazamayacağım. evet. maalesef. tezi buraya kadar iyi getirdik. ama buraya kadarmış. hoşçakalın. blogu da kapatayım.

21 Ağustos 2013 Çarşamba

kıp kıp

bu dört.

15 Ağustos 2013 Perşembe

püyüü

bir yaz daha bitiyor. bir tez bitmemektedir. derle, taslakla, yaz, düzelt. bitmemektedir.

12 Ağustos 2013 Pazartesi

pifff

chapter 3. pif.
gel bakalım chapter 4.

31 Temmuz 2013 Çarşamba

keşke hiç yazmasaydım seni

çalışamamanın bıkkınlığından sürekli çalışmanın bıkkınlığına ilerliyorum. o bitince öbürünü çalışmak bu bitince berikini çalışmak şu bitince tekrar dönüp öbürünü yine çalışmak. çalışmayacağım. çalışmayacağım. çalışmayacağım. asla! tiz bir sesle haykırıyorum: asla. şimdi çalışacağım. verification series taslaklanacak. malzeme hazır. yazılacak. sonra validation set yazılacak. sonra giriş yazılacak. sonra sonuç yazılacak. recommendations yazılacak.

26 Temmuz 2013 Cuma

emh

bir gün daha eşşek gibi çalışarak geçti. çok mutluyum.

20 Temmuz 2013 Cumartesi

öyle ya da böyle geliyor

28 ... 013.docx
farklı tarihlerde 4 kere 28 sayılı dosya kaydetmişim. 4 kere açıp nokta koymadan kapatmışım anlamına geliyor. sonuncusu 5 gün önceymiş, arada vazgeçmişim. neyse şimdi biriki cümle koydum. geldi. başladım.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

oltayı at ruhunu bekle

prokrastinasyonla açıklayamazsınız; meseleye tersten bakmak olur. prokrastinasyonu istisna addederseniz doktorayı anlayamazsınız. bizim bu işin evrenselleşmesi, tüm disiplin ve ülkelere yayılması ve doktora yapan ruhları ortaklaştırması işe oturma zorluğundandır. işe oturmak zaten doktoranın yarısı. işe oturmak. kesinti. yeniden oturmak. kesinti. yeniden oturmak. ve yeniden oturmak üretilen tüm teknikleri geri püstkürtür. çünkü en başta ruh bu insanlıkdışı koşulu, yani doktora türü çalışmayı kabul etmez. bünye onu iter. bünye tüm yöntemleri iter. adım adım bünyeyi yuğurmak kıvama getirmek oturtmak yoğunlaştırmak motoru ısıtmak sonra da hızlanmak. bunun da bir zanaati yok. her sefer ilk sefer. öğrenilen bir şey değil. çünkü ruh tüm yöntemleri geri iter. burada tek öğrenilen çileye katlanmanın yollarıdır. daha acısız belki. ama daha hızlı değil.

11 Temmuz 2013 Perşembe

metne dönüş


dünyanın bir kısmını kurtardık.

şimdi metne dönüş.

save as ... july11 013... (en son 29 mayıs'ta save etmişim).

[iş güç açısından da tümüyle boş durmadık.. testleri, workshopları, sonuçları derledik topladık. rutin okul işlerini yaptık, dönemi bitirdik. şimdi çalışma tatili. iznimi doktoram için kullanıyorum.]

25 Haziran 2013 Salı

biyopolitika. emh yani doktora.

forumları takip ediyorum. doktora yapıyorum. semt forumlarındaki iç dökme hali yavaş yavaş temel bazı kararlar etrafında süreklilik kazanan işleyişlere evrilecek. ama hareket küçülecek. doktora bitecek. seçim olacak. doktora bitmiş olacak. bir seçim daha olacak. doktorayı unutmuş olacağım, geride kalacak. özdeşliğe, özneye, kitleye, halka, kamuya karşı tekrar, çokluk, dağıtıklık, geçicilik, göçebelik. çatışmaya, tartışmaya, şiddete karşı ifade ve üretkenlik. hakim olunan ve kontrol altında tutulan doğaya ve kaynaklar alanına karşı üretken bir virtüel alan. tekil, basit, tutarlı ve özdeş olana karşı çoklu kimlikli, ağlı, değiş(k)en. konuşanlar bunları başka kelimelerle ifade etmekteler. beri tarafta, insanın arzularına ve kurgularına uygun yaşamak girişimi dahi eylemdir; doğrudan eylemlerin en güzeli. işin o kısmını epiydir yaptım, başardım diyorum da, bir bakıyorum doktora. neyseki çoklu kimlikli. kaçınılmaz olarak tutarsız. üretim uzlaştırır.

19 Haziran 2013 Çarşamba

üretkenliğe dönüş

3 hafta sonra ilk defa oturdum çalıştım. sanıyorum #duraninsanların ve her mahallede beliriveren forumların bunda katkısı var. çünkü o zaman endişe üzerimden tümüyle kalktı. evimize döndük ve üretken olarak mücadeleye devam ediyoruz. ruh halin sakinleşince çalışabiliyorsun.

17 Haziran 2013 Pazartesi

gezi olaylarının bir noktasında

önümüzdeki süreçte çalışacağım kavramlar: biyopolitika, çokluk, ortak olan (müşterekler).

30 Mayıs 2013 Perşembe

testler sonuçlar görselleştirmeler

ben burda doktora yaparken bazıları dünyayı kurtarıyor, bazıları içip eğlenmekte, bazıları da ikisini birden yapıyor, eh be doktora.

29 Mayıs 2013 Çarşamba

design_games gitti. iyi oldu.

chapter 2'yi bitirdiğime göre dünyayı kurtarmak için gezi parkı'na gidebilirim.

24 Mayıs 2013 Cuma

dreyfus sağolsun, o bunaltıcı ilk chapter yeniden bitti

o melun ilk chapter'ı bu gece itibariyle bitirdim. düzeltiyorum, yeniden bitirdim. bu sefer daha derinlikli daha incelikli oldu. bir kavramsal çerçeve olarak araştırmalarımı bir süre taşıyabilecek durumda... metni başlangıç ve varış noktaları arasındaki uyumsuzluklardan kurtarmak için Dreyfus'u kendinden okurken yapay tasarımın ve tasarım yöntemleri hareketinin erken tarihine yeniden dalmam gerekti... Dreyfus'u kendinden okumak lazım. "what computers [still] can't do" ve "mind over machine". okumak lazım. aslında temel referansları iyi bilinen isimler.. heidegger, wittgenstein ve merleau-ponty. Dreyfus'un yapay zeka bağlamında bu okumaları temel alarak geliştirdiği eleştiri çok isabetli. Platon'un [Sokrates'in] sorusunu böyle bir bakışla yeniden ele almak; sana bir sorduk ve sen çok veriyorsun... neden çok vermek gerekiyordu, wittgenstein'in atomizmden aile benzerlikleri ve urgan metaforuna dönüşünün mantığın tümellerle çözümsüz boğuşmasından öte, zekanın dünya içinde işleyişine dair kritik önemi neydi... d_p.l, kendisini örneklerin yorumuna dayanan bir sistem olarak geliştirirken aslında farkında olmadığım bir kuvvete sahip, sadece nasıl çalıştığını değil çalışınca da neden işe yaradığını açıklamak için yine Dreyfus'un yol göstermesi gerekti... tüm bunların yapay zeka için ne ifade ettiğini sağgörülü biçimde metne döküyor...

21 Mayıs 2013 Salı

nominalist bir sistem olarak d_p.l

dünyaya döndüğüm bu bahar gününde kuru toprakların sıkıştırdığı boyunları bükülmüş marullar rokalar ve soğanlara ibrik ibrik su yetiştirirken hiçbir zaman önüne oturamadığım doktoramın, düzeltiyorum artık kimse doktora yaptığıma inanmadığı için önüne oturtulmadığım doktoramın başına otursam diye dünyaya dönmüştüm; boyun büken marullara su yetiştirmek ve sıcaktan boyun büküp yorgunluktan mayışmak için değil. ben belirli bir kuzey ortadoğu kentinden döndüm. çok güzel bir workshop yaptık. iyi oldu. geçen workshop'ta 5 günde 4. sınıflarla çıkardığımız kadar işi bu workshop'ta 2nokta5 günde 2. sınıflarla çıkardık. design_proxy.layout gerçekten bazı işlere yarıyor. gerçekten. inandım artık. tesadüf değil. sorunları ve eksiklerini daha iyi anladıkça kuvvetli yanlarını da anlamaya başladım. tartışacak çok mesele var. onları doktora metnimde tartışacağım. eski witt. yeni witt., herbert'e karşı hubert, kurala karşı tanıma, öze karşı örnekler bolluğu ya da sınıfın yeter ve gerek şartına karşı örneğe benzeme ve urgan, belirtik ve sezgiselin ikisine de karşı belirtikle birlikte örtük.

9 Mayıs 2013 Perşembe

altıncı geleneksel atılma festivali

bu sırada geleneksel okuldan atılışım geldi çattı.
heyhat, artık doktoradan atılmak kalkmış. bu satırları pek kimse okumasa da allah okuyor evet.
atılmak kalkmasaydı yine atıldın diyeceklerdi. hayır çoğu seferde olduğu gibi enstitünün bir hatası.. ama düşündüm tabii, bu işkence bu anlamsızlık bu tuhaf ne zaman, kaçıncı yazışımda, doktoramın kaçıncı büyük yılında nihayet bulacak?

peki ey allah dünyada bu kadar açlık sefalet, dünyada doktora neden var? dünyanın tüm güzellikleri, doktorasını yapmaktan başka derdi olmayan tek bir öğrencinin enstitüsü tarafından tek bir kere taciz edilmesine değer miydi?

[gönülsüz k. ;)klip]

7 Mayıs 2013 Salı

ekpyrosis

3. yazışımda nasıl hissedicim acaba? 4. yazışım rahat olur gibi geliyor.. 5.yi bitirince artık alışırım, hemen 6.yı yazarım. tez bir büyük yıl boyunca yazılır. sonra dünya yanar yokolur. sonraki büyük yılda dünya tersten yazılır. sonra yine yanar yokolur.
bengi dönüş.

27 Nisan 2013 Cumartesi

tez: bir inanç sıçraması

merak ediyorum bu tez çalışması bulunduğu bu noktadan bitme noktasına nasıl gidecek? bitişi ile şu an arasında bir süreklilik kuramıyorum. saçma olduğu için inanmak gerekmektedir. pascal kierkegaard jaspers.

22 Nisan 2013 Pazartesi

not

tez metninin kavramsal mekanizmasındaki bazı sorunları çözmek ciddi zaman alıyor.. ama sanıyorum sonuncu sorunu da en azından çözüleceği bir raya oturttum. bir diğer mesele de metni akıcı, kıvamlı ve tam yettiği kadar detaylı kılmak.. o da zor. zaman ilerliyor. testler bitti diye düşünüyorum. türlü türlü sonuçların derlenmesi ve görselleştirilmesi işi bir taraftan ilerliyor.. ve yeni workshopların tarihleri yaklaşmakta.. o esnada yayın deadline'ları geldi çattı. doktoradan sonra hayatım böyle devam etmesin.

19 Mart 2013 Salı

taslak 2

save as _second draft_Evolution for Architecture_An Exploration of Evolutionary Computation for Architectural Design_march19_013.docx

hıf.
terleyen ellerini bir daha ovuştur. bir tarafta son verification serileri üstüste yığılmakta ve kendi başına bir serüven halini almaktayken, öbür tarafta geçen yıl boyunca alınan notlar ve eklenen kaynaklar haritalanmış durumdaydı. metnin nasıl yeniden karılacağıyla ilgili kararları verdim ve bazı konular kafamda daha iyi oturdu. artık design_proxy tezin merkezi öğesi olmaya geçecek. önceden öyle değildi. tüm çalışmalarla eşdeğer bir önemde sunulmuştu. ve design_games'e dair atıfları tümüyle çıkartabilirim diye düşünüyorum. karmaşık evrimsel algoritmalarla ilgili tartışmaları tutup... sonra design_games başka bağlamda çalışılmaya devam edebilir.. ama şu anda design_proxy'nin güncel hali yanında çok da anlamlı durmuyor... statement, sonuçlar ve future recommendations'a eklenecek yığınla husus var. terminolojiyi de ortaklaştırmak gerekiyor. yazılmış doktoraların en güzeli olacak doktoram adına!

16 Mart 2013 Cumartesi

işbirliğinin ilkeleri

şimdi bizim bu geride kalan atölyemizin adı "evolutionary collectivity" idi. bir yanı benim doktora çalışmamla doğrudan alakalıydı ama öbür yanı kolektif ve yatay üretme biçimleri üzerineydi. yataylık ve ortaklık / kolektivite, tasarımda çoğunlukla --her sade ve güzel niyet ve hedef gibi-- kötü bir uygulama ilkesine dönüşüyor; işlemiyor, ya da kötü işliyor. öte yandan yatay olmakla kafayı bozmayan türlü işbirlikleri / kolaborasyonlar ise her yerde mevcut; işliyorlar ve zaruriler. sonuçta, ahlaki ve politik açıdan daha istenir olsa da, hiyerarşisi azaltılmış katılımcı kolektivitenin işlediği durumlara nadiren rastlanıyor.

işin bir diğer yönü var: etkili işbirliği. yani ekipler nasıl kurulmalı ki etkili olabilsinler, iyi çalışıp ürün verebilsinler... bağlantılı bir soru, sadece en başarılı ve istidatlı failler ya da bu tip faillerin bir araya gelmesi mi iyi sonuç veriyordu yoksa içinde yer alınan ekibin terkibi mi? sorular önemli çünkü bir üretim ve öğrenme sürecine girdiğimizde harcadığımız kaynaklar sınırlı ve geri gelmeyebilirler, mesela işte harcadığımız zaman, yani sadece zaman da değil de, ömürden harcadığımız miktar.. enerji, motivasyon ve tüm diğer kaynaklar.. yani bunları pek öyle har vurup harman savuracak halimiz yok.. ve yine bir işe giriştiğimizde birlikte çalıştığımız herkesin tüm kaynaklarından da sorumlu olmaya başlıyoruz. stüdyo da böyle bir üretim alanı, ofis de böyle bir üretim alanı, ya da işte rekreatif üreticinin evdeki çalışma ortamı da böyle bir üretim alanı.. gecelere ve sabahlara kadar sürdürülen çalışmaların bazı yerlerinde insan kaçınılmaz olarak bunun düzgün bir sonucu olsa iyi olur gibi düşünceleri aklından daha fazla geçirmeye başlıyor.... o zaman soruyoruz, bir grup insanı üretken olmayı hedefleyerek bir araya getirirken 1. kimleri, hangi özelliklerine göre seçmeli? 2. onları bir araya nasıl getirmeli, yani nasıl bir işbölümü, nasıl bir görevler entegrasyonu, nasıl bir iletişim ve karar alma yapılanması?

bununla ilgili esasında, her ne kadar bir miktar spekülatif kalsa da, akademik kuram alanından gelen bazı genel öneriler var. daha önce de bazı entry'lerde yazmıştım, ekip üyelerinin birbirini destekleyip birbirine ilham verecek farklı özelliklere sahip olması iyi bir höristik olabilir. bu farklı özellikler karakter özellikleri olabilir, içinden gelinen ortamların farklılığı olabilir ve farklı alanlara ait uzmanların bir araya gelmesi de çok önemli görünüyor.. buna bir de aynı alanda olmakla beraber farklı uzmanlık düzeyinde olma durumunu ekleyelim, çok-uzmanlık ve az-uzmanlık.. farklı arka planlara sahip, farklı becerilere sahip, işin farklı yönlerini paylaşabilecek ve farklı karakterde bir grup insan... ama şimdi bunu cümle içinde kullanınca da insan dehşete düşüyor.. bu kadar benzemezi bir araya getirip onların iyi anlaşmasını nasıl sağlarsınız? yani ne ölçüde farklı? ne ölçüde çeşitli? ve kaç kişi?...

brian uzzi'nin başını çektiği bir ekip 2005 yılında bir araştırma yayınlamış (Guimera et al, 2005)*. broadway müzikallerini üreten ekiplerin yapısını bu ekiplerin içinde oluştuğu ağlar üzerinden incelemişler. aynı şekilde bazı akademik alanlarda yayın üreten ekiplerin ağ analizlerini de yapmışlar (sosyal psikoloji, ekonomi, ekoloji, astronomi). ortalama ekip büyüklüklerinin zaman içinde artışı, ekiplere katılan kişilerin tecrübeli ve kabul edilmiş kişiler olup olmaması, ekibe yeni gelen acemiler ve yeni gelen tecrübelilerin oranları gibi eğilimleri incelemek üzere modeller oluşturmuşlar ve eldeki gerçek veri ile modeli örtüştürmüşler. sonuç olarak, her bir disiplinin her bir değişken açısından kendi eğilimleri olmakla beraber, astronomi dışındaki disiplinler yeni gelen, acemi, tanıdık ve uzman katılımı açısından bir orta nokta yakalıyormuş. astronomide herkesin herkesi bildiği yoğun biçimde entegre bir ağ bulunduğu ve daha uzman olanların biraraya gelmesinin daha yüksek başarı sağladığı ortaya çıkmış. fakat diğer disiplinlerde ve broadwaycilik mesleğinde başarı sağlamak için orta düzeyde küçük clusterlara ayrışan, yani çok adalaşıp tümüyle dağılmayan ama çok da toparlanıp bütünleşmeyen orta düzeyde bağlı bir ağ yapısı oluştuğu, ekip kuruluşunda ise yeni gelenlerle birbirini tanıyanların, ustalarla acemilerin orta düzeylerde biraraya gelmesiyle yeniden karılan ekiplerin başarı şansının yüksek olduğu ortaya konmuş... ilginç bir sonuç ise şu, bireysel yetenekten ziyade, ekiplerin nasıl biraraya geldiği başarıda daha etkili oluyormuş. yani ancak birarada üretken oluyoruz ve nasıl biraraya geldiğimiz bireysel yetilerimizi dahi aşan bir önemde. sürekli birlikte çalışan kişiler, uzman dahi olsalar, ele alınan karmaşık ve yaratıcı alanlarda (astronomi ile karşılaştırınız) yeni ürünler üretemeyebiliyorlarmış, bu da sezgiye uygun aslında. yeni karşılaşmalar gerekiyor ama herkesin yeni olduğu herkesin yabancı olduğu bir durum da iyi işlemiyormuş.


insan tasarımın akademik alanında, stüdyoda, ofiste ve diğer çalışma pratiklerinde oluşan ekipler için nasıl bir ağ ve ekip yapısının elverişli olduğunu merak ediyor. metodoloji mevcut, böyle bir çalışma yapılmalı.. o zaman belki bir düzeyde bizim disiplinimiz açısından inbreeding sorusuna da bir yanıt oluşturabilirdik. ama bu yanıt yine de çok kestirme olamazdı. zira sadece ortama (ağa) kimlerin girip çıktığı hususu değil o ağ içinde kimlerin nasıl işbirliği içine girdikleri hususu da önemli.. ayrıca artık kimse sadece kendi dar dünyasında çalışmıyor, akademik alanlar için küçük-dünya (öbeklenmeler mevcut olsa da öbeklenmelerin birbirine iyi bağlandığı, dolayısıyla sınırlı sayıda bağ üzerinden en uzaktaki bireylere erişilebilen dünya) ve gizli-akademi (farklı enstitülerde olsalar da belirli bir disiplindeki akademisyenlerin birbirlerine bir ağ üzerinden iyi bağlandığı böylece tek bir akademik enstitü içindeymiş gibi olduğu durum) varsayımları gayet geçerli görünmekte. yani belirli bir enstitüde kimlerin bulunduğu işbirliklerinin tek belirleyicisi değil.

ayrıca insan mimarlık pratiğini düşünüyor. mimarlıkta bu akademik alanlara ve broadway'e kıyasla ekiplerin görece kalıcı olduğunu söyleyebiliriz sanıyorum. ofislerin hakim ve tecrübeli üyeleri nadiren değişir. daha az tecrübeli ve az söz sahibi üyeler ise sürekli sirkülasyon halindedir. mimarlığın ekip pratiğini bu şekilde stabilize etmesinin sebeplerini araştırmak ilginç olurdu. çok büyük ofisler tabi çok yüksek çalışan sirkülasyonuna sahipler ama onlarda bile yönetici pozisyonuna oturan kişilerin uzun yıllar sabit kalabildiğini görüyoruz ve bu kişiler bir tür pratik sürekliliğini de taşıyıp, sirküle eden elemanlara aktarıyorlar ya da dayatıyorlar. her ofisin kendi üretim kültürü ve biçimsel repertuvarı var ve bu, yüksek sirkülasyona rağmen, görece stabil tutulmaya çalışılıyor. öte yandan, yine bu büyük ofisler, her iş bazında o işte çalışacak ekipleri oluştururken ekipleri yeniden karıştırıyor olabilirler. bu konuyu da sosyal bilimler metodolojileri içinden çalışmak ilginç olabilirdi.

inbreeding tartışmasının ötesinde, daha detayda, üreten insanlar olarak, bir işi yürütmek üzere nasıl ekipler terkip etmemiz gerektiği konusunu boşvermemiz mümkün değil. kendi adıma bu sorunla hemen her gün karşılaşıyorum. giriştiğimiz her iş kolektif bir doğada ve çoğunlukla doğru ekipleri kuramıyoruz. gerçekten de iş yapmak başka, arkadaşlık başka. daha incelikli bir ifade şu olurdu: arkadaşlık, tanışıklık, iyi geçinmek üretken kolektiviteler üretmenin etkenlerinden sadece biri ve onun da bir dozajı var. ayarını tutturmak gerekiyor. ve o ayarın ilkeleri var mı? ve bu ilkeler ortaya konabilir nitelikte mi?




*Guimerà, Roger, Brian Uzzi, Jarrett Spiro, and Luís A. Nunes Amaral. “Team Assembly Mechanisms Determine Collaboration Network Structure and Team Performance.” Science 308, no. 5722 (April 29, 2005): 697–702. doi:10.1126/science.1106340.
** şu video izlenirse sosyal bilimler alanındaki araştırmaların bizim çalışma alanlarımızla ilgili kafa yormalarımıza nasıl katkı yapacağıyla ilgili bir fikir edinilebilir..
** bu tip linkler emrah göker'in istifhanesi'nden geliyor. çok istifade ediyorum, hararetle tavsiye ederim, takip ediniz.



15 Mart 2013 Cuma

nefes al! ver! geri bat! verification'a dönüş.

eh, işe nerdeyse hiç ara vermediysem de, bir gevşeme yaşamıştım. o aralıkta kafamı sudan çıkarıp ertelenmiş metinlere, konulara, yazılara, bloglara ve insanlara şöyle bir bakış atıp yeniden işe batma noktasına geldim. yeni dedlaynlar edindim. neyseki gevşek sayılırlar. önümüzdeki iki aylık periyod bir çalışma çılgınlığı olmayacak. insani bir ritmde kalacağım. ama gevşeme lüksüm de yok. validation tamam, sistem pratikte ve benden başka insanlar tarafından sınandı ve işlerliğini gördük. ama şimdi de dibe dalıp verification çamurlarını yeniden eşelemem gerekiyor. prosedürleri tümüyle yenileyince ilk prototipe ait demonstrasyonlar kadük oldu. yeni prosedürlerin doğru çalıştıklarını ve tariflenen görevleri yerine getirdiklerini göstermem gerekiyor. göründüğünden daha zor bir iş aslında. evrimsel algoritmalar açısından, belirli prosedürler tarafından ölçülen zindeliğin süreçte güvenilir biçimde arttığının gösterilmesi yeterli geliyor. bunun için belirli parametre kombinasyonlarında ve bazı deneme senaryoları için algoritmayı 100 kere çalıştırıp ortalama süreç grafiğini plot ediyoruz. ama bu, işlevsel prosedürlerin tariflenen sonuçları fenotip düzeyinde gerçekten üretip üretmediğini göstermeye yetmiyor. onun için iyicene basitleştirilmiş vakalar üzerinden sonuçları görselleştirmeyi düşünüyorum. ama karmaşık durumlar için aynını yapmak imkansız gibi. neyse, yapılacak iş var.

13 Mart 2013 Çarşamba

akıntılar ve makinalar

bir dedlayn daha geçti gitti. geriye yorgun bir iç ve ağrıyan bir beden kaldı. oysaki workshop iyi gitti. daha iyi de gidemezdi. daha kötü gidebilirdi. hiç bir şey düzgün çalışmayabilirdi. hazırlıklar sırasında son günlere kadar en büyük sorunları taşımaya devam ettik. ama hepsi çözüldü. daha net konuşayım, takıntılı bir azim ile sorunları bir bir çözdüm. kolay olmadı. akla hep son anda --ya da başka bakışla, vakti gelince-- gelen o düzeltmeler... hastalıklı bir detaycılıkla belirsizliği planladık. olası sorunlardan kaçınmak ve hayvanı çalışmak zorunda bırakmak için onu daha hakim olduğumuz coğrafyalara sevkettik. dizginsiz akıntıların üzerinde seyretmek; kübernan, gubernatio, dümencilik, seyrüsefer... uygunu hangisi idiyse.. ı-ıh, bununla yetinmemek de, o akıntıları kontrollü kanallara zorla sevketmeye kafayı takmak.

5 Mart 2013 Salı

workshop sakin sakin ilerlemekteydi

şu anda ilk denemeleri yedekliyorum.. fırından bu sabah çıktılar.. şimdi onlar üzerinden dolu-boş mekan maketi gibi bir işe giriştik.. mekanı birbirine bağlayacak boşluk hatlarını hayal etmeye çalışıyoruz... üniversitelerin öğrencilere verdiği üretim kültürleri çok farklı.. öğrenci gruplarının karakterleri de farklı.. beklenmedik bir yön yok. design_proxy tasarımı gerçekten destekleyebilir.. öyle görünüyor.. kollektivite ise her zamanki gibi; niyette bol bol var, gerçekte pek yok. iyi niyetli keyifli bir öğrenci grubu var. stop. belki bu akşam ikinci deneme grubunu atamayabiliriz, her biri 5-10 dakika alsa da 10 ayrı denemeyi işleyip d_p'ye vermek uzuun uzuun sürüyor.. ama bunun için burdayız sonuçta... neyse akşamın ilk denemeleri geliyor, bir kontrole çıkayım..

3 Mart 2013 Pazar

sevgili dedlaynları

4 aylık çalışma çılgınlığı paketinin sonu.
çalışmalar bitmedi. hala yapacak çok iş var. tez nerdeyse yeniden yazılacak. makaleler falan... e d_p'ye eklenecekler de yok değil... ama tüm bunları insani bir tempoda yürütebileceğim. sevgisiz dedlaynları gelip çattıklarında sevimlileşmekteler. çünkü uğraştın didindin ve elinden geleni yaptın. bu noktadan sonra artık iteleyerek, sıkarak ve zorlayarak kendine aşırı miktarda iş yaptırmaya çalışmanın anlamı yok. arkana yaslanıp kendini sürecin keyfine bırakmanın zamanı geldi. ve bu çok rahatlatıcı. 'd_p.layout' çalışıyor. fena da değil... tabii mükemmel değil, ama gayet kabul edilebilir, işe yarar bir düzeye geldi. workshop'un kırtasiyesini de güzelcene hazırladım. her tür hazırlık yapıldı. az önce sunumu da iyi kötü bitirdiğim için çantamı toplamaya başlayabilirim. bu süreçte ihmal ettiğim herkesten özür. önümüz bahardır. telafi edeceğim.

24 Şubat 2013 Pazar

bakalım.

her gün yenilenen bir iyimserlikle giriştiğim tüm revizyonlar design_proxy tarafından tuhaf bir tepkisizlikle karşılanıyordu. denediğim tüm parametre kombinasyonları sanki hep aynı sonucu veriyordu ve evrimsel algoritmalar söz konusu olduğunda bu esasında tuhaftı. ilk testlerin ardından yaklaşık 2 haftadır sürdürdüğüm parametre arama sürecinin böylesine verimsiz olması yorucu, üzücü ve şaşırtıcıydı.. çoktan programı iyi çalıştıran çeşitli kombinasyonlarda karar kılmış olmalıydım ama bu mümkün olmadı... aklıma sürekli anlamlı revizyonlar geliyordu ama bunların hiçbiri sonuca etkimiyor gibiydi ve evet bu da tuhaftı... tüm bu tuhaflıkların neye işaret ettiği belliydi ama ben göremiyordum. programın baştan yanlış temellere inşa edilmiş olma olasılığına kilitlenmiştim. belki de pareto tabanlı bir yaklaşıma geçmem lazımdı.. adaptivite belki böyle karmaşık bir probleme göre değildi..  interleaved ea belki de yanlış bir yaklaşımdı... adjacency cell fitness açıkça neighbor ve neighbor cell ile çatışıyordu.. ve bu sayılanlar da biçimsel fitnesslarla çatışıyordu ve bunların hepsi ise sequence ile çatışıyordu ama benim hepsini birlikte çalıştırmaya ihtiyacım vardı... ama tuhaftır, bunları birbirinden tam olarak bağımsızlaştırdığımda bile birbirlerinin yaptıklarını bozmalarına engel olamıyordum. tüm bunların neye işaret ettiği açıktı evet ama göremiyordum.. hep başka açıklamalara kilitlenmiştim.. bunca yıldır süren bunca deneme ve uygulama ardından o asıl sebebi aklıma getiremiyordum.. programın temelini oluşturan tüm yaklaşımlar iki ayrı projede sınanmıştı ve aslında çalışıyorlardı.. bu sistemin güvenilir biçimde çalıştığını göstermiştim, bunun için göbeğim çatlamıştı peki o zaman sorun nerdeydi, fitness prosedürlerinde yaptığım değişikliklerde miydi problemin yeni ve daha karmaşık tarifinde miydi nerdeydi problemi mi sadeleştirmem lazımdı du'ları mı pahlamalıydım sequence fitness için dilim genişliği alternatifleri mi denemeliydim ve bu dedlaynları neden yaklaşıp durmaktaydı... her gün ve her gece yeni revizyonlar ve düzeltmeler ve uykudan kalktığım her öğlende derhal başına oturduğum deneme serilerinde okunan aynı tepkisizlik.. ve tabi tüm bunların neye işaret ettiği açık, programın işleyişinde bir yerde özsel bir hata vardı. vardı ama bu nasıl olabilirdi ki?

her neyse, tesadüfen de olsa ben bu hatayı buldum. başka bir düşüncenin peşinden giderken bu hatayı buldum. sonra hatanın sebebini buldum. sonra hatanın sebebini düzelttim. programın 2-3 yıl önceki ilk versiyonlarında bulunmayan ama hemen orlarda bir yerlerde eklenmiş olması gereken ve ta o günlerden beri taşınıyor olması gereken bir ihmal.. with or without replacement diyeler, boşuna değil.. popülasyonun seçiminde bu çok kritik.. esasında öyle olmaması lazımdı ama, fiiliyatta popülasyon sayısı sabit değildi.. sayı sabitti ama bireyler popülasyona çoklu kopyalanıyordu, bu da süreci her durumda aşırı greedy yapıyor ve popülasyon sayısı, mutasyon ve eşeyleme oranlarında yaptığım ayarlamaları işlevsiz kılıyordu. birbirine zıt olan fitnessların fitness coğrafyasında birbirine zıt yönlere bu denli şiddetle gidebilmesinin sebebi de buydu... sonra gergin geceler, sırt ağrıları, yılgınlıklar, yeni düzeltmeler, yeni testler, yeni denemeler.

neyse. bu hatayı düzelttim. ve sabaha karşı da olsa dayanamadım ve ilk denemeleri şöyle bir inceledim. nihayet doğru yoldayız. bundan sonra parametre kombinasyonları aramanın anlamı var. yeni denemelere de girişmem lazım bir yandan. acaba sequence neighbor'larla birlikte çalışacak mı.. manuel cell'i de kullanmam lazım.. ve mimari açıdan da biraz daha fazla düşünülmüş deneme setleri hazırlamamda fayda var... ve bir ara bir kullanım kılavuzu, örnek setleri ve bir sunum... yapılacak çok iş, ve bunları yapacak az zaman...

20 Şubat 2013 Çarşamba

dünyanın çıtası çıkmış da ondan

inanılmaz detaylı bir çalışma süreci sırtta kalıntılar bırakmaktadır. öfleyip püfleyip duran bünye kırtasiyenin ötesinde bir iş yapamamakta, mesai saatlerini gevelemektedir. esasında son aylarda herşey gerektiği gibi yürütülmüş, farklı çap, ebat ve nitelikteki işler iyicene içiçe geçirilerek uzun saatler haftalar ve aylar boyu süren üretkenlik garanti altına alınmış, işlerin rutin hali olan 1 birimlik iş için 3 birim uğraşma gereği kabullenilmiş, sonuçta hep safdil bir iyimserliğin yeniden açığa çıkmasıyla tamamlanan çalışma-bozgun-yılgınlık döngüleri sırtta uzun uzun azimle azimle azimle taşınmıştır. ve bu döngüler sırtta kalıntılar bırakıyor.

yeni revizyonlar, yeni testler, yeni kırtasiye. workshop'la ilgili hemen tüm tali işler tamam. ya da çok az işi kaldı. ama asıl işler tamam değil. design_proxy ehlileştirilemez bir hayvan gibi. her revizyon çok akıllıca ve nasıl daha önce düşünememişim. fakat her revizyonun ertesi yine aynı yılgınlık, evet revizyon çok gerekliymiş çok doğruymuş ama işe de yaramadı. ve evet denemeler için ayrılan süre de ona göre ayarlanmıştı, o yüzden revizyon ve testlerin bir an önce bitirilmesi ve denemelere başlanması azami önemdeydi. işlerin bu şekilde gideceğini artık öğrenmiş olmaktan gelen bir sezgi ile çılgınca bir tempo ile revizyon ve testlerin hakkından gelinmişti. ve tam da olacağı gibi ne kadar emek verilirse hepsini hiç geri çevirmeden yutan iştahlı çalışma hayatı ve karşısında yılgınlık yılgınlık... "artık işler düzünden 1 kerede hallolsa ve bir takım şeyler daha kolay gitmeye başlasa" denmeye başlandı mı, işte bu yorgunluğun en iyi göstergesidir. ve bu göstergeler hep de dinlenmenin mümkün olmadığı en sıkışık en fena en son anlarda sökün ederler. yorgunluk kümülatiftir. ara vermeden çalışmak ruha ve bedene zararlıdır. ama işin hiç bir noktasında ara vermek mümkün değildir, zira sırtlanılan iş her zaman mevcut zamanın elverdiğinden yüklüdür. çünkü dünyanın çıtası yukarıya konmuştur. dolayısıyla kaçınılmaz olarak bünyenin en çok çalışması gereken an en çok dinlenmesi gereken andır. ama bu doktora bir bitsin. ondan sonra dengesini kaybetmeyeceğim. iş-keyif dengesini. kural 4?

8 Şubat 2013 Cuma

design_proxy.layout >>

uzun, epiy uzun, yaklaşık 4 ay süren ve evirip çevirme - heyecanlanma - kararlaştırma - planlama - oluruna bakma - revizyon - test - optimizasyon aşamalarının içiçe döngülendiği bir çalışma çılgınlığının ardından üzerinde iki sezon önce 8-10 ay kadar evirip çevirme - heyecanlanma - kararlaştırma - planlama - oluruna bakma - revizyon - deneme - uygulama - yayın mükerrer döngülerinin yine içiçe yaşanmış olduğu eski projemi eli yüzü düzgün bir hale getirmiş bulunmaktayım.

dün, gecenin bir vakti, düğmesine ilk defa bastım. o kadar heyecanlanmadım. düğmesine ilk bastığın anın önemli olduğunu hala düşünmekle beraber, düğmeye ilk bastığında düzgün bir sonuçla karşılaşmayacağın gerçeğini de öğrenmiş bulunuyorum. şimdi sırada denemeler var. parametreler aranacak. ayarlar yapılacak. yeni revizyon-optimizasyon-test döngüleri gerekli olacak..

testler ve denemeler "verification" aşamasına karşılık gelebilir. gerçi bunu gereğince yapacak vaktim kaldığını sanmıyorum. o kadar çok zaman istiyor ki.. ve çeşitli parametre kombinasyonlarıyla 100er kere çalıştırılmış pek çok Interleaved-EA varyantını güncel pareto yaklaşımlarla karşılaştırma işini de doktora sonrasına atmak durumunda kalacağım.

sonra bir live-usb'den kendine tahsis edilmiş bir işletim sistemi ve masaüstüyle çalışabilir hale gelmeli, design_proxy. kolayca taşınabilir hale getirilmesi lazım. zira bu programı pratikte kullanmak gerekiyor ve şu anda hem anlamsız işler yapıyor hem yavaş; zaman ve kullanışlılık önemli çünkü daha pratikte ve başkaları tarafından denenecek. buna da "validation" deniyormuş. ondan sonra yine yayın - revizyon - test - deneme - uygulama diye gidiyor.. daha incelikli ve kapsamlı denemeler ve karşılaştırmalar... akla hep sırası-gelince-birden-gelen işe yarar revizyonların programa eklenip durması... bir noktada basit bir arayüz hazırlayıp, kodu temizleyip, kullanım kılavuzunu yazıp projeyi açık kaynaklı bir proje olarak internete taşımak da iyi fikir. ama zaman kalırsa. bu iş çok fena. ve her şey bir tür makine gibi üstüste kuruluyor. ama öyle bir makine ki, sonraki katman öncekini tümüyle yenilemiyor. eski katmandan bazı yapıları aynen koruyor, bazı yepyeni mekanizmalar ekliyor ve bazı mekanizmaları da revize ediyor. sonra katman katman yeni üretkenlikler ve beceriler ediniliyor. bir dönem tuhaf bir çalışma çılgınlığı içinde o pek de anlamlı bir iş üretmeyen ilk uygulamayı geliştirmeden işi daha anlamlı işler yapan ikinci bir uygulamaya dönüştürmek mümkün değil. ama bu aşamaya getirdikten sonra ve bir sürü beceri ve bilgi edindikten sonra ve işin tadını iyicene aldıktan sonra da o kadar çok yapacak yeni şey çıkıyor ki... bir ömürlük.

23 Ocak 2013 Çarşamba

erörler haritası

1. sentax hataları, 2. kod'daki erörler, 2a. bug'lar, 3. donanım sorunları, 4. program hataları, 5. hatalı çözümler, 6. hatalı yaklaşımlar, 7. iş görmeme... sentax hataları derhal bulunur ve düzeltilir. kod'daki erör'ler kendilerini derhal gösterir ama sorunlar tüm diğer kademelerdeki hatalardan da kaynaklanıyor olabilir. yine de görünür oldukları için biraz sabır ile çözülürler. bug'lar aynı türden erör'lerdir ama daha seyrek ortaya çıkarlar, bulunmaları, tekrar edilmeleri, çözülmeleri daha zordur. donanım sorunları can yakar ama sorunu tespit ederseniz donanım değiştirir ya da hafıza meselelerini dikkate alır çözersiniz. program hataları bug'lara benzer ama ufak bir hatadan ziyade önemli bir konunun eksik ya da yanlış düşünülmesinden kaynaklanmıştır, işleyişte ortaya çıkar; program çalışır ama sorunlu olduğu açıktır. hatalı çözümler düzgün çalışır görünen progamın belirli işlemleri yanlış yapmasına sebep olurlar, herşey doğru gibidir ama problem yanlış çözülmüştür, sonuçlar hatalıdır; tehlikeli bir hata sınıfıdır, testler en çok bunlar için lazımdır. hatalı yaklaşımlar daha geniş bir anlamda, işe girişirken, işi tanımlarken, görevleri tariflerken yapılan hatalardır. programcıdan çok araştırmacının derdidir bunlar ve iş görmeme bu alt kademelerdeki erörlerden ziyade üretilen programın istenen işi beklendiği gibi yapmaması durumudur ki program yeterince karmaşıksa işleyişi de önceden kestirmek mümkün olmadığı için bu tip sorunlar da en baştan hesaba katılmalıdır. bunlar için testler değil denemeler ya da deneyler yapılır. program bir prototip olarak görülür. en baştan çalışan en basit prototip ile başlanarak program eklemeler ve yeni versiyonlar üzerinden geliştirilir.

kolay çalışmıyor yani. düğmesine basana kadar geçen süreç zorlu ve çok kademeli ve bol anaforlu bir deneme-erör-hata arama-düzeltme topografyası yığıyor. projeyi fikri olarak geliştrimek heyecanlı bir serüven hali, kodlama kısmı çok sürükleyici bir problem çözme hali, hataları ayıklamak, pogramı çalıştırmak ve testleri yürütmek bir acı, bir karın ağrısı, bir sıkıntı hali, sonra denemelere girişmek ise serüvene dönüş. sadece gerginlik dozu yükseliyor.

14 Ocak 2013 Pazartesi

akademik değerlendirme

bir önceki girdimin son alıntısını yeniden alıntılıyorum:

''' "... to resist this academic meritocracy in a dignified manner; to speak up with arguments and
reasons; to advocate slow research; to fight this unilateral, counterproductive and
unfair academic evaluation system." '''


ilk üç öneri insanın evinde kendi kendine deneyebileceği türden; tabii kendi davranışlarını ve yöntemlerini organize etmek ve kendi yakın çevresinle motivasyonlarını paylaşmak anlamında:

> to resist this academic meritocracy in a dignified manner; 
> to speak up with arguments and reasons; 
> to advocate slow research;"

ama devamı öyle değil... devamı kolektif bir alana müdahale etme girişimleri gerektiriyor. bu kolektif alan en sıkı ve entegre biçimde yapılandırılmış, en büyük miktarda kurala sahip sosyal mekanizmalar katmanlaşmasını yeniden üretegelen bir alan. akademik alanlar belirli bir katılaşma arzeden karmaşık mekanizmalar üretegeliyor. ama bir yerlerden başlamak lazım. misal bizim alanımızda, mimarlık ve tasarım akademyasında, bize giydirilen akademik yöntem, araştırma, yayın vedeğerlendirme mekanizmalarının alanımızı yeterince kapsamadığını, ifade etmediğini, ona tam olarak yakışmadığını, sakil durduğunu her adımda, an be an hissediyoruz. ve üretken yapılar, yani organizasyonel ve yöntemsel mekanizmalar, önemli olmakla beraber, bunları dönüştüren ve yeniden üreten esas olarak değerlendirme yapıları oluyor. neyin iyi olduğuna karar veren anlar. hep üretenin tarafından düşünemeyiz diyorum. bize her ne kadar henüz değerlendirme yeterliği bahşedilmese de bu alanlarda söz sahibi olmaya başlamadan getirdiğimiz ve yeni olan bir şey varsa onu kabul ettirmemiz de mümkün olmaz.

bu değerlendirme başlığı bence azami önemde. hatta bundan daha önemli hiç bir başlık olamaz. (belki de evrimsel hesaplamalarla uğraştığım için öyle düşünmeye başlamışımdır tabii. ama şu anda böyle düşünüyorum evet.) hatta daha ileri giderek, en azından -misal- benim uğraştığım ve esasında birbirinden fersahlarca uzaklaşıyor görünen tüm alanlar bu değerlendirme başlığı altında toplanabilir. değerlendirmeler karar anlarını besler. bu ikisi ama aynı değil. değerlendirmeler süreklidir. kararlar ise sınırsızca ertelenebilir ama yine de önemli anlar içerir. değerlendirme sürekliliklerinin anları karar sürekliliklerinin anları kadar önemli değildir. tekillikler olarak ayrışmaz. kararlar ertelenmekteyken problemler dönüşür ve karar durumları da beraberce dönüşebilir. karar anı ise seçenekler arasından ehven olanın seçildiği, seçenek yoksa seçeneğin üretildiği ve bu anlamda seçildiği bir andır. politik olanın tanımıdır bu. kolektif karar anı nasıl oluşur? bu ana kimler nasıl katılır? bunun yapıları nelerdir? katılım mefhumunun 'müdahale ettiği' an işte tam olarak budur. ve bu an akademik yayınların seçilmesinde de yaşanır, gelir getiren ya da prestij kazandıran ya da karar aralığını genişleten bir pozisyona atanmakta da yaşanır. politik olanın toplumsal olanın her noktasında ortaya çıkışı bundandır. karar alma anlarının kademe kademe bir haritalanması ile toplumun modellerinden biri üretilebilirdi belki. ama uygulamalı alanlar için de karar alma anı azami önemdedir. yapay zekada arama paradigmasının kritik anı üretken mekanizmalar değil seçim anıdır. ve değerlendirme mekanizmanız ne kadar gelişmişse o ölçüde anlamlı kararlar alır ve anlamlı bir arama süreci geliştirirsiniz. işte yapay zekanın mevcut başarısızlığının ve evrimsel hesaplamaların potansiyel ve sınırlamalarının en özlü açıklaması. fail insan olduğunda da durum değişmez. tasarım üretkenlikler kadar değerlendirmeler ve karar anlarını da katmanlı bir sürece entegre eder. üretkenlikler olasılıklar alanını genişletir, açar ve ama ancak değerlendirmelerle anlamlıdır bu alanı açmak ve orada kararlar alarak bir anlamda dolaşmak. bir paragrafta birbiriyle çok farklı katmanları (ölçekleri) aynı değerlendirme ve karar anı yapısıyla dolanmak mümkün oluyor. ve iş yapma tarzımız neye göre şekillenir? eğer kural 1 "kalabalığın dediği değil" ise bu neye yol açar?

bu soruları erteliyorum. konuya dönüyorum:

> to fight this unilateral, counterproductive and unfair academic evaluation system.

bizim alanımızda da, yani mimarlık ve tasarım akademyasında, bu sorunlar mevcut. kendine güvenmeyen, kendi disipliner alanını tariflemekte ürkek davranan bir akademik alandayız biz. akademik değerlendirme yapılarımız alanımız üzerinde sakil kalan ithal yaklaşımların bir üstüste yığılmasıya oluşmuş. ve herhalde, mesela bizim üniversitemizde, niyeyse, bizim akademik alanımıza baskı uygulamayı kendine iş edinmiş mühendislere ve kuramsal bilim insanlarına derdimizi anlatamayışımızın sebeplerinden biri de bu olmalı. (ama literatüre bakarsanız dünya çapında bir sorun bu -Lawson ve Dorst (Design Expertise) ördek gagalı platipus'a benzetiyor tasarım alanlarını. "platipus ne?" denirse, ornitorenk yani; daha açıklayıcı olduysa...) bu konuya eğilmek, konuyu detaylandırmak ve tüm vechelerini ortaya çıkartmak zaruridir.

10 Ocak 2013 Perşembe

akademik kıvamsızlık

inbox'uma bir makale* geldi, okudum, kendi alanındaki bir akademik derginin 10 yıldır editörlüğünü yürütmekte olan ve 30 yıllık akademik geçmişe sahip bir bey yazmış. akademik hayatın performans kriterleri, niceliksel ölçümler, bunları takip eden "publish and perish" ve ilgili kıvamsızlıklarla ilgili şöyle söylüyor:

"According to many colleagues, those who survive in this worldwide rat race are not
the intelligent ones, but the ‘‘smart’’ ones. Or the ‘‘fittest’’ ones to use Darwin’s
terminology, the ‘‘meritocrats’’ in Verhaeghe’s terminology: the ones that adapt
most easily to different circumstances, the ones who are able to sublimate their
cognitive dissonance and emotional friction, the ones who are not afraid to cut
corners here and there. What is nowadays called academic success has less to do with
research quality, epistemological contribution and service to the research community
than with other skills such as emotional and social intelligence, leadership, team
building, strategic insight, organization and management, networking, fund raising,
serendipity and public relations. All this is not necessarily negative, but we should be
aware that we are selecting different skills and qualities than we did a couple of
decades ago. Are we ready for the consequences of this choice?


These new meritocrats (can we still call them scholars?) play the game. But in
order to become completely successful, they had to take over power from traditional
scholars and send them to oblivion as totally unproductive. In order to be able to do
that, they needed an accomplice. They found associates in the administrators who
were initially hired to support academic staff in better reaching the university’s goals.
It was indeed a double power take-over in perfect collusion. As good old academic
freedom was a thorn in these administrators’ flesh, they gradually started with
procedures, rules and forms; a lot of red tape. Scholars are being turned into civil
servants, just executing rules, blinded by evaluation criteria.


Scholars – as a survival strategy – nowadays select their activities more and
more – and even their contacts – on the basis of the points they can earn for
appointment, tenure or promotion. In a way that seems like a caricature: they first
select a co-author, agree to publish, choose a journal, decide on a topic and
eventually carry out a research activity, if any. Their starting point and thrust is not
their passion for knowledge, their desire to design solutions, their urge for
epistemological contribution, or their commitment to the community."


ve sonra ekliyor:

"This leads us to what we could call the ‘‘epistemological paradox’’: an exaggerated or
exclusive focus on publications is not only counterproductive, it even leads to fewer
high-quality publications, less cutting-edge research and eventually it becomes fatal
for someone’s career as researcher. The more pressure, the less knowledge creation
and sharing."


blogdaki çeşitli şikayetnamelerimi bu hususta önden alınmış notlar olarak değerlendirdiğimden yeni bir not eklemeyeceğim. bu böyle. aynen böyle. ve öneriler de şunlar:

"... to resist this academic meritocracy in a dignified manner; to speak up with arguments and
reasons; to advocate slow research; to fight this unilateral, counterproductive and
unfair academic evaluation system."




*Jozef Colpaert (2012): The “Publish and Perish” syndrome, Computer Assisted Language Learning, 25:5, 383-391