18 Ekim 2011 Salı

bir süre

doktorama ciddi biçimde eğilmeye başlamıştım. bu çok yönlü bir süreçti. araştırmacı şahsiyetim şişmeye başlamıştı. stüdyoda inisiyatif alıyordum bu da yığınla soru üretiyordu. okuldaki varlığım hayatımın geri kalanını işgal edip öne çıkmaya başlamıştı. gençlik bitmişti. çalışan bir insan olmuştum. çok çalışıp güzel bir doktora yapacaktım. böyle bir şeyler... sonra bu blogu tutmaya başladım.

belki artık ayrı bir araştırmacı şahsiyet de anlamlı değil... yani böyle ayrımların falan da pek heyecanı anlamı kalmadı. onur da nizam oldu zaten. iyi oldu. memur olmak, düzenli iş, öğrenciden hoca tarafına geçmek, velhasıl hayatımda bir dönem anlamlı ve belki zorlu olmuş olan geçişler de anlamını yitirdi.. öyle işte, artık bir fevkaladeliği yok... araştırmacı olma fikri de pek beni heyecanlandırmıyor artık. iyi tabii, yapmak lazım.. biraz ondan biraz bundan... biraz tasarım biraz araştırma biraz eğitim.. hiçbiri de pek öyle fevkalade anlamlar edinmeden.. o da bir denge bulacak belki.. sanki öyle fevkaladelikler ortadan kalksa ben de daha iyi olacağım...

stüdyoda doktorada ya da tasarımda işlerin neden başka türlü değil de böyle olmakta olduğunu açıklamaya gelince herkesi susturup konuşmaya geçebiliyorum. söylediklerim bana geçerli de geliyor. açıklamalar anlamlı geliyor. nasıl olup başka türlü olacağına ilişkin de öngörülerim var ama hepsi de bizi aşıyor gerekli eylemlerin.. artık daha ziyade...

tamam tüm bunlar değerli tecrübelerdi.. biraz aptallık, biraz hırs, biraz arzu bunlar hep insanı değerli hatalara sürüklüyor. öğretici girişimlere.. sonra tabii sonuçta ortaya çok anlamlı bişey çıkmayabiliyor.. insan öğreniyor işte...



doktoram bitmemiş olmakla birlikte benim için ilgili düğümler çözüldü. sürecin acısını tatlısını, tabi daha çok acısını üzüntüsünü, epiyce buraya döktüm. aslında çok keyifli anlar da yaşamaktaydım... güzel fikirlerin birbirini tamamladığı, düğümlerin çözüldüğü, güzel haberlerin geldiği, yeni şeyler öğrenmeye kendimi kaptırdığım anlar... uğraştığım her konu bana ilginç geliyor sanki... her neyse.. buraya ürünlerimle, içerikle ilgili de yeterince materyal koymadım.. ama her şey bir ölçüde bulanık ve havada idi.. henüz bir yere varmış bulunmayan yığınla proje ve grafik var.. illa gerekirse onun için başka bir blogum var. kullanmadığım.. gerekirse oraya da koyabilirim en sonunda olup bitmiş olanları.. belki yeni projeleri de...
bu tip kararlara pek güvenmiyorum. sonuçta insan... yani anlık biraz... sonra gün gelir... orda dersin.. orası iyiydi.. daha yazılacaklar var... bir süre ama...

17 Ekim 2011 Pazartesi

okulu şey

bu böyle olmayacak. odaklanamıyorum. bir haftalık işi yapıp metnimi bitiremiyorum. uzuyor. bir çare bulmam lazım. okulu... okulu şey.. dilim varmıyor ama.. metni de bitirmem lazım. okul da bir yere gitmiyor zaten.. her zamanki..

12 Ekim 2011 Çarşamba

aşması

elle tutulabilir, dokunulabilir ve sürtünülebilir dosyaları raflardan kutulara veya koridorlara aktarırken elle tutulamayan, dokunulamayan ve sürtünülemeyen dosyaları da harddisklerden flaş belleklere ve ordan da başka harddisklere aktarmaktaydım. neyin nerde olduğu belli değil. hangi kopyanın en yenisi olduğu, nerdeki hangi klasörün en güncel durumu barındırdığı belli değil. arşivim bir seri çatala ayrılmış, sonra bu çatallar farklı noktalarda yeniden melezleniyor, ana klasörün içindeki bu klasörü şurdaki şu klasörden aktarıyorum ama öbür klasörü şu tarihte yedeklenmiş bu klasörden aktarmışım, her yerde herşey var mı, birbiriyle uyumlu mu, tüm bu versiyonların hepsi günün birinde birden lazım olacak olan o dosyayı içeriyor mu...

tek bir bilgisayarla ve yedeklemek için de dvd'ler ile çalışırken enformasyon hala kontrol altında tutulabiliyordu. organize edilebiliyordu. ben de inançla her şeyi kontrol altında tutuyordum. bir düzenim vardı.

şimdi çeşit çeşit bilgisayar, depolama aygıtı ve internet ortamında paralel biçimde çalıştığımız ve afallatıcı boyutta bir enformasyon akıntısının kenarında tutunmaya uğraştığımız bu günlerde, işleri kontrol altında tutmaya adanmış o gülünç düzen arşivimde sürekli karşıma çıkıyor. ama gelip geçen enformasyon miktar olarak bir kritik eşiği geçtikten sonra organize edilmeye dirençli hale geliyor. orda ucunu bırakıyoruz. ucunu bıraktığımız an.

8 Ekim 2011 Cumartesi

hasar tespit

yokolan dosyalar, fotoğraflar ve belgeler yavaş yavaş ortaya çıkıyor. yani ortaya çıkmayacakları ortaya çıkıyor... günümün önemli bir kısmını mühim belgeleri 4 ayrı cihaza kopyalamakla geçirdim. şimdi de en önemli ve güncel olanları dropbox'a atıyorum. yaraları sarıyoruz. deadline 10 ekim imiş. çalışıyoruz. iki küçük projem daha var. haftasonumu bunlara ayırdım. ve tabii çiçekleri sulamak, çamaşırları yıkayıp sermek, haftalık yoğurt yapımı, sportif faaliyetler... üretmek insanı kurtarıyor. sonra tez falan...

7 Ekim 2011 Cuma

çalışamıyoruz

kafamızı elimize yaslamış duruyoruz, neden böyle oldu? bir suçlu aramaya başlayayım artık, kendimden başka... harddisk'im kurtarılamayacak şekilde harab olmuş gibi. ama niye? aslında güzel güzel oturup bir infografik yapacaktım. pek keyifli olacaktı bu. oldu mu bu peki şimdi? aslında ilgili klasörü kurtarmaya çalıştığım süre zarfında kaybolan çalışmaları yeniden yapıp işi yetiştirebilirdim. ama bilgisayarı da kurtarmam lazım. n'apsam? hiç bu ölçüde kambur durmamıştım. aslında ne kadar önemsiz. neden böyle? ıvır zıvır işlere dertlenmeyi bırakıp iyi yanlarına odaklanmam lazım iyi şeylere. iyi şeyler. omzum ağrıyor. kafamı hafif sağa doğru döndürüp düzeltmem lazım. her şeyde bir bulanıklık var. bir zaman, bir şey, şeyolmuştu, şeydi.. işte neyse neydi. bana "hiç bir şeyi hatırlamıyorsun" diyen arkadaşlarım var. hatırlamak bir çaba gerektiriyor. önce hafızaya kaydetmek ve sonra onu hafızadan geri çağırmak için... biraz enerjin olması lazım. ilk başta biraz tetikte olmak sonra bir enerji harcamak lazım.. olmadı ama. bişeyler. kendimi aylarca önce bir haftamı yiyen monitör sorunuyla yeniden başbaşa buluyorum. ve meseleyi nasıl çözdüğümü hatırlamıyorum. aslında işler iyi gidiyordu. yayın ise eğer, bi kaç ay içinde 4 bildiri bir öz ürettik, yenileri de yolda. tez ise, yazıyorum işte, iyi kötü oluyor. iş ise, yapıyoruz işte, gayet güzel oluyor gidiyor. tasarım ise, onu da bırakmadık tutuyoruz ucundan. hayaller ve planlar ise, onlar da var, eksiğimiz yok. hayattan beklentiler ise, onlar da var, bitmiş değil. neden böyle oldu? işler iyi gidiyor. ama işler iyi değil. ne oldu bir anlasam. araştırmacının cevapları yok. bünyenin var. biliyorum ne olup ne bittiğini aslında. nasıl olduğunu da biliyorum. orası hiç bulanık değil. ama araştırmacı isyanda. işine bakmak istemek. bakamamak edememek. neyse, el yordamıyla harddisk'i kurtarmak. bilgisayarı formatlamak... belki öyle ya da böyle çözeceğimi bildiğim için ıvır zıvır meselelerle bu kadar dertleniyorumdur. kolay rakip çünkü. çözemeyebileceğin konularla boğuşurken o kadar cevval olamıyorsun..yüzüne korku ve yılgınlık yerleşiyor. herneyse sonuçta xorg.conf siliniyor ve panning hanesi de boşaltılıp düğmesine basılıyor. ben yatayım.


5 Ekim 2011 Çarşamba

çalışıyoruz

bir düşüş bir bölüm, bir yıkıntı bir bölüm, bir çöküş bir bölüm...

[tam tempomu rayına oturtuyorum ve epiy iş çıkarıyorum, sonra sabah kalkıyorum ve desktop'um açılmıyor. bir sabah kalkıyorsun ki yok... neyse ki gece yatmadan son çalıştığım dosyayı internete yedeklemişim..
tamam canım sıkıldı tabii şimdi bu meseleyi çözmek lazım nası yapacağımı da bilmiyorum.. neyse 3 bilgisayarım daha var (bkz. çılgınca donanıyorum). nazik bir downgrading ile bilgisayarları çökerte çökerte epiy dayanabilirim. bugün bunu üstümden atabilirsem bir bölümüm daha olacak. ama ı-ıh atamayacağım gibi.]

2 Ekim 2011 Pazar

çalışmıyoruz

sıkıldık biraz.