24 Aralık 2010 Cuma

bu dönemki stüdyodan dersler

stüdyonun ruhu çekildi gibi geliyor. aslında kötü gitmiyor. çocuklar kendilerini geliştiriyorlar. ama beni açmıyor işte. belki açsa siperden bu kadar çok kaçmam. bu stüdyo işinde bir adım ileri / yana atıyoruz ya da kendimiz yeni bişeyler öğreniyoruz hissini kaybediyorum. yine de çıkarılacak dersler var. yeni değiller. bir kere daha doğrulanmış eski kanılar.

presizyon tutmadı. daha çok birebir konuşma, daha net brief'ler ve daha bol örnek ve daha derli toplu lecture'lar olsa denebilir. o zaman da bildiğimiz stüdyo olurdu. gerçi onun da iyisini yapıp yapamayacağımız kuşkulu. zor bir iş. sonuçta başlangıçtaki kanım güçlendi sadece: 'presizyon' kelimesini 'deney'le yanyana anmamalı. stüdyonun enerjisi düştükçe düşüyor.

katılım falan da kalmadı harala gürele arasında... blog iflas etti. öğrenciler yurtdışından bir okulun birinci sınıf vidyosunu izlediler: "biz de böyle eylensek ya" yazmış biri. önceki yıllardaki tecrübelerimden sonra bundan daha üzücü bir yorum daha alamazdım.

çok çalışmaktalar ama ortaya sonuç çıkartamıyorlar. temelde tek iş üzerinden haftalarca çalışılıyor. ama bir günlük hızlı bir işte çıkacağı kadar ürün çıkıyor. öğrencinin gelişimi çok yavaş oluyor. tek iş yapmasak da aynı sürede 5 tane iş yapsak öğrencinin zihni mekansal-mimari konular açısından belki aynı düzeyde gelişecek, çünkü o her halükarda yavaş oluyor ama çok farklı denemeler yapmış olacak, farklı araçlara konulara el atacak, ilerde bu çeşitliliğin faydasını görecek.

bi de hep aynı konunun üstünde kalınca stüdyoda havamız değişemiyor. üzerimizde sıkıntılı bir hava birikiyor, temizlenmiyor. ve stüdyoda bir aylaklık bir işsizlik bir durgunluk başgösteriyor. bu tip işlerde sorun işin sonuç verip vermemesinde değil, ürünler her halükarda kabul edilebilir seviyelerde olacak. ama olan stüdyonun havasına oldu. stüdyo süngere döndü. içi boşaldı ve kurudu. eğlendiğimiz söylenemez evet.

23 Aralık 2010 Perşembe

vır vır vır vır

yaklaşık 1,5 aydır düşük yoğunluklu çalışıyorum gibi görünüyor. elle tutulur bişey ürettiğim ya da bir programın kulağını çevirdiğim söylenemez. elimi atsam biriki haftada iki bildirilik somut sonuç çıkacak oysa, herşey hazır, kurgular hazır, kodlar hazır. yapamıyorum. bir yandan da sanki hiç boş durmuyorum. tv izleyemediğim için gerçekten de üretkenim. deadlinelar geldikçe gelmekte. ama tarihlerine bakmıyorum. doktoramın şeması yoğurdukça değişiyor. kaynakçası uzadıkça uzuyor. ama kaynaklara da bakmıyorum. zaten gigapedya her derde deva değilmiş. kara kara düşünmekteyim. bu kaynaklar nerlerden bulunacak? ıvır zıvır işler listem kısaldıkça uzuyor. milano dönüşü öyle bir havadayım ki bir kağıdı alıp fotokopisini çekmek bile büyük bir işmiş gibi geliyor. üstüme zimmetli fotokopi makinam var. ama zor geliyor. tamam bu işleri cuma günü yaparım diyorum. sonra cuma günü bir uyanıyorum a bugün stüdyo var ki diyorum. zaten okula gidiyorum toplantı da varmış ki... stüdyo olmasaydı iyiydi. eskiden bu zorunlu hazırlık aralarının değerini bilirdim. çünkü lazımdır. doğrusu budur.* hazırlık-bekleme-tembellik aşamaları yoğun çalışma aşamasından uzun sürer. şimdi buna vaktim yok. hayatıma çalışmama-suçluluğu girdi. masum aylaklığımı yitirdim. bu doktoranın bitmesine.


*bkz kuluçka döneminin gereği hakında ne demişler: [28aralık edit'i >> yannız biraz daha detayına girince gördüm ki bu tip deneyler genelde kısa süreli problem çözme denemeleri üzerinden yapılıyor. dolayısıyla uzun soluklu bir tasarım süreciyle ilişkili olarak delil olamaz sanıyorum. biz yine protokol analizi çalışmalarına döneceğiz sanıyorum delil arayışlarında.]

"... A recent review of experimental research on incubation showed that most experiments have found significant effects of incubation
(Dodds et al., in press). Those experiments investigated the effects
of incubation length, preparatory activity, clue, distracting activity,
expertise, and gender on participants’ performance. The review
suggested that performance is positively related to incubation
length and that preparatory activities can increase the effect of
incubation. ..."

[Sebastien Helie, Ron Sun; Incubation, Insight, and Creative Problem Solving: A Unified Theory and a Connectionist Model; Psychological Review, 2010, Vol. 117, No. 3, 994 –1024]

21 Aralık 2010 Salı

parçala ve yut

Nigan Bayazıt'ın derli toplu bir tasarım araştırmaları review'u var: Investigating Design: A Review of Forty Years of Design Research, Design Issues: Volume 20, Number 1 Winter 2004. Esasında konunun biraz daha geniş ele alınmış olması gerektiğini hissettiriyor. Neyse en azından insana iyi bir başlangıç kaynakçası sunuyor. Cross'un da benzer bir metni olduğunu hatırlıyorum. [Designerly Ways of Knowing'de derlenmişti sanki?] O metin de araştırmacının bilgi açlığını gidermekten uzaktı. Demek ki iş başa düşüyor. Neyse ki mücadelem konunun sadece küçük bir porsiyonuyla. [Büyük küçük harflere dikkat etmeye başladım evet, yakında tez yazmaya başlıyorum hatırlatırım.] Nigan Hoca tasarım araştırmalarını 5 başlıkta özetlemiş:

"A. Design research is concerned with the physical embodiment of man-made things, how these things perform their jobs, and how they work.
B. Design research is concerned with construction as a human activity, how designers work, how they think, and how they carry out design activity.
C. Design research is concerned with what is achieved at the end of a purposeful design activity, how an artificial thing appears, and what it means.
D. Design research is concerned with the embodiment of configurations.
E. Design research is a systematic search and acquisition of knowledge related to design and design activity."

Benim derdim büyük ölçüde B ve C maddeleriyle ilgili. İki temel tartışma kurgulamayı düşündüm: 1. ilk kuşak tasarlama yöntemleri ile ilk kuşak yapay zeka çalışmaları ilişkisini ve bu kuşak kavrayışların yapay-tasarım hususundaki başarısızlığının sebeplerini tartışmak ve 2. en güncel metinlere referansla bir tasarlama - tasarım problemi - tasarım süreci - tasarımcı davranışı çerçevesi çizmek. Geri kalan hususlar açısından metni biraz 'seyrek dokulu' bırakabilirim diye düşünüyorum.

25.12.010 geceyarısı edit'i: 1. maddeyi genelinde yapay zeka alanının tartışmalarından azade kurgulamak için ne gerekiyorsa yapılması. yapay zeka ile ilgili parçaların tarihsel arka plan çizmekle sınırlandırılması. [tasarımda-yapay-zeka ise biraz daha kuşatılabilir bir konu.] ve 3. bir madde olarak evrimsel yaklaşımlar ile insanın tasarlama tavrı arasında kurulabilecek bazı paralellikleri mevcut bazı bilişsel modellerle de ilişkilendirerek tartışmak eklenebilir.

kitap var

Educational Design Research, Edited by Jan van den Akker, Koeno Gravemeijer, Susan McKenney and Nienke Nieveen, 2006, Routledge

"The key to productive design research is to strike a new balance between caution and risk-taking. Concentrate on the most important design problems, understand them thoroughly, identify the most promising features for the design in light of that understanding, build prototypes with these features, and try them out. This is a much bolder and riskier research strategy than conventional social science research methodologists recommend, but it stands a much better chance of leading to innovative designs."

bu tasarımla ilgili bir kitap değil. tasarım eğitimiyle de ilgili değil. genel olarak eğitim metodolojisiyle ilgili. tasarlanan eğitim prosedürlerinin uygulanması ve değerlendirilmesi üzerinden eğitim pratiklerinin iyileştirilmesine yönelen bir yöntemler ailesiyle ilgili. eğitim pratiğinin / sürecinin karmaşıklığını gözden yitirmeyen bir metodoloji geliştirmeye soyunmuş bir araştırma alanı. esasında ilginç. ve stüdyoya da uyarlanabilir. ancak tüm sürecin kayıt altına alınıp detaylı biçimde değerlendirilmesini, sürecin başında, süreç boyunca ve sonuçta katılımcılarla görüşmeler yapılmasını, eğitimciler ve öğrencilerin sürecin tasarlanması aşamasında da görüşleriyle rol oynamasını gerektiriyor. hem zaman hem para açısından masraflı bir süreç. hadi yapalım çünkü ilginç olacak denerek girişilebilecek bir iş değil. tasarımdaki protokol analizi çalışmalarının daha uzun bir eğitim sürecine uygulanmasına benziyor. bazen aylarca hatta bütün bir yıl sürebilen ve sayısı belirsiz döngüler ve aşamalar içeren bir süreç tanımlanmış. incelemeye değer. ben şöyle bi göz attım sadece.

20 Aralık 2010 Pazartesi

büyük çekilme

> asistanlığa ilk başladığımda hem hocalara hem öğrencilere yönelik bir seri eleştirim hazırdı. zaman içinde bu eleştirilerden kaynağını alan bir seri deneme yapmak fırsatım da oldu. [şu yazıda: bkz.] o zamanlar karşıma gelen öğrenciler üst sınıflardaydı. şimdikiler ise daha okula yeni geldiler. bu öğrencileri üretim ya da performanslarından ötürü sorumlu tutmak, iyi gitmeyen bişeyler olduğunda suçu-sorumluluğu onlarda görmek, ayar vermek bana inandırıcı gelmiyor. hocaların da nasıl zorluklar içinde olduklarını artık takdir edebiliyorum. yine de sorumluluk hocadadır.
> ilk asistan olduğumda stüdyoda pek ön plana çıkmak istemiyordum. "hadi arkadaşlar şimdi şöyle şöyle yapıyoruz" diyerek öğrencileri gütmeye yanaşmıyordum. hocaların bazen bana bu yüzden kızdıklarını hissediyordum. sonra stüdyo sahnesiyle ben de tanıştım. sahne ışıklarının tadını almıştım. ama artık sınıfın karşısına çıkıp performans sergilemek istemiyorum. hevesimi aldım. sahne öğrencilerin olmalı.
> yine ilk günlerden itibaren stüdyonun föylerinin hazırlanması işini güzel bir tasarım komisyonu olarak kabul ettim. geliştirdi de bu egzersizler beni. bugün ondan yana da hevesimi aldım. stüdyoya ait grafiklerin üretilmesi öğrencilerin kendilerini geliştirmeleri için iyi bir fırsat sunuyor.
> tasarımcılar insan bilimleri, sosyal bilimler ya da fen bilimleri alanlarında eğitim almıyorlar. bir iki numunelik seçme ders dışında.. tasarımcıların aldığı eğitim tüm vakitlerini doldurmaya çalışıyor. bir de onlardan beşeri hayata katılan, etkinlikleri takip eden, hatta etkinlik düzenleyen kişiler olmaları bekleniyor. tasarımcının yüzeyselliği şaşırtıcı değil. herşeye yetişmesi zaten mümkün olamazdı. sonuçta stüdyolarda kültürel-politik-felsefi vd. konuların esas olarak tasarım sürecinde bir "primary generator" bulmak için, ürüne giden yolda bir tutamak, bir başlangıç bahanesi olsun diye kullanıldığı öğretiliyor. bu asla açık açık söylenmiyor. ama herkes mesajı algılıyor. ve evet bu böyle galiba. kuvvetli bir ana fikir, bir "konsept" bulmaya çalışmakla başlıyor çoğu tasarım süreci.
> uzun zaman bu yüzeysellikten şikayetçi oldum. çünkü niyeyse, sandım ki, stüdyoyu politik-felsefi-kültürel tartışmalar üzerinden örgütleyenler gerçekten bu konuların tartışılmasını hedeflemişlerdi. bir dakika. onlar gerçekten bunu hedeflemişlerdi. gelgelelim, onlar da tasarımcıydı işte. bi kaç akademik basamak tırmanmak insanı sosyolog ya da kültür tarihçisi yapmıyor.
> öğrencilere metinler okutup, onlara yazılar yazdırıp, yayın egzersizleri yaptırıp bir de çeşit çeşit konuları tartıştırıyordum. metin dediğim, felsefe tarihinden bir takım ilginç kavramları tartışmayı sağlayan önemli metinler, politik konuları damardan tartışmaya götüren politik metinler, ütopya yazını vd... artık sanki bu da inandırıcı gelmiyor. [müslüman mahallesinde salyangoz satmak]
> belki artık uzun uzun teker teker tüm yaratıcılığımla nasıl yapabilirmiş aslında ama öyle de demek istememişim de işte acaba başka olasılıklar aranır mıymış... yıllar içinde öğrene öğrene boş konuşmayı öğrendim. kırk kere söyleyince oluyor olsaydı evrenin öbür ucunda şu anda sorulmamış ama esasında ölçeğin gerektirdiği diğer sorular sorulmuş maketin ve fikrin çağrıştırdığı olasılıklar takip edilmiş ve bu maket tekrar tekrar üçmilyaraltımilyonyüzellitrilyonbin kere yapılmış olurdu.
> stüdyoda çok konuşmak istemiyorum biliyor musun, susmak istiyorum. anlamsızlık.. stüdyoda değil de bende olsa gerek. orda ya da bende, her halükarda, diyorum ki, yürütücü bazı alanlardan çekilse, konuşmayı azaltsa, varlığını silikleştirse iyi olacak. sadece ben değil. yürütücü.
> hem sorumluluk hocada hem hoca kenara çekilecek?
> bunun birkaç yolu var, stüdyo sürekli üretilen bir yerse her öğrenci 4 hocayla teker teker ve bazılarıyla birden çok kere konuşarak ve geri kalan vaktinde de terasta laflayarak 4 saat geçirmez.
> bir diğer olasılık, stüdyoyu öğrenciler hazırlayıp yürütüyorsa hoca sorumluluğunu doğru yüklenmiş demektir.

insan böyle rüyasında koşmak ister de..

stüdyo yürütücülüğü faaliyetinde ekip çalışması modelinin iyi yanları çok, biri yorulunca diğerleri onun boşluğunu doldurabiliyor mesela. ki bu dönem ben siperleri çok terkediyorum. ayrıca kafa kafaya verince fikirler daha detaylı işleniyor, gelişiyor. fakat bazen de iyi olacağını bildiğin şeyi bir türlü anlatamıyorsun.. zannediyorum bunu ekiplere karışan her yürütücü zaman zaman hissediyordur. ısrarcı olmak ise olabilecek en verimsiz tavır. bazen de çok anlamlı olmayacağını bildiğin şeyden kaçamadığın oluyor. yani onlar oraya götürüyor da sen kurtaracısın gibilerinden değil, sen de işin içindesin. toplucana işleri oraya götürüyorsunuz göz göre göre. neyse bu dönemi bir şekilde bitirdik. bitti sayılır artık. ama benim kafamdaki stüdyo gittikçe daha uzaklarda kalıyor. insan gitmek istediğinin tersi yöne gittikçe de biraz yoruluyor.

17 Aralık 2010 Cuma

konferansı kazandım!

ilk akşam robert spahr'la kısaca konuşmuştuk, benimkine benzerlikleri olan işler yaptığından sözediyordu ikircikli bir alçakgönüllülükle. ben de ona bu grafik problemlerine ilk başta nasıl bir motivasyonla giriştiğimden ve bir zamanlar adbusters'ın bana ilham etmiş olduğu meme-generator fikrinden biraz bahsettimdi. asıl benzerlik ordaymış ama hiç de renk vermedi. benzerlik de denmez. sonuçta ben o fikri uygulamaya geçmedim. bugün onun sunumu vardı. evet teknik olarak özel bir şey yok gerçekten ama sonuçta meme-generator'daki hedeflerimden bazılarını gerçekleştirmiş, yol gösteriyor. duchamp referansı tavırdaki benzerliği açıklıyor. velhasıl internetten toplanan materyalle otomatik yeni görsel-metinsel öyküler kurmak ve dominant politik öykülerin altını oymak, ya da şiirler yazmakla ilgilenen varsa: robert spahr. [tabii spam-poetry gibilerinden bir janr oluşmuş durumda.]

miguel carvalhais'in oldukça teknik bir çalışması var. bir seri üretken sistemi sınıflandırmak için istatistiki yöntemler kullanıyorlar (multiple correspondance analysis! bu çok işe yarayan yöntemi ben de anlayabilsem keşke). benim de örneklerimi bir seri feature üzerinden alt gruplara sınıflandırabilmem gerekiyor. galiba bu konulara biraz girmem gerekecek. ama bu projeyi doktora sonrasına erteledim.

takao kobayashi'nin çalışması da benim için ilginçti zira problemini tanımlayışı benimkine çok benziyordu. yöntemlerde de benzerlik var. yaptığı şu, çizgisel biçimler üretebilen bir algoritma kullanıyor, milyonlarca şekil üretiyor. bir tarafta da bir sınıflandırma sistemini harfleri tanıyacak şekilde eğitiyor. bu sistem üretilen milyonlarca şeklin istenen harf olup olmadığını tespit ediyor. böylece otomatik olarak farklı fontlar üretiliyor. fena değil. ve benim uygulamaya çalıştığıma çok benziyor. esasında benim projelerim de şu haliyle üretilen alternatiflerin hedef imajlarla aynı sınıfta olup olmadığını ölçüyor. ve zaten kullandığım teknikler de hep klasifikasyon çalışmalarından alınma. tabi fikrin ilk uygulamaları benden de kobayashi'den de eski.

bugün de projelerimi şekillendirmek açısından çok verimli oldu. konferanstan yoruldum ama konsantrasyonum yüksek. dün plan projesiyle ilgili olarak vardığım kararları bozdum :] plan üretimini doktoraya dahil ediyorum. ve 3 boyutlu denemeyi sonraya atıyorum. mevcut binaların analizini de sonraya atıyorum. plan üretimi projesinin detaylarına girince de bir takım konuları baştan düşünmem gerekti. ama sanıyorum şimdi iyi oldu. bu sefer hakikaten başından sonuna nasıl gidileceği belli. yani bir sonraki detaylanma seviyesine gelinceye kadar :] metnimin taslağıyla ilgili de çalışma fırsatım oldu.

sonra da konferans bitti. hafif ve rahat bir konferanstı, herkes de rahat etti. eşikler yüksek değildi, çok çeşitli disiplinlerden katılanlar vardı, katılanların %40 kadarı daha önceden de gelmişti ve bu anlaşılabilir bişey. küçük ve ferah bir konferans, insanı germiyor ve herkesin kendine göre ilginç bulacağı en az 3-5 çalışma var. şimdi bunları buraya yazdım ama kapanışta herkes mikrofonu alıp üç beş kelime ederken aklıma söyleyecek hiçbişey gelmedi. yine de güzel bir aralık oldu benim için. 3-5 kişiyle tanıştım, bikaç tanesiyle wörkşop mörkşop yapabiliriz gibilerinden konuştuk hatta. eh.

ilginç bir detay: öğle yemeğinde enrica ve celestino'nun yanında oturdum. [konferansın düzenleyicisi olan akademikler.] bir ara celestino dedi ki "sizin itü'den bugüne kadar iki öğrenci gelip bana benim eş-yürütücüm olur musunuz dedi, ben de getirdikleri tüm kağıtları imzaladım, sonra ikisi de ortadan kayboldu hiç haber çıkmadı. ondan sonra yine sizden bir gurup öğrenci atölye çalışmasına geldi. materyalleri aldılar. sonra kayboldular. eh 3. bir öğrenci gelip yine eş-danışmanlık isteyince artık olmaz dedim." [!!] hm. ilginç. bu arada galiba sözü geçenlerin birini ben de tanıyorum. düşündüm bizde böyle bir iklim mi var hakikaten? benim de wörkşopa gidip doğru düzgün katılmadığım çok olmuştur. sonra delft'ten dönüşümde aylarca irtibat kurmayışım aklıma geldi :] neyse ki ben bildirimi paketleyip irtibatımı kurdum. yoksa genellemeye bir tuğla daha ekleyecektim mazallah.

okulda bir ruh mu dolanıyor?

facebook'ta bir taşkışla öğrencileri grubu kurulmuş. öğrenci temsilcisi arkadaş çok aktif. e-posta grubuna da mektup üstüne mektup geliyor. okuyorum yazılanları, sorunları, yorumları... öğrenciler sorunlara vakıf, nasıl çözümler gerektiğini de ortaya koyuyorlar, ne de olsa ciddi bir kısmı avrupalara gidip geliyorlar artık okurken, zaten internet üzerinden her yana bağlılar. e şimdi, işin ilginç yanı şu, hangi hocayı çevirip konuşsam o da aynı öğrenciler gibi düşünüyor. aynı sorunlar aynı çözümler. e asistanlar da öyle düşünüyor. herkes tüm sorunları ve çözümleri biliyor ve konuşuyor.

bir tuhaflık var.

yok mu?

[bir de zehir zemberek muhtıra yayınlandı hocaların haberleşme grubunda. yanlış anlaşılmasın yumurta olaylarından falan bahsetmiyorum. tümüyle okulun kendi politik hayatından bahsediyorum. okulumuzun derin idaresi görünürdeki yönetime muhtıra verdi. insanın kendini darbecilerle gönüldaş bulduğu zamanlar tehlikelidir. akışa kapılmaktan ziyade gözlem yapılacak zamanlardır bunlar. çağrışımı zorlama bir noktaya sevkettiğimi bildiğim halde biriki kelime daha devam edeceğim: böyle zamanlarda manipülasyon tehlikesi bulunmaktadır, ajan provokatörler gözlenebilir. en önemlisi bireysel duruşumuzu kaybetmemek.]

16 Aralık 2010 Perşembe

gen-art 2. gün

demek ki konferans da -diğer herşey gibi- bir teknikler ve prosedürler bütünü. bunu da yürüttükçe daha iyi öğreniyorsun. tabii bazı şeyler var, insan onu çok değerli görüyor ve ne kadar öğrense daha derinine inmek daha da o konuda ustalaşmak istiyor. bazı şeyler de var ki, insan mekanizmasını anladıkça gizemini yitiriyor. bir daha yapılmasa da olur. yok konferanstan bahsetmiyorum. konferans fena bişey değil. çok abartmamak da lazım tabii. sonuçta insana bişeyler katıyor. ve çok efor sarfetmek de gerekli değil. orda durmak yeterli. konferansa ait prosedürler gelişiyor.

gün boyunca dinle izle konuş düşün derken bir ara da projelerimi bir takvime koyup hangilerini doktorayla ilişkili geliştireceğime karar verdim. gerçi zaten karar vermiştim. netleştirdim. bugünkü başarım bu oldu. tasarımın biçimsel bileşenini otomasyon yaklaşımlarına katmak çizgisi gittikçe aklıma daha çok yatıyor. hala bunu tam olarak nasıl tartışacağımı bilemiyorum ama kaynakçam gelişiyor. dönüşte okumaya girişeceğim.

bugünkü sunumlar arasında benim için katja knecht'in ve philip galanter'in sunumları ilginçti. çünkü bu ikisi çalıştığım konularla doğrudan ilgiliydi.

knecht'in çalışması "k boyutlu ağaçlar" üzerinden ["k-d trees" deyin ve sevgili türkçe, üzgünüm ama beni yoruyorsun artık. sen bir bilim dili olamayacaksın. çünkü artık dünyada bir tek ortak bilim dili var. bu dilde yazılmayan herşey kayboluyor.] yeni bir segmentasyon/bölümleme/dilimleme yaklaşımıyla mimari ve kentsel plan düzenlemeleri üretmeye yönelen bir çalışma. benim de aklıma bir tür segmentasyon yaklaşımını tasarım birimlerini mekana yerleştirmeye dayanan yaklaşımla [halihazırda uğraşmakta olduğum yaklaşım] entegre etmek gerektiği geldi. segmentasyon yaklaşımlarının sorunu her değişkenin tüm diğerlerine bağlı olması. bir parametre değişince tüm sistem değişebiliyor. ayrıca temsil tavırları ilk anda göründüğü kadar esnek olamıyor -bir takım düzenleme tercihleri dayatıyor. oysa bir mesh modelinin esnekliğine ve keyfiliğine ihtiyacımız var tasarlayabilmek için. ben de mevcut plan düzenlemesi projemi yeniden düşündüm ve sonuç daha entegre bir aşamalandırma oldu. şu ana kadar belirsiz bıraktığım bir takım prosedürleri de tarifledim. ve başından sonuna kadar nasıl yürüyeceği belli olan bir proje çıktı ortaya. oldukça sade ve işleyeceği de görülebiliyor. tabii bu projeyi şimdilik ertelemek zorundayım. (önce doktora projeleri.)

galanter'in çalışması estetik değerlendirmeye nöro-psikolojik bir bakış getirmeye çalışıyor. galanter, karl sims ekolünden gelen bir evo-sanatçı. interaktif evrimsel algoritmalar üzerinden resimler üretiyor. sitesi burada; teorik yayınları ve eserleri tetkik edilebilir. sunumda işaret edilen ilginç bir ayrım "estetik haz" ve "estetik tercihler" üzerineydi. gerçi sunum daha ziyade haz ve ödül mekanizmaları üzerinden gitti. bense pragmatik bir bakışla basitçe tercihler üzerinden kurgulamaya çalışıyorum çerçevemi. benim anladığım bu konuda doğrudan uygulamaya geçmeyi sağlayacak detaylılıkta bir kuram henüz yok. ve galiba estetik beğeni, tercihler ya da haz konularını kapsayan alan hala toz duman içinde. galanter karmaşıklık teorisinden "etkin karmaşıklık" kavramını alıyor ve belki bu kavram üzerinden bir otomatik estetik değerlendirme kurgulanabilir diyor gibi. yani konuşmasının parçalarını birleştirince böyle bir sonuç çıkıyor. hmm. sonuç biraz bulanık. sadece bir şema var. şema da karikatür gibi. sonuç yok aslında. 2 hipotez var. yorumlanması gereken geniş bir açıklık yerinde duruyor. paper yayınlandığında bir bakıp linkini buraya koyacağım.

sol tarafa doğru tasarımcı, onun sağında mühendis

burada yine karşıma çıkan şu ikilikle ilgili not almadan edemedim:
bir uçta sanatçının, öbür uçta yöntemli akademikin yer aldığı bir öyküleme türleri skalası var. konferansın teması da bu skalayı gözler önüne serecek bir çeşitlilik davet etmiş buraya.

akademikten sanatçıya soru geliyor: "but how do you verify it?" soru anlaşılmıyor elbette. "verify" ha? soruyu yeniden formüle ediyor: "peki bu yüzey imajlarda mimari bir boyuta ölçekleniyor, büyük bir açıklık geçiyor, ama bu mümkün mü, yani animasyonda bıngıl bıngıl oynayan 3D modeli hangi kabullerle yaptınız [tabi ki kağıttan modelin davranışını andıracak şekilde yaptılar] ve mimari ölçekte de böyle mi davranıyor?" soru galiba yine anlaşılmıyor. yine de bir cevap çıkıyor: "öğrencilerime bilgisayar modelinin davranışının gerçeğine uygun olması gerektiğini söylüyorum ["öğrencilerim yaptı bu modeli" diyor, yani öğrenciler bi şekilde yapıyorlar. tanıdık geldi.], inşaat için iki mühendisle çalışıyoruz, ayrıca bu yüzey kıyafet olarak da giyilebiliyor." [!! hafifliğe bak!] bir diğer sanatçı: "this theory comes from laws of physics" [nası? : çağrışımsal olarak.]

öyle görünüyor ki, sanatçıdan beklenen, güzel bir öykü işte. ilginç görsellere katılan güzel bir sözlü öykü. fizik kuramlarının terminolojisi ya da yapısı ile sözde-bilimsel bir anlatı da kurabilir. "fenomenolojik bir bahçe" ürettim de diyebilir. sorgulayan yok. zaten sorgulanabilecek şekilde kurgulanmış bir öykü de yok.

araştırmacıdan ise başka tür bir öykü bekleniyor. amaçlar>araçlar>metotlar>sonuçlar türünden bir akışı olan ve düşüncelerin birbirine anlaşılabilir, tartışılabilir, savunulabilir, reddedilebilir biçimde eklendiği bir öykü. bu öyküdeki bağlantılar çağırışımsal, temsili ya da ironik olamaz.

yukarıdaki iki düşünme tavrının farklı olduğunu inkar etmek zor. aynı skalada olabilirler, ikisi de mutlak doğruluk iddia edemiyor olabilir ama aynı değiller. "rasyonel" diye birşey var. idealize edilmiş tanımlarındaki talepleri karşılamıyor olabilir ve sanatçının düşünme tavrından özsel bir farkı olmayabilir, bir tür düşünmek yürekte, öbürü göklerde yeralıyor olmayabilir ama bu tanımlamaya gelmeyen rasyonelliği biz yine de uygulamalarında ayrımsayabiliyoruz. aklın tanımı ilahi bir akla / yasaya / düzene gönderme yapmayan dünyevi bir tanım olacak. geldik bilim felsefesinin çözüme kavuşmamış tartışmalarına? bunları daha önce biliyordum sanki. bir öykücü meselesi vardı. bıraktığım noktada öykülerin hepsi aynı düzlemdeydi. ama öyküler birbirinden farklıydı. bu fark üzerine yazmış önemli şahıslar vardı...

bu aralar çok oluyor bu. çok uzun ve aralıksız periyotlarla doktorayla ilgili konuları çalışıyorum. diğer konuları hatırlamak zaman alıyor. bir lafa giriyorum, "şöyle bişey yapıyordum şöyle biri vardı" diye. sonra farkediyorum ki devamını hatırlamıyorum. tuhaf oluyor ama vakit istiyorum. "ben bunu sonra hatırlarım o zaman devam edeyim" diye.. konuya başka yerden devam ediyorum, sonra hatırlıyorum. "ya o şey vardı ya o şöyle şöyleydi"..

15 Aralık 2010 Çarşamba

araştırmacı milano'dan bildiriyor

[ama tam olarak naklen bildiremiyor çünkü konferans salonundan internete bağlanıp diyelim ki gazete okuyabiliyorum, bloglarımı izleyebiliyorum ama aynı bloga log in edemiyorum. maillerime de bakamıyorum. engellemişler. artık fazla kaytarmayalım diye midir sakıncalı içeriğe ulaşmayalım diye midir...]

milano'da 3 tam günüm milano politeknik aula s01'de generative art 2010 konferansında geçiyor. dışarıda hava çok soğuk. şimdilik konferans salonundan kahve köşeciğine tekrar salona oradan da tipik-italyan-restoranına gidip gelip duruyoruz. mütevazı bir konferans ve düzenleyenler çok yaşlı. ufak tefek mezuları gidip 100 yaşındaki saygıdeğer bir akademisyenden isteyip durmak zaten tuhaf, bi de anlıyor mu tam belli değil, unutabiliyor da kolayca konuşulanları. arada bu iki tatlı şahıs "ben konuşuyorum söz bende" türünden birbirine girer gibi oluyor, gülüyoruz. sonuçta herşey iyi kötü yürüyor. kahvemiz yemeğimiz eksik değil. eğer sunumlardan da çok fazla ilham ya da fikir beklemiyorsanız işte hafif bir zihinsel tur oluyor insana.

ıraklı akademisyenler bugüne yetişememiş, onların yerini almak isteyecek var mı dendi. kimse çıkmadı. yemekte gittim ben çıkarım dedim. sonra tam artık ben çıkacağım. bişey arranmaya başladılar. kadın olan dolanmaya başladı. önümdekilerle konuştu. adam da bakıyor kürsüden. sonra önümdeki bir kadın kalktı ben sunarım canım dedi, giti sundu. allah allah diyorum. neyse göz göze geldik. e ne oldu bizim iş der gibi bir surat yapınca hatırladı haa dedi ben seni göremedim orda. zaten adım da programda yanlış yazılmış. tabi diyorum ne diyeyim, ben türkçe karakter kullanmışımdır, ben yüzümü eğmişimdir. keh keh.. sonuçta öyle ya da böyle sunumumu yaptım. geçti. ne kadar kısalttımsa da uzun sunum formatında hazırlamışım. üzerinden bir daha geçip toparlasam belki herkese de daha anlaşılır gelirdi. ama çalıştığım alanı bilenler mevzuyu anlamışlar. akşam yemekte denk geldiklerim biriki soru sordular. paperi görmeyi bekliyoruz valla dediler. konuştuk. pek saygıdeğer ünlü akdemikler de vardı aralarında. bir tanesi gecco'ya sunmayı düşünüyo musun, önümüzdeki konferansa sunabilirsin dedi, ötekisi bu yaklaşımla daha önce karşılaşmamıştım dedi. gecco evrimsel hesaplamalar alanının en önemli konferans serilerinden.. mühendislerin ve 'matematikten anlayan akademisyenlerin' (daha iyi bir tanım bulamadım) daha yoğun bulunduğu bir ortam. velhasıl güzel oldu. kendimi iyi hissettim.

konferansın sosyal ortamı ilginç, tecrübeli akademikler teklifsizce muhabbete girip tüm sessizlikleri ustaca sorularla süreğen bir muhabbet elde edecek şekilde bölmeyi başarmaktalar. uzun masalarda daha neşeli ve konuşkan insanlar muhabbeti çekip götürmekteler. işte iyi kötü, uzun sessizlikler olmadan iletişim kuruluyor. havadan sudan. senin ülkende şu nasıl benim ülkemde bu nasıl, dünyada şu nasıl...

bugünkü sunumlardan iki tanesi ilgimi çekti. fakat ikisi de zorlaya zorlaya üretken sanat olmuş. yoksa nerdeyse tümüyle geleneksel süreçler üzerinden yoğun el emeği ile üretilip sonra modellenmiş çalışmalar. biri antony viscardi'nin ilk yıl tasarım stüdyosu. burada 2002'de yine burada sunduğu bildiri var. aynı örnekleri bugün de gösterdi. yenileri eklenmiş. hocanın yaklaşımına adanmış olmasının en azından ürün olarak kuvvetli sonuçlar verebileceğini gösteriyor. ama bu yaklaşımı tuttuğumu söylemem zor. yine de çizmek ve çizmek üzerinden tasarlamak konusunda düşünmemi sağladı. diğeri manuel a. baez. burada katlamalarla ürettiği bazı çalışmaları var. "şiş kebap sticks" ile yaptıkları var mı bilmiyorum. gugıllayın. onun şiş kebap dediği bizim çöp şiş dediğimiz şey. bana ilginç gelen bizim birinci sınıf eğlencesi olarak düşündüğümüz, yani biz belki ciddiye alsak da öğrenciye uzun soluklu, bir ufku olan bir çalışma alanı gibi sunmadığımız çöp-şiş ve katlamalı-yüzey meselelerini bu denli ciddiye alıp üzerine kariyer kurmuş olması. bu iki şahıs da adanmanın ve uzun soluklu çalışmanın nasıl sonuçlar verebileceğini örnekliyor gibi..

12 Aralık 2010 Pazar

araştırmacının çeklistle imtihanı

insanın vakti geniş olunca yolculuk hazırlığı da uzuun uzun yapılıyor. esasında tamamı 1-2 günde halledilebilecek işler haftalarca çeklistlerde kalıyor. bu seferki sunumumu vaktinde hazırladım. geçen seferki metin sunulmaya müsait değildi, benim kafamda yerli yerine oturmayan çok husus vardı, zaman çok kısaydı ve ben yeteri kadar zaman ayırmamıştım. sonuç iyi olmamıştı. sonuç iyi olmayınca insanın aklından çıkmıyor. aklına gelince çenen ileri çıkık gözlerin karşıda bir hayıflanmadan edemiyorsun. şimdi 15 dakikam var. sunumumu hazırladım, söylenecekleri madde madde yazdım. performe ettim. 18 dakika olmuş. elden geçirip kısalttım. metnin çıktısını aldım. sunumu kaydedip farklı platformlarda denedim. usb stick'e attım, yetmedi e-postayla kendime gönderdim. ayrıca hazırlık klasörünü ve imajları da yanıma aldım. mouse'a pil taktım, eeepc'yi okunacaklarla dolduruyorum, bazılarının da çıktısını alayım.. ve mesela yarın sabah durakta taksi bulamıyormuşum. tasalı bir insan mıyım acaba, yoksa vaktim mi geniş? yoksa histogramların kombine etkisini denemeyi biraz daha ertelemek için araya yeni ıvır zıvırlar mı alıyorum?

11 Aralık 2010 Cumartesi

bu okuldan bir cacık olmaz

>> bugün toplantı var dediler, gittik. hayaletler yılda bir kere 326'da toplanıyor. artık varolmayan bir anabilim dalının hayalet asistanları olarak duvar dibindeki ikinci sıra taburelere sıralandık. ve varolmayan anabilim dalının toplantısı anabilim dalı başkanı, saygıdeğer dekan, 16 öğretim üyesi 5 asistan ve 3 yeni asistanın katılımıyla başladı. okula girdim gireli 6 yıldır aksatılmadan söylenen aynı sözleri ve 6 yıldır alınamayan kararların bir karara varılamadan yeniden tartışılmasını dinledim. o esnada hocalardan biri de söz alıp 18 yıldır bunu tartışıyoruz dedi. hadise pek şık. ama kimse de şaşırmadı. gülümseyen bile olmadı galiba. [abartıyosun diyen olursa diye söyleyeyim, toplantı çıkışı hocama tekrar sordum, gerçekten 18 yıldır bu konuşuluyor mu diye, evet dedi.]

>> geçenlerde bölümümüzün ders planını ve seçme dersleri inceledim. %100 ingilizce eğitim veren bir paralel bölüm açıldı [aynı bölüm, aynı dersler, sadece tamamını ingilizce olanlar arasından seçerek mezun olman gerekiyor, yani aynı bölüm, sadece daha az ders seçeneği sunuyor. yeteri kadar ingilizce ders de yok zaten.] onun ders planına da baktım. şimdilik sadece ilk iki dönem belli zaten. [yakıştı! kervan yolda düzülür.] [o programın öss puanları odtü'yü geçti diyorlar? ["atma" demeyin dekan tv'ye çıktı övündü]] bir seri madde halinde bana saçma gelen kısımları yazdım. sonra yazdıklarım rahatsız edici derecede açık geldi, pornografik yani, yazmaktan vazgeçtim. sonra isyan ettim: "nasıl bir ortam bizim okulumuz ya? ne acayip bir ders planı var? nasıl güncellenemez?"

>> bu sorunun cevabını bugün aldım. üniversite senatosu bir dersin bırakın açılmasını, kapatılmasını bile çok zor kabul ediyormuş. yani bir ders açılıyor. evladiyelik. hocalardan hocalara geçiyor. bu arada dersin içeriği ister istemez değişecek, ama adı aynı. babam da "bizim zamanımızda ders kitapları böyle olurdu" diye anlatıyordu. şöyle oluyormuş, bir profesörün kitabı var, o, kitabını doçentine bırakıyor. doçent de kitabı güncelleyip kendi adıyla yayınına devam ediyor. sonra o da kendi doçentine bırakıyor. bizim dersler de böyle bir yaklaşımla yaşamlarına ilelebet devam ediyorlar. tabi sadece seçme ders listesinde.. gerçekteyse açılmıyorlar. yani zorunlu derslerin / ders planının güncellenmesini geçtim, seçme dersler bile kapatılamıyor, güncellenemiyor. ama o dersler 1-2 yılda eskiyor artık. hocalar üstlerinden dersleri atmak peşinde. sıkılmış, hocasından kendisine kalan aynı saçma dersi vermekten. ne öğrenci inanıyor ne kendisi inanıyor dersin güncelliğine. ama atamıyor üstünden.

>> okulun araştırma ve eğitim açısından ne halde olduğunu biz içerden biliyoruz, iyi durumda değil. iyi de, şimdi, archiprix ve mimed ödüllerinin sonuçları geldi. bizim okuldan öğrenciler orantısız ölçüde başarılı oldular [?] önceki yıllarda da okulumuzun bir ağırlığı oluyordu. taşkışla-entegre-et-tesislerinde geliştirilen yığınsal öğrenci işleme teknikleri bunun sebeplerinden biri olabilir. [aslında yıldız da bizim kadar kalabalık sanıyorum.] bunlar zaten öss'de üst dilimlerden geliyorlar, illa ki aralarından bazıları başarılı olacaklardır denebilir. [bu güzel bir istatistik ödevi olabilir.] yine de diyorum, bu kadar sıradışı başarı göstermek okulun eğitimi adına olumlu bir gösterge değil midir? [istatistik diyorum, belki tesadüftür?]

>> gösterge demişken, bir stüdyonun başarısı-başarısızlığı ölçülebilirse en azından bu o stüdyo ile ilgili söz söylemeyi mümkün kılar mı? belki tek stüdyo özelinde asla böyle bir ölçüm yapılamayacak. ama okulun genel stüdyo eğitimiyle...

>> birilerinin işinin veriyi toplamak, ham halde bir takım erişilebilir yerlere yığmak olması lazım diye düşünüyordum. mezunların ne yaptığını takip etmek mesela. kaçı çalışıyor, hangi işleri yapıyorlar.. itü bir mezun bilgi sistemi kurmuş: aslında amaçlarını [ve taktiklerini] incelerseniz fena düşünülmemiş. bir "elektronik camia" yaratıp bir yandan da kullanıcıların bilgilerini toplamayı amaçlıyorlar [gugılvari]. işler mi bilmem. [ben üye olmadım mesela.]

şöyle şeyler yazmışlar:
_İzinsiz olarak sistemde bulunan materyallerin kopyalanması, üretilmesi, yazılması, yüklenmesi ya da herhangi bir şekilde transfer edilmesi yasaktır. Kullanıcılar indirilebilir herhangi bir materyali bilgisayarlarına yalnızca kişisel kullanım için indirebilirler
_Sistemdeki bilgilerin reklam ya da politik amaçlı kullanılması yasaktır.

[peki bu veriye kim, nasıl ve hangi amaçlarla erişecek?]

>> ve tabii aslında öğrenci işlerinde öğrencilerin nerlerden, hangi çevrelerden geldikleri, okulda kaç yıl dolandıkları, alınan notların ortalamaları, kimin hangi ülkelere gidip geldiği, nerlerde yüksek öğrenime devam ettiği gibi pek çok bilginin bulunduğunu sanıyorum. bu verilerin de birileri farkına varmıştır herhalde artık.

>> okulumuza toplam kalite yönetimi, benchmarking gibi adını duyup kendisini tanımadığımız değerlendirme yöntemleri gelecekmiş [emrah öyle diyor.] bu da belki, o kadar fena bişey değildir hı? en azından, oligarşi yerine teknokrasi. yoksa, hakikaten bu okuldan bi cacık olmayacak. içim çok fena sıkılıyor bazen. sana ne değil mi aslında? ne güzel işin var. takma kafanı, işine bak. ama bunları düşününce içim sıkılıyor.

bunun da konferansı var dergisi var

bir yayın yapmayı hedefledik. stüdyodaki işlerin birinden. fakat uzuncana bir akşam mesaisi bir takım hususları düşündürdü:

_stüdyoda olan biten gerçekten çok karmaşık. sadece bir öğrenci olsa onun yaşadığı süreç zaten çok karmaşık, 64 tanesi ve 4 yürütücü hem bireysel hem ortak yönleri bulunan bir iş yapınca takip etmesi, belgelemesi, izlemesi [türkçe hocam: kimin izlemesi?], analiz etmesi, aşama aşama ortaya koyması imkansız oluyor.
_ o zaman farkettik ki işi en başından takip edilebilir bir yapıda kurgulamak mümkün olabilirmiş. [ecnebiler bunu yapıyormuş.]
_ soru şu: kurguladığın süreç tasarımın ya da stüdyo eğitiminin bir yönüyle ilgili bir sonuç çıkarmanı sağlıyor mu? yoksa farenin sırtında kulak büyüttüm uzaylı dinliyorum mu diyorsun?
_ondan sonuç çıkartamıyorsun, bundan sonuç çıkartamıyorsun, öyle de ölçemiyorsun böyle de ölçemiyorsun, doğrulayamıyorsun, yanlışlayamıyorsun, iş case'in kendisi ama insana şu şudur bu budur denecek bir açıklık sunmuyor. eh bu işlerin yayını nasıl yapılacak arkadaşım? [herhalde önce mimarlık eğitimi dergilerine, ilgili konferansların proceedinglerine falan bakmak lazımdı değil mi.. bir o eksikti.]

olmuş mu yani

hocam diyor, olmuş mu, olmuş mu. olmuş mu. nasıl diyor, nasıl yapıcaz yani. şimdi ben anlamadım yani şöyle yaparsam olur mu diyor, şöyle mi yapayım diyor. olmuş mu diyor. böyle olunca olur mu diyor.

allah allah diyorum. allah allah. sürekli onay mı arıyor, yoksa kendine mi güvenmiyor, eşeği sağlam kazığa mı bağlıyor, yoksa pedagojik hatalar içinde miyiz. ama bakıyorum o hatalarımızı da göremiyorum. sanki her yıl nasıl davranıyorsak öyle davranıyoruz sanıyorum. öğrenci de her yıl nasıl geldiyse o durumda geldi. ama dönemin sonu oldu hala olmuş mu diyor.

hocaların yarısı diyor ki ama biz her sene buna benzer durumlar gözlüyoruz. öteki yarısı da diyor ki yoo biz hiç yaşamadıktı. uzaktan bakıyorum hocaların o yarısı bu yarısından farklı bir tavır içinde görünmüyor. işlere bakıyorum tam olacağı gibi işte, yani bu iş için bu aşamada bu öğrencilerin üreteceği iş de budur. evet öyle. her şey normal. gibi. sadece onlar çok sormaya devam ediyorlar.

10 Aralık 2010 Cuma

protokol çalışmaları

iki anlaşma metnini karşılaştırarak ve bolca da akıl yürüterek hibrit bir anlaşma metni ürettim. işte "kendine kendin hayır demeyeceksin" kabilinden. rektörlüğe, delft'e, yök'e ya da şansa bırakacaksın. evet. bir yandan da ya olursa diye korkuyorum. ciddi bir tez savunması, cübbe, duçça cümleler, huyu suyu bilinmeyen ecnebi akademisyenler, yüz yıllık prosedürler falan. hani olur da yazdığım tezi kabul ettiremezsem işimi kaybediyorum, derhal askere alınıyorum ve ardından kendimi 35 yaşında bir işsiz olarak hayata sıfırdan başlamak üzere buluyorum. enteresan. herhalde daha anlamlı bir dalda yeniden doktoraya başlarım diyor insan? hep yeniden başlanıyor ya. düşüyorsun kalkıyorsun üstünü silkip yeni bir deneme falan. ama hangi parayla? o yaşta insana burs da vermezler. esasında.. bilinmez. öyle birşey olsa belki de herşey daha iyi olur. insana girdiği yoldan kaçıp bambaşka birşeylere girişmek için fırsat verir?

24 Kasım 2010 Çarşamba

herşeyin başı ev

uzun bir aralıksız çalışma ve üretme döneminin ardından bir ara vermek insanın zihnine iyi geliyor. nispeten boş ve sıkıntılı 2 hafta geçirdim, bir yığın ıvır zıvır bürokratik işe giriştim, ev bakmaya başladım, arkadaşlarla buluştum ettim derken kafam dağıldı hakkaten. sonra bir akşamüstü yürüyüşü yaptım ve fikirler zihnime çılgın gibi üşüştüler. koşar adım eve döndüm herşeyi not ettim bir güzel. bir seri projem var, bunların iki tanesini doktora ile birlikte yoğurayım diyorum. eğer hevesim kalırsa diğerlerini doktora sonrasına saklamak.

doktoranın fazla can çekişmeden, beni de bu kadar fena bir tempoda çalıştırmadan bitmesi lazım. gerçi her halükarda zamana yaymak durumundayım, ama zamana ferahça yaymak ve daha az gerilmek önemli. doktorayı mimari tasarımdan ziyade genel bir "tasarım" başlığında tutmak daha iyi olacak gibi görünüyor.

bir önceki entry'de çizdiğim bağlam uygun bir çıkış noktası. biçimsel yönü ağır basan, ya da işlevsel tariflerle tüketilemeyen tasarım problemleri konuyu çalışmamı sağlayacak. biri işte generative art paper'indeki grafik düzenlemeler meselesi. şimdi o projeyi bir seri ek araç, operatör ve yeni problem tanımlarıyla bir daha ele almayı düşünüyorum. bu sefer işte yazı blokları, başlıklar ve imajların yer aldığı gerçek bir grafik tasarım problemi üzerinden. ve hızlı uygulanabilir bir yöntem bulabilirsem (ki var ama anlamam lazım) bir de "doku" fitness'i eklemek.... bir de taaa en başında bütün bu işlere girişmeme sebep olan şu "tarz kümeleri"nin nasıl örneklenebileceğiyle ilgili fikirler var artık... iki alternatif var.. bu projede daha basit (hatta dimdirek açık) olan ilk yaklaşımı uygulamayı düşünüyorum.

grafik hedeflerinin şablon setleri halinde derlenmesi ve gridal bir parametrik nesne tipi ile işin içinden çıkabileceğimi öngörüyorum. bu nesnenin gürültü sınırları üzerinden daha kontrollü / sınırlanmış bir arama uzayı oluşturulabilir. daha ilk notları alırken insanın aklında çeşitli sorunlar ve çözüm yolları canlanmaya başlıyor.. pek heyecanlı.. neyse şimdilik bunu bırakıp yarıda kalmış bir projeyle ilgili biriki deneme yapmam lazım.. bloga bir kaç ay önce bir boxplot ve bir seri iki boyutlu histogram içeren bir yazı koymuştum. şimdi o kaldığım yerden featurelerin kombine kullanımını deneyerek devam edicem bir. sonuçlara göre aklıma yeni biçimsel feature türleri geldi.. onları denemeyi düşünüyorum.. zaten ben bunlarla ilgili ilk elyordamı aramalarımı gerçekleştirirken bu dönemin izlemesi gelip çatacak...

fikirler denenmeli, projeler tariflenmeli, denemeler yapılmalı, metinler yazılmalı, konferanslara gidilmeli, yayınlar yapılmalı, jürilere çıkılmalı ve doktora bitmeli. ama önce eve çıkmak.

21 Kasım 2010 Pazar

amaç maksat hedef goal end gaye erek aim meram kasıt purpose mission murat niyet objective intent emel target cause

alternatif 1.

eğer geniş kapsamlı bir otomasyon projesinden söz ediyorsak, tasarım alanında yapay zeka çalışmaları henüz ikna edici sonuç vermiş değil. akıllı tasarım asistanlarından sözetmek bile güç. erken çalışmalar tasarımı 'problem çözme'ye indirgemeye çalışmış görünüyor ama tasarım problemleri doğaları gereği belirsiz (kötü-tanımlanmış) ve tasarım otomasyonu başlıbaşına ayrı bir yapay zeka alanı olmayı hakediyor. tasarlama kendine has bir düşünme ve eyleme tavrı ve insanın düşünme ve iş görme tavrını anlamak açısından araştırılması gerekiyor. algoritmik yaklaşımların iflas ettiği problemlerde insanın çözüme nasıl ulaştığını anlamak pratikte de önemli sonuçlar üretecek.

demek ki işin iki boyutu var:
1. belirsiz problem alanlarında insanın nasıl davrandığını anlamaya dönük bilişsel araştırma.
2. bu tarz alanlara yönelik pratik otomasyon çalışması.

bu iki alanda yeni yaklaşımlar var. tasarım düşüncesi / tavrı araştırmaları şu anda yeteri kadar gelişmiş sayılmaz, alanın karmaşıklığı şimdilik ancak ana hatlar ile ilgili bir kavrayış ve kabule izin vermiş gibi görünüyor. bu belki bir başlangıç olabilir ve bu alandaki çalışmalar daha somut veriler üreten bilişsel nöro-bilim tekniklerini kendine katarak aşama katedebilir.

yapay zeka alanında ise ilk kuşak yaklaşımlardan (GOFAI) farklı yöntemler, genelde sınırlandırılmış problem alanlarında da olsa uzun zamandır deneniyor. bunlardan biri evrimsel hesaplamalar. bu bir stokastik arama türü ve 'sub-optimal' çözümlere ulaşmada oldukça etkili olduğu düşünülüyor. evrimsel algoritmalar mucize yaratmıyor ancak tasarımın çeşitli aşamalarında kullanılabilecekleri de öngörülüyor ve çeşitli çalışmalar mevcut. evrimsel algoritmaların belirli bir alana uygulanabilmesi için bir kaç temel hususun ele alınması gerekiyor:

>tasarım alanına ait ürünlerin bilgisayar ortamında temsili (genotip, fenotip ve inisiasyon)
>aday ürünleri çözüme cevap verecek şekilde adım adım dönüştürecek operatörlerin geliştirilmesi (mutasyon ve çaprazlama)
>tasarım hedeflerinin tanımlanması ve aday ürünlerin hedeflere yönelik olarak değerlendirilmesi (zindelik prosedürleri)

(tasarım alanının ve problemin tüketici biçimde tanımlanması ise gerekmiyor!?)

bu hususlar mimari tasarım alanı için de geçerli. mimari tasarımda hem işlevsel performans kriterleri var hem de biçimsel (tasarım hedefleri). işlevsel olanları tanımlamak için çeşitli çalışmalar yapılıyor ve belirli bir başarı düzeyine gelindiği söylenebilir. biçimsel değerlendirme ise ya performansa indirgenmeye çalışılıyor ya da interaktif süreçlerde insan tasarımcı işin içine katılıyor. oysa:

> biçimsel nitelikler sayısal olarak temsil edilebildiğine göre, beğeniler de sayısal olarak tanımlanabilir?
> (mimari) tasarıma yönelik bir otomasyon projesi biçimsel değerlendirmeyi de otonom kılmalıdır.

proje hem işlevsel hem beğeniye yönelik performans kriterlerini karşılayabilecek bir tasarlama yaklaşımını örneklemeye yöneliyor.

(ama mimari tasarımın neresinde, hangi aşamasında, hangi alt-göreve yönelik olarak, yoksa mimari tasarım değil de daha genel bir tasarım başlığı altında örnek mini problemlerle ilgili olarak mı?)

20 Kasım 2010 Cumartesi

tatil sıkıntısı

9 gün tatil:
> bir an önce bitmesi istenen anlamsız bir zaman aralığı.

tanım:
> tüm resmi kuruluşlar kapalı olduğu için yapılması gereken herşeyin 9 gün sonraya ertelenmesi.
sorun:
> ama yapılması gereken herşeyin hala yapılması gerekiyor ve liste uzun ve resmi kurum ve kuruluşlarla ilgili bir sürü madde var.
sonuç:
> tatil yapmak ile elden geldiği kadar iş çıkarmak arasında kalmak ve ikisini de yapamamak.
> tatilden sonra yapılacak işlere hazırlanır gibilerinden ve eğilinmesi gereken diğer mevzular için konsantre olmaya çalışır gibilerinden tatsız ve anlamsız bir bekleyişle tam 9 gün harcamak (çocuk odasında).
(> bir araştırmacının kendi evinin olması gerekiyor. şezlong sığacak kadar bir balkonum olsaydı en azından keyfederdim ayaklarımı uzatıp. ya da kanepeye yatıp kendi istediğim tv kanallarıyla vakit öldürürdüm. bu da bir tatil hissi verirdi sanıyorum.)

tatilin iyi yanı:
_biraz ferahladık, kentte dolandık, içtik, deniz kenarı gördük, vapura bindik, balkonda oturduk (belimizi üşüttük), hava aldık, aciliyet hissinden arındık.
_internette uzuun uzuun dolandık, ne kadar ilgisiz konu varsa inceledik (ashab-ı kehf mesela. iyi uyumuşlar.) neredeyse tazelenecektik.
_delft'le kontak tazeledik. bildirimizi haber verdik. iyi oldu.
_delft ve itü arasında doktorada 'joint program' için bir anlaşma metni var, inceliyorum. sanıyorum benim durumuma uymuyor. ama yine de bir bakacağız tabii. olsa iyiydi ama.. n'apalım.
_insan doktoraya girişirken projeler yapıp metinler yazacağını sanıyor. ama aslında vaktinin ciddi bir kısmı kurumsal ve beşeri temasları ve onay prosedürlerini koordine etmekle geçiyor.
_keşke doktora 1 kişi ile aynı kişi arasında bir anlaşma olsa idi. kendimle yazışsaydım, kendim koopere etseydim, kendime danışsaydım, kendim jüri yapsaydım, kendime savunsaydım ve kendim onaylasaydım. ne kadar zor, insanlarla kontak kurmak, kontağı sürdürmek, insanlara bir şey vermek veya onlardan bir şey istemek. iyi kötü sürdürüyorum ama aslında her bir mektubu yazarken baya zorlanıyorum, yazdıktan sonra yazdıklarımı düşününce daha da bir zorlanıyorum. yüzyüze teması hiç anlatmayayım bile.

16 Kasım 2010 Salı

nöro-bilim tasarımcının beynine girmiş (çok şükür)

K. Alexiou, T. Zamenopoulos and J. H. Johnson, S. J. Gilbert; Exploring the neurological basis of design cognition using brain imaging: some preliminary results; Design Studies 30 (2009) 623-647

problem-çözme ve tasarlama faaliyetlerini net biçimde ayırıyorlar. birinci tabiri kuralları, amaçları ve operatörleri/araçları iyi tanımlanmış problemlere ayırıyorlar; bir bulmaca ya da matematik problemi çözmek gibi. ikincisi ise hedeflerin, araçların ya da hatta problemin tanımlı olmadığı, belirsiz kaldığı görevlere ait davranış tarzı. bu iki durumu çok iyi örnekleyen basit birer görev üretmişler. aynı tasarım birimlerini kullanıyorlar ama problemin tanımı ve hedefler farklı. daha sonra bir kısmı profesyonel tasarımcılar olan bir seri insanı alıp fMRI makinasına bağlamışlar ve onlar bu problemi incelerken ve çözerken beyinlerinin hangi bölgelerinin çalıştığına bakılmış. derinlikli bir spekülasyona elvermese de alınan sonuçlar yine de net. problem çözme etkinliğiyle tasarım etkinliği beynin farklı bölgeleri üzerinden yürütülüyor.

güzel de bir literatür özeti yapmışlar. önceki benzer çalışmaların genelde "yaratıcı düşünce" gibi daha genel kavramlar üzerine olduğunu söylüyorlar. tasarım düşünmesi/faaliyeti özelinde başka çalışmalar da bulmayı umuyoruz efem. arayayım biraz. bilen varsa söylesin. (aynı ekibin başka metinleri de var bu arada.)

15 Kasım 2010 Pazartesi

dg2



[figür bir. fitness'ların teker teker denenmesi. adaptif ve non-adaptif versiyonlar için. bu imajda ne olup bittiğini anlamak için şuradaki açıklamalara bir bakılabilir.]

yaklaşık bir yıl kadar önce "design games" başlığıyla bir seri metin girmiştim. [biri, öbürü, başkası ...] bu çalışma aslında onun devamı. [>>dg2] (bende de ne sebat varmış!?) orda bir seri sorun çıkmıştı. ana fikir tarz veya beğenilerin parametrik olarak kodlanması ve bunun üzerinden bir evrimsel algoritmada kullanılacak fitness prosedürlerinin (objective function da diyeler) üretilmesi idi. ama parametreler sayıca patlamıştı, programda hatalar vardı, bi de bir kuramsal çerçeveyi programa aktarmaya çalışmaklar yüzünden gereksiz yere katman katman derinleşmişti program. ve nesne yönelimli bir program yapısı oluşturduğumdan onu alıp düzeltmek de pek pratik olmuyordu. yani acemiliğimi doyasıya yaşamıştım. neyse işte arada başka konulara daldık, okuduk ettik, daha akla yatkın yaklaşımlar geliştirince de konuyu yeniden ele aldık efendim, o da bu çalışmadır.

buradaki tasarım problemi aslında dg1 ile aynı ama daha net bir biçimde tanımlandı: bir seri damga/desen ve metni (tasarım birimleri: DU) bir kanvasa dağıtmak. sonuçta renk dağılımı renk hedefi imajına, mekansal dağılımı da mekansal düzenleme imajına benzeyen grafik düzenlemeler (ya da desenler?) elde etmek. aşağıdaki imajlarda 3 temel senaryonun bazı varyasyonları görülüyor. birkaç meseleyi denedim bu süreçte. biri arayüz meselesi. ilk çalışmada parametre sayısı çok artmıştı ya, işte burda parametrik bir arayüz yok da hedef imajlar var. o imajlar da aslında onlarca parametre 'slider'ı ile zor tanımlanacak derinlikte/bollukta bilgi içeriyor, bakıyoruz anlıyoruz, seviyoruz seçiyoruz, görsel hayvanlar için hızlı bir arayüz. iyi de çalıştı bu. zaten benzer denemeler var literatürde. aşağıda figür 2 ve 3'e bakınız, burdaki denemelerde renkler olsun aranjmanlar olsun targetları andırıyor hakattan.

ikinci konu yine parametrelerle ilgili, her ne kadar tarzlarla ilgili parametre ayarlaması ve arayüz konusu hallolmuş olsa da evrimsel algoritmanın kendisine ait süreç parametrelerinin ayarlanması meselesi yerinde duruyor ki o da fena bir mevzu. öf. baya zaman alıyor. parametreler iyi ayarlanmazsa makina çalışmıyor. yani kötü sonuç veriyor. gecelerce ayarla ha ayarla. daha bir seri sorun daha var parametrelerle ilgili, bunların bir kısmını eski entry'lerde paylaşmıştım. o yüzden işte parametre kontrolü diye bir kavram ortaya atmışlar. bundan da bahsetmiştim biraz. özetle parametrelerin süreç içinde dönüşmesi / evrilmesi ile uygun parametreleri bulmanın da aynı evrimin konusu kılınması, buna da adaptif süreç deniyor. yine bir takım başlangıç değerleri veriliyor ama bu değerler de evriliyor. akıllıca bir fikir. ama nasıl uygulanacağı o kadar açık değil. neyse biz de denedik diyorum işte. eldeki denemelerde adaptif süreçler genelde azıcık daha kötü sonuç verdi. aynı parametrelerle başlıyorlar ama sabit parametreli süreç daha iyi sonuç veriyor. tabi yılmadım, popülasyon sayısını artırarak denedim de denedim. (10, 40 ve 80lik popülasyonlarla) çünkü parametre sayısı ne kadar artarsa arama uzayını o kadar geniş tutmak gerekiyor. e adaptif süreçte evrilen parametre sayısı çılgınca artıyor. özetle 10 bireylik süreçlerde genelde adaptif olmayanlar daha yüksek bir fitness'a varabilirken (bkz figür 1'de 4 fitness ayrı süreçlerde denenmiş. tablolar her varyasyon için 10'ar denemenin ortalamaları alınarak basılmıştır.) 80 bireylik popülasyonlarda performans nerdeyse eşitleniyor. ama harcanan süre de o kadar artıyor. tabi 80'lik süreçlerin vardığı değer, adaptif ya da değil, 10'luktan daha yüksek oluyor, ama harcanan zamanı haklı çıkaracak kadar da değil.

son mesele de yine evrimsel hesaplamalara dair teknik bir konu. şimdi bir tek fitness prosedürü olduğu zaman tüm bireyler bu prosedür üzerinden değerlendiriliyorlar. ama birden çok fitness olduğu zaman ne yapılacağı çok açık değil. benim burda denediğim bir seri mikro evrimi arka arkaya dizmek oldu. yani 4 ayrı fitness'a ait 4 farklı prosedür aynı popülasyon üzerine işliyor. biri o anki eşiğini geçerse sonrakine devrediyor, popülasyonun kaldığı noktadan diğer evrim alıyor. şimdi sorun şurda, bu prosedürlerin birbiriyle çakışan-çelişen hedefleri olabiliyor. o zaman bir prosedür diğerinin yaptığını bozuyor (yani hedefler bağımsız değiller). işte bunun için de baştan bir öncelik sırası belirleniyor. öncelikli bir fitness kendi güncel eşiğinin altına düşerse de bu sefer o fitness'a geçiliyor. karışık gibi oldu. ve karışık da biraz. çok karışık değil ama. detayına şimdi giremeyeceğim ama işledi bu yaklaşım. en azından bu problemde işledi. bir seri deneme yaptım ve genel olarak yaklaşımın çalıştığını görüyoruz, figür 2 ve 3'ten bakılsın.



[figür iki. adaptif ve non-adaptif süreçlerin 4 fitness'lı "consecutive" versiyonda karşılaştırılması. non-adaptif olan gayet güzel çalışıyor. adaptif olan s.çmış. çünkü out + overlap adaptifte çalışmıyor niyeyse. üzerine düşünmek lazım.]

çok fazla detay varmış, şimdi şuraya yazarken nasıl kısaltacağımı şaşırdım, bildiride bunun 3 katı malumat var, nasıl bir terbiyedir bu akademik yazı faaliyeti, bravo doğrusu insanın kafasına vura vura benimsetiyorlar. en önemli bir iki konuyu daha aktarıp keseyim: 1. "inisiasyon haritası": bu haritalar da hedef kompozisyon imajından çıkıyor ve aday imajlar üretilirken buna göre üretilebiliyor. figür 1'de haritasız inisiasyon örnekleri var, figür 2 ve 3'te haritalılar. 2 ve son olarak da "bolluk" meselesi: şimdi böyle bir yaklaşımla ne yapılabilir denirse, bir kere elde keyfi bir renk hedefi var, ondan sonra bizim ürettiğimiz de bir aranjman imajı var, fakat kaç dane damga, hangi damgalar, hangi metinler kullanılacak onu bizim senaryomuz belirliyor. ben tek bir damganın 3 ayrı boyunu kullandım, ama böyle olmak durumunda değildi, farklı damgalar, ebatlar, yazılar kullanılabilirdi. ve mesela aynı hedef imajlarla farklı sayıda damga kullanılabilirdi. ben de iki varyasyon denedim bunla ilgili: normal durum hedef aranjmanındakiyle aynı sayıda tasarım biriminin (DU) bulunduğu versiyon iken bolluk durumu tam iki katı kadar DU'nun olduğu durum. işte bu bolluk durumunda da sonuçlar hedeflere benzeyecekler miydi? prosedürleri oluştururken buna elverecek şekilde toleranslı prosedürler yazmayı hedefledim. sonuçlar da bizce olumlu oldu efendim. onun örneği de aşağıda, figür 3.



[figür üç.]

eksiğiyle fazlasıyla çalışma böyle bir yere vardı. en azından hipotezleri net, sonuçları net, yöntemi açık, hesap veriyor, sonuçları doğru (sabunlama yok) vd vd. plan evrimi denemelerinde bu yaklaşımla ('micro-processes' mi desem 'consecutive approach' mı desem bilemedim) 7 fitness'a kadar çıkıp belirli bir başarı da tutturmuştum. ama daha üzerinde çalışmam lazım. işte adım adım geliştiriliyor ancak. o kadar çok mesele oluyor ki.. önce en bariz ortada olanlardan başlıyorsun, sonra onlar bir yere vardıkça detaya giriyorsun, sonra daha da detaya derken başta hiç düşünülmeyen bir düzeye doğru gelişiyor çalışma ve program...

[bildiriyi kabul ettiler, sunacağım, basacaklar, konferansın parasını bile yatırdım. geriye kaldı bir yığın prosedürü izni pasaportu kağıt işi şusu busu. bildirinin tam metnini buraya, ilk denemelerde ortaya çıkan 'düzenleme'leri de 'kenarlar'a koyuyorum. uçak biletimi ayırtayım önce :) ]

[edit: paket 1: desktop senaryoları sonuçlarından seçmeler.]

[vektör grafiklerde >inkscape, bitmap grafiklerde >gimp, işletim sisteminde >ubuntu (laptopta da windows kullandım gerçi. lisanslı ama), heryerde, herşeyde >python, ve de: scipy, numpy, matplotlib, pycairo, polygon, shapely, psyco, kullanınız, kullandırınız.]

12 Kasım 2010 Cuma

ıvırzıvırbirsürüşey

ikametgahnaklimecköymuhtarlıknüfusmüdürlüğükurtuluşmuhtarınevikarakolevdekimduracakmektupyazbenbildiriyayınladımbakalımnediyorlarsonrainsanıntezhocasıvaronlakonuşsundahatezyazılacakonunkonusuneolacaköbertaraftayurtdışındahalabanatezyaptırmaklailgililermiozamananlaşmalarprosedürlernealemdeneysebirbildiridahavaryetişecekmiönceonuanlamaklazımhadianladıkdiyelimreviewkısmıyenilencekilkkesimlerkısalacakdenemeleryapılacakveeklenecekoesnadaotelbulmalıvegörevlendirmeiçinbaşvurmalıitüsporkültürvebilmemnedahaüçtebirinebilegelmedimaradadaaksigibibayramtatilivaramabenimresmigünlereihtiyacımvargibisankigripasaportalınacakuyusammıbiniyeböyleyorgunumkibençokşahaneolacakhanihallolduçokyaşayenihallolmayanlargüzelbirköyismioldubu

stüdyodabirpaketdahaözgürlüğekoşuyorardındanbirpaketdahabirgezibirpaketbirsergibirpaketyaaradabimerdivenleryapmıştıkyaoneolacakonudakoyalımsergiyepekitamambideevbulmakyerleşmeklazımbupatlamanasılolduyaninerdenezamanbirikmişbukadarişdebirdenpatlayıverdileryoksarahatbiraraşgörarakadaşındadediğigibihallolurmubütünbunlarhallolurdeğilmiçünküoarkadaşrahatvehaloluyorgerçektendertetmemekgerekiyoroluyorgidiyor

5 Kasım 2010 Cuma

dur kalk dur kalk dur kalk

durum raporu: program çalışıyor, senaryolar ve targetlar tamam, deneyler fırında, ara sıra ubuntu'nun topyekün takılması haricinde büyük ölçüde sorunsuz biçimde sonuçları alıyoruz. o kısım kafamı yormaktan çıktı şimdilik. deadline ve indirimli kayıt için son 5 gün. bir an önce oturup metni yazmaya başlamalıyım ki literatür özeti dışında kolay bir iş.
sorun raporu: gel gör ki bir ay sürekli programı çalıştırmakla uğraştıktan sonra insan birden yazmaya geçemiyor, yazası gelmiyor insanın bir türlü, eli varmıyor. hadi araştırmacı, hadi literatür, hadi hatırla, hangi metinler vardı, seç al, haritala, sırala, özetle. önce şemaları mı yapsam? o da biriki gün alır... yoksa hiçbişey yapmasam mı? tatil mi yapsam gündüz seansını? hava da güzelmiş. bir yürüyüşe çıkıp geleyim. sonra havalar değişir.

2 Kasım 2010 Salı

bırakınız karar versinler, bırakınız katılsınlar

stüdyo sergisi tam bir başarı oldu. ilk 6 haftanın işleri sergilendi. "presizyon" deliliği bir ölçüde sonuç verdi. işler olabileceği kadar toparlanmıştı. serginin afişleri, flyer'ları, kokteyl organizasyonu efendim işlerin düzenlenmesi asılması derken yoğun ve haldur huldur bir çalışma ile.. sonra kokteyl günü tüm öğrenciler süslenmiş püslenmiş arkadaşları çağrılmış okuldan da gelen giden oldu, epiy ilgi oldu sergiye, kalabalıktı, şaşırdım, sakiler bir bardak şarabımı takdim ettiler, ortalıkta mutlu mutlu dolandım...

bu "iyi bir atıştı" dendi. doğru olabilir. "katılım" ve "rıza" hedefleyince insan aslında alışageldiğimiz üretim düzeyinin altına düşmeyi göze almalı, çünkü herkesin rızasını alarak ve emir vermeden, şunu bunu dayatmadan bir işi zamanında çıkarmak her zaman mümkün olmayabilir. ama olunca da tam oluyormuş. stüdyoda hep yakalamak istediğimiz inisiyatif alan, işe el atan kolektif ruh böyle bişeydi işte. 3 atıştan birinde tutsa yeter. ahlaki açıdan da insanın içi ferah oluyor. istediklerini ve istedikleri kadar.

siyah ciltler göreceğiz çocuklar

programın yarısını revize ettim hafta sonu. yarın da diğer yarısını, sonraki gün bir önce revize ettiğim kısmını yeniden ve devrisi gün ise yarın revize edeceğim kısmını, e onlar da revize olduğuna göre sonra onları da revize etmek lazım. her revize ettiğimde yeniden parametre testleri başlıyor yine beklenmedik sorunlar yeni revizyonlar yeni testler. aslında 3*2 adet senaryo için birer çıkar yol buldum galba en sonunda. olacak olacak. biraz kendime gelebilirsem. çöktüm ama. histogram fitness'i eskiden iyi çalışıyordu. desktop3*2 senaryosunda patladı. onu eski haline mi döndürsem? sondan öncekinden öncekinden öncekinden önceki haline? methuselah, çok uzun yaşayan adam mı ne, şimdi bu adam 111 yıl önceki olayları unutuyormuş, 110 yıl öncekileri yine hatırlıyor, ama 111 yıl geçince de unutuyor artık. eh 200 yaşına geldiğinde 89 yaşıyla irtibatı kesiliyor, 201 yaşındayken de 90 yaşındaki ben ben değilim artık, ama 90 yaşındaki ben 200 yaşımla aynı insanmış e ben de 200 yaşımdakiyle hala aynı olduğuma göre işte ben bunu çalışıyordum üç yıl önceydi sonra histogram da histogram olmaktan çıktı, dağıtıyor, out_overlap 5000'e vuruyor oha ya histogram nudge'ını kapatacağım, yok en iyisi her fitness'in nudge init'ini ayıracağım al işte niye daha önce düşünmedim ki şuncacık şeyi, hadi revizyon o zaman, doktora doktora olmaktan çıktı bu kazayı kazasız atlatmak, günahsızların kalbini kırmadan diyorum ki bir bisiklet gezisine mi çıksam revizyonsuz çayırlara süreceğiz

26 Ekim 2010 Salı

olacak gibi


sonunda yaklaşımım anlamlı gibi bir iş üretti. yukarıda ekranımın güncel hali var. soldaki karelerin olduğu imaj "renk-hedefi" imajı, en sağdaki dairelerin olduğu imaj da "düzenleme-hedefi" imajı (dikdörtgenin içindeki kısım). ortadaki ürünün kompozisyonu sağdaki düzenleme hedefine benzemeye "çalışıyor", renk dağılımı da soldaki imaja benzemeye çalışıyor.

soldaki çiçek kullandığım "damga". yukarıdaki örnekte 10 adet 50*50, 3 adet 100*100 ve 1 adet 200*200 ebadında olmak üzere 3 tip damga kullanıldı.

prosedür şöyle: 1. renk hedefinden, hsv modelinde H, S ve V değerleri için 100'er hanelik histogramlar üretiliyor ve bir kenara konuyor. 2. düzenleme hedefi analiz edilerek bir "olasılık-haritası" üretiliyor, bu harita her bir damga tipi için bir grid üzerinde olası başlangıç pozisyonlarını tespit ediyor. (haritanın etkisini zayıflatmak için gridin tüm pozisyonları da haritaya eklenebiliyor.) 3. yine düzenleme hedefinden ve yine bir grid kullanılarak kolonlar ve satırlar halinde sıralama bilgisi ve her bir hücrede hangi tip damgalar bulunduğu üzerinden hücreler çıkarsanıyor. bunlar da sıralama ve hücre verisi olarak kenara konuyor.

şimdi elimizde ne var? 3 tip damga, düzenlemeleri yönetmek üzere damga sıralamaları, hangi damgaların aynı hücrede birarada kalacağını düzenleyen hücre dağılımı verisi ve süreci başlatmak için olasılık haritası. olasılık haritasını kullanarak diyelim ki 20 birey üretiyorum. her bir birey yukarıda saydığım 14 damgadan ve bu damgaların oluşturduğu imajdan oluşuyor. imajlar üretildikten sonra bireyler 4 ayrı prosedür ile ayrı ayrı değerlendiriliyorlar. ilk prosedür üretilen bireyin hücre dağılımının düzenleme hedefindeki hücre dağılımına benzerliğini ölçüyor, bir diğeri bu benzerliği sıralamalar için ölçüyor, bir fitness da renk histogramlarını karşılaştırıyor. bunlara bir de out_overlap dediğim bir fitness prosedürü ekliyorum. ortadaki resimde dört küçük nokta var, bu dörtgen benim imaj alanım. kullandığım temsil yaklaşımında damgaların bunun sınırlarından taşması mümkün, yine damgaların birbiri üstüne çakışması da mümkün. bu çakışmaları ve taşmaları bu fitness prosedürü ile kontrol ediyorum. mesela bu örnekte dışa taşmaya yüksek ceza, çakışmaya ise düşük ceza verildi.

her fitness için ayrı ayrı fitness sıralamaları ortaya çıkıyor. buradan sonrası o anda hangi fitness tedavülde ise o fitness üzerinden gerçekleşiyor. bu fitness sıralamasına göre uygun seçim prosedürleri kullanıalrak bir kere çiftleşecek ve mutasyona uğrayacak bireyler seçiliyor. çiftleşme ve mutasyon işlemleriyle yeni aday bireyler üretiliyor. tüm adaylar yine her bir fitness için değerlendiriliyor. sonra da güncel fitness uyarınca eski nüfus (20 tane?)+ aday nüfus (20 tane?) karıştırılıp bunların bir kısmı yeni nüfusu oluşturmak üzere seçiliyor (20 tane). bu noktadan sonra tüm süreç istendiği kadar tekrar ediliyor (örnekte 200 kere).

benim bu projedeki hedefim çeşitli parametreleri farklı farklı imajlardan alarak daha sonra yeni bir tasarım üreten bir sistemi örneklemek. bir kompozisyonu üreten o kadar çok parametre var ki yaza yaza bunları sisteme vermek ya da "tarz-kümeleri" olarak önceden paket paket kodlamak imkansız gibiydi [ki bu sistemin ilk versiyonunda hedeflenen buydu]. ben de böyle imajlar üzerinden görsel bir arayüze yöneldim. (bunun geçmiş örnekleri de var tabi.) çok daha esnek, hızlı ve kolay kavranır olma avantajı var. uygulama çok basit ve hala tam olarak sorunlar bitmiş değil. (mesela swap mutasyonları çalışmıyor sanki?) ama ana fikir böyle.

23 Ekim 2010 Cumartesi

alkol araştırmaya karşı

efendim yok gece hayatıymış, yok felekten gecelermiş, yok arkadaşlarla biraz dağıtmaktadır, bunlarla zaten bir süredir aramızda bir mesafe olmaktadır. ama basitçe bir arkadaş ortamında bulunulup çok içilmesi ve bunun sonucunda karşılaşılmakta olan yorgun ve uyuşuk/uykulu bünye, araştırmalarımıza segfault'tan beter sekte vurmaktadır. oysa geceyarılarına kadar üzüm yemektedir hiç böyle olmamaktadır. araştırmacı üzümle dost alkolle düşman olmaktadır. ama dostlarla da oturup 3 kilo üzüm yenmemek.

21 Ekim 2010 Perşembe

stüdyoda bir heves dolaşıyor

öğrencilere "sergi yapacağız, daha doğrusu siz yapacaksınız" dedik. derhal toplandılar, tartışmaya başladılar. sonra gruplara ayrılıp tartışmaya devam ettiler. sonra biz de dahil olduk. serginin yerinden tasarımına kadar her konuda öneriler geliştirdiler, gönüllü olanlardan ekipler oluşturmayı önerdik, hararetle kabul edildi, (gönüllü sıkıntısı da çekmedik, bilakis herkes bişeyler yapmak istiyor, çünkü fikirleri gerçekten sonucu etkiliyor), tüm işleri onlar yürütmekteler. biz de koordinasyon adı altında şurasına burasına öneriler getiriyoruz ama büyük ölçüde öğrencilerin fikirleri, kararları, tasarımları ve emekleri ile bir sergi hazırlamaktayız. böylesi bir hevesle hiç karşılaşmamıştım.

erorlarımla başbaşa

dört bir yanımda erorlar,
terminal karanlık, shell karanlık.
sabahlıyorum,
sabahlıyorum,
zindan geceler.

benim yazdığım kodda eror yok. hep o başkalarının modülleri ya. debug ediyorum, try/except blokları kuruyorum, bir python eroru çıkmıyor. grafikler için olan revizyonları yaptım. baya da iş varmış. oturmayı becerince sabahlara kadar kalkmadım, büyük ölçüde bitirdim. ama yine segmentation fault çıkıyor. o başkalarının modülleri sorunlu ama hangisi? bunu bulamazsam çalışmalarımın kepengini indirip akademik hayatımı noktalayacağım sanıyorum. bence Polygon'da sorun var. ama geometry modülü de olabilir. umarım o ikisinden biridir. çünkü aslında biriyle diğerini telafi edebiliyorum gibi görünüyor. niye zaten ne bulduysam doldurdum ki programa? dedilerdi standart kütüphane candır, diğerlerine şüpheyle yaklaşmalı.

ah kahpe kütüphaneler,
sırtımdan hançerleyen,
dost gülüşlü modüller,
pusuda bekleşiyor,
erorlarım benim.

19 Ekim 2010 Salı

temin öyle dedindi sonra böyle dedindi

ben de onu dedimdi, biz görünmeyelim (avludayız) onlar yapsınlar, biz çekilelim onlar atılsınlar (kahve içiyoruz), bizim için değil de onlar için, biz yapmıyoruz (bizim keyfimiz yerinde), onlar yapıyor... oh ba.

biz stüdyoda yürütücü ekibi olarak anlaşamıyoruz. başka tecrübelerden geliyoruz. ilk başta arasını bulalım dedik gibi. ne ona benzedi ne buna benzedi. hiçbirimizi tatmin etmedi. sonunda da her birimiz "benim bildiğim gibi olsun" diye ısrar ettik. onda da anlaşamadık tabii. ama niye bizim anlaşmamızla ilgili olsun? asıl mesele 72 kişi olarak anlaşmaktı zaten.

tartışmalar çok sorunlu oluyor, argümanlar ve tutumlar sadece geçmiş tecrübelerimize dayanıyor. ondan sora tutarlı kalmakla kafayı bozsak hep kendimizi tekrar etmedir efendim sabit fikirliliktir, dar görüşlülüktür orlara çakılıyoruz, yok diğer sesleri dinleyelim açık fikirli olalım desek ikidebir tutarsızlıklara düşüyoruz, önce "allah mahfaza kırma çatılı ev yapacaklar" diye alarm veriyorum, sonra "ya yapsınlar romantik şey, neden yapmasınlar?" diye başkasına çıkışıyorum, oysaki gereksiz de bir tartışma, çocukların cool-sensörleri bizden iki fersah ilerleri tarıyor, üç beş aya kalmaz bizden beter kalıplanacaklar...

ben hakkaten "bizyürütücülerolarakanlaşalımsonraöğrencilerinkarşısınateksuratlaçıkalımbizsöyleyelim onlaryapsınlaryapmazlarsadasuratyapalım,günügelsinayarçekelim" tarzından başka birşeyler aramak istiyorum. stüdyonun çakma-ofis olmaktan çıkmasını istiyorum.

biz çok matah değiliz, çok bulunmaz bir bilgi dağarcığına sahip değiliz, en çok inandığımız ilkeleri destekleyen bir tek ciddi akademik araştırma bilmiyoruz, varsa yoksa spekülasyon. bizim okulda öğrendiğimiz teknikler, tavırlar, yöntemler eskidi bile, iki üç yılda bu çocuklar onda da bizden önde olacak biz neyin havasını basıyoruz stüdyoda, biraz geriye çekilelim, alanı açalım, teşvik edelim, iteleyelim yaparlarsa onlar yapsınlar.

en iyi stüdyo yürütücüsünü arka plana en çok çeken stüdyo, yürütücünün sınıftaki herhangi bir öğrencinin konumuna en çok yaklaştığı stüdyo. bu da pedagojik bir kurama dayanmıyor, daha ziyade politik-ahlaki-pragmatik bir tavır.

blogları şurda: ortanca
onlar yürütüyor ve basbayağı işliyor! bu yıl herşey kötü gitse sırf bu bile gurur verici. sergiye de çok hevesle giriştiler. yapın çocuklar. bizim orda gerekli olmadığımızı gösterseniz...

17 Ekim 2010 Pazar

otomasyon yahut çin

ayçekirdekleri
ai-weiwei adlı çinli bir sanatçının işiymiş. bakın. lütfen. tıklayıverin. programımın gizemli glibc ve segmentation error'ları beni düşüncelere ve hüzne sevketmekte. bir de cPolygon error'um oldu. sabahları uyanınca derhal çalışma sandalyesine oturuyorum, akşamdan sıraya koyduğum süreçlerin error mesajlarına melankolik bakışlar atarak başlıyor günüm. sonra kettle'ın düğmesine basıyorum. error vermeseydi daha az gergin ve daha çok mutlu olur muydum acaba? şu anda debugging tekniklerini çalışacak vakit de yok. niye bu kadar erteledimse.. ay çekirdekleri 100 milyon taneymiş. porselenmiş. hepsi elle boyanmış. iki yıl sürmüş. ama çin'de el bol ve ucuzmuş. çinli işçilerin bir milyon plan birimini özenle plan sınırları içine yerleştirecekleri bir gün de gelebilir.

12 Ekim 2010 Salı

kollarıma girip yürütenler kim?

7 fitness prosedürü ve büyük ölçüde kendinden-adaptif parametreler ile ilgili revizyonlar bir haftadır test edilmeyi bekliyordu. kafam dağılmıştı. bugün stüdyodan 8'e doğru çıktık [indik], nezle etkisindeki boğazım 6 saat konuşmaktan şişmişti. odanın önünde kokteyl vardı 10 dakka ayakta durup bir bardak şarap içtim. boğazıma iyi geldi. gece eve gelince yattım biraz. bacaklarım ağrımaktaydı fena halde. sonra kalktım. çalışmaktan yana umudum yoktu. ama apansız geliverdi. SPE editor'u açtım. ufak tefek düzeltmelerle programımın yeni versiyonu çalışır hale geldi. [şimdi de çalışmakta, aferim.] yarın prosedürleri tek tek test etmem lazım. yalan yanlış şeyler olmasın. ondan sonra da başlangıç parametreleri için 2'li 3'lü testler, sonra da 5'li 6'lı nihai denemeler ile bu seri bitecek. o esnada grafik tasarıma yönelik paralel projeyi hale yola koyup makalesini yollamam lazım. kabul ettiler zira. bir ay içinde yetiştirebilirsem kışa milan'dayım. ondan sonra da ilk çalışmaya dönüp feature dağılımları üzerinden bir deneme serisi yapmak. bu esnada izleme raporumun imzalar için dolaştırılıp enstitüye götürülmesi, tez hocamla görüşme tarihi tespit etmek, araştırmamla ilgili berraklaştırma çalışması, metin taslağının oluşturulması, delft ile irtibatın yenilenmesi ve stüdyo saatinde alarma geçip bakınmak vazifelerini sürdürüyorum. vites düşüreyim, sakin olayım, ayacıklarım ağrımasın artık diyorum ama zamanlar öyle zamanlar ki icabında ölüyü aralarına alıp uygunadım yürütmekteler.

10 Ekim 2010 Pazar

orda şimdi onu şöyle yani o

çok konuşmamak lazım zaten, enflasyon oluyor. neden böyle oldu? neden sürekli ne söylesem kendimle çelişiyorum? yani geçen yıl söylediğim bir sözle çelişsem sorun olmaz ne de olsa zaman geçmiş fikrim değişmiştir belki ama geçen dakika söylediğimi yalanlayıp durur oldum, dinlemiycim bundan sonra başkalarını, hak falan veriyorum herkesin haklı olduğu her hususu söylemime katmaklar oluyor o zaman diyalog oluyor diyalog iyi ama insanın kendi ağzından monolog çıkmalı değil mi efendim. hiç konuşmasam mı ama o da sıkıcı oluyor tabii çelişkilerini kucakla tabii o şekilde.. ama kucaklayamıyorum rahatsız oluyorum hayır biliyorum ufak nüans farkları üzerinden uzun uzadıya açıklamalar ile nasıl aslında kendimle çelişmemiştim gösterebilirim ama 1. öf 2. yalan ya galiba sanki, basbaya ağzımı açtım samimiyetle konuştum ama geçen dakika da samimiyetle konuştum.. bırakacağım stüdyo işlerini, beni baya yalancı çıkarıyor. kendimi bir kere bile tekrar etmemek ve her söylediğimi bir kainat yasası gibi sapasağlam ebediyete. ama bu işin bu kadar kişilere dayalı olmamasını. çocuklar orda ağlaşmaktalar bir daha patates yiyemeyen yiyemeyene, patates bitti mi şimdi sonuçsuz bence bitti diyeler bence bitmedi şimdi biz presizyon sunum sergi postprodüksiyon dedik mi, vallahi bitmedi, aman bırak onlar dedilerdi sen hıı dedin, hıı diyorsun, o zaman da onların ağızları yanağıma takıldı, 4 ağızdan konuşuyorum, bu. olmaz.

öğrenciler haklılar canlarım, bu yıl bir ebeveyn gibi bakıyorum, kuzularıım, hayat işte n'apıcaksınız, sabahlıyıcaksınız daha da sabahlıyıcaksınız ha kuzucuklarım, tepenizde de 1. hoca, 2. beğenmeyen surat, 3. ayar, 4. ödev: stüdyonun 4 kırbacı. hani iş çıkmamış? yoksa sabahlamadınız mı? sineği sıkacağa koyduk sıkıyoruz. sıkılıyorlar. nerden çıktı ya presizyon? neden düzeylerine uygun basit işler vermedik? neden sormadık kendilerine nasıllar diye? ben yorgunum onlar da yorgun ben onlara "kuzularıım" onlar bana "kuzuum", ben onların arasına inip şööyle bi[!!] enerji verecekmişim, sonra motor çalışıyor. bir yerdeki bir yanlışlık bir türlü çözülmüyor, doktoramdan sonra bu konuda doktora-ertesi yapacağım. çok çalışarak çalışmanın öteki ucuna ulaşacağım, orada da işte bir adam varmış, onunla bu meseleyi konuşacağım, arkadaşlarımız çalışıyorlarmış orda, bu meseleyi çözecekmişiz.

[onun dışında çocuklar sonsuz hızda öğrendiler. mevzuyu kavradılar yani. bundan sonra da hayatları çile-hayalkırıklığı-tatmin döngüsü. olur gider.]

7 Ekim 2010 Perşembe

anlaşılamadıklarımızdan mısınız

çalışmamı anlaşılabilir bir biçime sokmak gibi çok kolay olmayan bir görevim var. bir seri paket oluşturmayı düşünüyorum [ve kafam fena halde direnmekte, işten güçten kaldım, günlerdir hiçbişey yapamıyorum, kodlara ve denemelere de dönemiyorum.]:

1. amaç, bağlam, yöntem
2. problem tanımı - kapsam
3. çözüm önerisi - çerçeve
4. doğrulama - projeler

tüm bu maddeler için ayrı ayrı [ve birarada] defalarca raporlar, özetler, proje dosyaları yazdım. ama şimdi sanki yazdıklarım inandırıcı değilmiş, laf olsun diye yazmışım gibi geliyor. bir de şöyle bir sorun var, her yazılanın arkasını sağlama yaslamak gerekiyor. ama tasarım kuramı alanında neyin sağlam olduğu konusu biraz belirsiz. saygıdeğer akademik bey/hanımın çok muteber bir eseri var. bu eserde ortaya atılan bir kavram üzerinden tartışmayı yürütmek muteber bir tavır. fakat insan bir yandan da biliyor [eğer o metni düzgünce okumuşsa], bu saygıdeğer metin büyük ölçüde anektot-yorum-eleştiri türünde yazılmış [misal b. lawson]. ya da mesela protokol analizi denen bir alan var. ama o da o kadar zahmetli ve zaman alan bir çalışma türü ki insanın nasıl tasarladığı hususunda "şu şudur bu ise bu değildir" demeyi sağlayacak kadar veri toplamak pek kolay değil [ama eldeki bol gözenekli veriyi şöyle karşına alıyorsun, onlar üzerinden kuramını oluşturuyorsun, bakınız n. cross.] yani mimari tasarım üzerine güncel kaynak kabul edilen bazı kuramsal çalışmalar bile diyelim ki tıp alanının ya da mühendislik alanlarının çalışmalarının yanında kahvehane söylevi gibi duruyor. bu gevşek tarzı aşıp daha yüksek eleştirel eşikleri ve daha özenli bir metodolojisi olan bir mimari tasarım kuramcılığına yönlenmenin olanağıyla ilgili soru benim anladığım kadarıyla hala yanıtsız. [tasarımcı davranışı/düşünmesi hususlarına psikiyatri ve nöro-bilim araştırmacıları el atsa daha sağlam bir kuramsal altyapıya kavuşacağımız kesin görünüyor. bkz: makale 1, makale 2 henüz makalelere göz atamadım ama başlıkları tam bu hususta.]

sadece dar sayılabilecek bir alt-alanı taradığım halde okuduğum makaleler ve kitaplardan ortak bir terminoloji devşiremedim. [dolayısıyla varmış gibi davranamam] ayrıca tasarımcı davranışı ve yapay-zeka çalışmaları/uygulamaları arasındaki ilişkiyi tarifleyecek kuramsal alan beklediğimden daha "geniş gözenekli". boş demeye dilim varmıyor, bir takım çalışmalar var [protokol analizi çalışmaları yanında j. gero gibi bazı saygıdeğer şahsiyetlerin kurmaya çalıştığı kuramsal çerçeveler var] ama bunlar da sadece noktasal spekülasyonlar sağlıyor [şöyle kullanılıyor: "x. hanımın ortaya attığı y. kavramı üzerinden düşünülecek olursa..." ama şöyle kullanılamıyor: "x. hanımın y. araştırmasının ortaya koyduğu gibi..." ya da: "x. hanımın y. araştırması da z. sebebiyle önerdiğimiz görüşü destekler mahiyettedir."]

bu ahval ve şerait içinde dahi doktora metnim için yönergelerim şunlar:
1. büyük-jargon, laf kalabalığı, güncel felsefenin büyük isimlerinden -ya da bünyenin meselelerinden- devşirilen belirsizlikler, ya da savunma polemikleri üretilmemesine,
2. doktora metninde genel bir kuramsal çerçeve değil, pratiğe yönelik bir 'uygulama çerçevesi' oluşturulmasına,
3. kaynaklar ve ortaya konulan çalışmanın sonuçları üzerinden ne söylenebiliyorsa sadece bunun öne sürülmesine,
4. genelinde hesaplamalı tasarım konuları ve yapay zekayla ilgili olarak sadece çalışmayı doğrudan ilgilendiren konuların tariflenmesine, bir tartışmaya girişmekten kaçınılmasına,
5. şu tezlerin savunulmasına: tasarlanan nesne üzerinden: a. tasarımda çözüm önerisinin bütüncüllüğü ve aşamalı gelişimi, b. bütüncül önerinin biçimsel düzenlemeler üzerinden işlevsel talepleri çözümlediği çok katmanlılığın ayrışmazlığı, tasarlayan üzerinden: c. bu ayrışmazlığın olası bir otomatik tasarım sistemine nasıl yansıyacağı, d. [sadece bu araştırmanın alt-projelerine konu olan plan ve kütle tasarımı alanlarındaki örnekler üzerinden] GOFAI yaklaşımlarının bu hususu bir ölçüde görmezden gelişi [görmezden gelmedikleri taktirde pratikteki sorunlar yüzünden işlerliklerini yitirecekleri] e. evrimsel hesaplamalar gibi yaklaşımların bu alanda ne gibi [ve neden ve nasıl [doğrulama aşaması]] katkılar yapacağı, f. evrimsel hesaplamaların bu araştırmanın alt-projelerinde kullanılan varyasyonları ve insan tasarımcının tasarım süreci arasında kurulacak benzerlikler.

6 Ekim 2010 Çarşamba

halamın...

bir an bir durup sakin sakin düşüneyim sakin sakin çalışayım diyorum, sonra e bu kadar iş nasıl yetişecek diyorum, deadlinelar olmasa tüm makaleleri yetiştirirdim, jüri olmasa izlemelerim iyi geçerdi, bütün bu sıkıntılar olmasa doktora güzel bişey aslında.

kılıçdaroğlu tez izlemeyi kaldıralım demiş tayyip de gel meclise konuşalım demiş, galiba, öyle olmuş..

tez izleme jürim benden tüm araştırmamı kısa bir zaman aralığında anlatabilecek bir haritalama ya da sunum istiyor. kendileriyle temin görüştüm. haklılar. araştırmam çok genişledi. anlamak-anlatmak kolay olmuyor. benim için de gerekli bu özet çabası. ama ben bu çabaya girişmiş durumdayım zaten. ayrıca benim haritam vardı. çalışmadı. freemind'ın versiyonuyla ilgili bir ihmal. ayarlamalıydım. onda da haklılar. zaten daha iyi bir harita yapmış olabilirdim. ama çok içim sıkıldı. ona da özel bir emek harcamak gerekiyor. ben bu kadar işin arasında 1,5 gün ayırdım. hiç fena değil. ama konsantre olmaya çalışırken geçti gitti 1,5 gün. en az bir hafta uğraşmak ve düşünmek lazım. zihnin bir seri işi bırakıp bambaşka bir işe geçmesi kolay olmuyor. oysaki ne hayallerim vardı! bu sefer böyle dataşovlu bir toplantı odasında detaylı bir şekilde herşeyi başından sonuna anlatmayı düşlemiştim. organize olamadım.

bugün internetin de kesileceği tuttu!? ihmalleri telafi de edemedim. cumhurbaşkanının kadrolu jammerları mı yoksa? bunları hesaba katmak gerekliydi. murphy kuralları. tüm bunların üstesinden gelecek vaktim vardı dün. öngöremedim. jürimin önüne az önce koyduğum son raporları abstraktları posterleri onlara önceden göndermiş olabilirdim. tez hocamla geçen ay boyunca buluşmuş olabilirdim. o da haklı.

tüm bunlara rağmen asıl mesele şu oldu bu jüride: sadece yurtdışındaki danışmanlarımı ciddiye alıp buradakileri ihmal ettiğimi düşünen bir jürim var!!? bunda haksızlar. [geldim geleli delft'le temas kurmadım hala. önce bir doktora taslağı hazırlayıp, üniversitelerarası sözleşmeyi bulup inceleyip öyle temas kuracağım. artık geç oldu derlerse de yapacak bişey yok. sürat bu. bir tane kafam var.] nötr değil negatif bir jüri geçirdik. bu tavır esas olarak getirdiğim malzemeden kaynaklanmıyordu. buradaki jürimi ihmal ettiğim doğru. e sebeplerini biraz da kendilerinde aramalılar. yürüttüğüm projeye haksızlık oluyor. jüri ortaya konan işle ilgili eleştiri yapmayı görev edinse daha iyi olurdu. [aslında engellemeseler yeter: "sen bunu yapamazsın, yapma, girişme" [hocam işte yapıyorum farkında değil misiniz?]]. "sen bizim varlığımızı görmezden gelirsen sana doktoranı dar ederiz" dercesine bir tez jürisi yaşadım. rahatsızım. haksızlık yani. niye böyle kişiselleşsin ki? ilk yarım saat sözlerim sürekli negatif yorumlarla kesildi, anlattıklarıma yönelik anlama çabası ancak o dakikalarda başlar gibi oldu... ben anlatamadım onlar da anlattırmadılar. ["biz sana bir tepki vermek istiyoruz" dercesine?] hem bu tavır yüzünden hem hazırlığımın yetersizliği yüzünden anlatacaklarımın yarısını bile anlatamadım. ben de başımı önüme eğiyorum. nefes alıyorum. kendime diyorum ki, haklı oldukları yönleri düşün, savunmaya geçme, alttan al, şimdi gerginlik çıkartırsan bunun kimseye faydası yok...

herkes jürisinde sorun yaşayabiliyormuş. jüri araştırmacıdan ilgi istiyor!? fakat bu jüri değil mi bugüne kadar gönderdiğim hiç bir metni doğru düzgün okumayan? bu jüri değil mi jüri oturumu için ta baharda gönderdiğim metnin bir satırını okumadan bugün oturuma gelen? bu jüri değil mi bugün verdiğim metinleri de okumayacağını açıkça deklare eden? [çeşitli jüri üyeleri "burdan çıkınca benim için artık biter, bi daha bu metinlere bakmam" dediler] e neden bahsediyoruz ki biz o zaman? ben bir yıldır çalışıyorum, bir saatte nasıl anlatayım? [anlatılır anlatılır sen onu öyle bir özetlersin ki, zaten kendin hakim isen anlatabilirsin onu sen, değilsen anlatamazsın işte, evet değilim, nasıl olayım durmadan geliştiriyorum projeyi, çünkü düğmesine basıp çalıştırmadığım sürece size ne kastettiğimi anlatamayacağım, ama düğmesine bastığımda da takdir edeceksiniz biliyorum, metni yazdığımda "hmm demek öyle demek istemişsin" diyeceksiniz, ancak o zaman oturup anlamlı bir konuşma yapabileceğiz, ancak o zaman bana faydanız olacak, yine de ben projenin eşiklerinde ne var ne yok yazıyorum bir güzel, sizlere gönderiyorum, okursunuz belki diye, okumuyosunuz.]

delft'te tez izleme jürisi yok, final jürisi var. tez yapılıyor. ondan sonra taslak metinden itibaren işin içine giriyorlar. daha doğru geliyor bana bu. burda jüri üyelerinden biri yaptığın şeyin doktora olmadığını ilan edebiliyor, iyi de daha ne yaptığımı görmediniz anlamadınız ki. oysa yazılmış taslağı görse hiç öyle düşünmeyecek. ara aşamalarda bu şekilde jüriye çıkmanın geliştirici bir yanı olduğundan emin değilim.

29 Eylül 2010 Çarşamba

kürkçü dükkanı | belki de artık bunları ingilizceye çevirmem?

bu yılki stüdyo için tema olarak "katılımcı"yı önerecektim, ama arkasını kovalayacak gücüm enerjim zamanım yok. enerjisi olanın peşine takılmak yoluna gittim. "presizyon" gibi bir kelimenin peşine düştük. bunun içine orasına burasına "katılım"ı ekler gii olacağız sanki. ama gerçek anlamda katılımcı ya da kararların tartışma ve konsensüsle oluşturulduğu bir stüdyo olmuyor. katılım daha ziyade stüdyoyla ilgili işlerin ve ilgili kararların öğrencilerle bi miktar paylaşılmasından ibaret... ama stüdyonun ne olduğu ve içinde nasıl faaliyetler olduğuyla ilgili olarak öğrencilerle tartışmadık. ister istemez katılımın anlamı "ölene kadar stüdyo"ya dönüyor. ve hiyerarşi geleneksel formlarında işliyor. talep, tehdit, yönlendirme...

"presizyon" da benim açımdan bir deneme olacak. geçen iki stüdyoda daha ziyade karman çorman ve çaçaron bir üsluba takılmıştık, güzel olmuştu. sonuçlar göz doldurmuyordu elbette, ama süreç eğlenceliydi, öylesi benim hoşuma gidiyor, öğrenciler de bir nebze daha ferah oluyorlar. ama sonuçlar tasarımcıların içine sinmiyor. presizyon öğrenciler için daha çok sıkıntı demek. gerginlik, deadline'lar, alçak tonda ama dinmeyen bir eleştiri mırıltısı, zor beğenmek.. bol bol örnek göstermek gerekebilir... bunlar kaçındığımız şeylerdi.

ilk haftalar bir sosyal psikoloji deneyi gibi geçiyor. öğrenciler yavaş yavaş şahsiyetlerini gösteriyolar. bazıları kendini tanıtmaya çalışıyor, bazılarının zaten içinde tutulmayan bir girişkenlik var ve hocaları yoklayıp duruyolar, bazıları hata arıyor, tutarsızlık arıyor (bulmakta da zorlanmıyorlar. güzel olan, meselenin oralarda olmadığını da hızlı kavramaları), bazıları bir kenarda duruyor ilgi gösterildiğinde yavaş yavaş güven kazanmaya başladıklarını gözlemek keyifli oluyor... belirsizlik karşısında şikayetçi bakışlardan ibaret ilk tepkilerin harıl harıl işe koyulup anlamaya çalışmaya doğru dönüşmesi de keyifli oluyor.. ama bunlar her yıl böyle oluyor zaten.

kitaba dönüş | back to the book

600-700 kadar deneme yaptım programın şu haliyle. yaklaşık yarısını sonuna kadar çalıştırıp süreç grafiklerini elde ettim. bir takım parametreler için uygun değerler buldum. ama aslında biraz düzensiz denemeler oldu, sistematik olmadı. kafam da epiy karıştı. çok olasılık var. ben de teoriye geri döndüm. eiben ve smith'in kitabına bakıyordum, ama o sadece bir giriş kitabı gibi, de jong'un güzel bir kitabı var, oldukça bilgilendirici, onu bir baştan sona elden geçirmeyi planlıyorum. ondan sonra revizyonları yapıp sistematik bir deney programı yapacağım. son olarak da en iyi sonuç veren parametre aralıkları için çözünürlüğü ve test sayısını artırarak bu seriyi sonlandıracağım. sonrası yayın.. şu anda çalışma hazırlamakta olduğum bildiriye sığmıyor. şimdilik sığdıracağız. sonra her bir bileşenini teker teker ve daha sistematik biçimde, efendim yöntemini, validasyonunu elden geçirerek birer metne dönüştürebilirim gibi geliyor... yeter ki zamanım olsun.

abstraktlarımın birini kabul etmişler. yazıp yetiştirebilirsem metni de ayrı değerlendirecekler. filtre üstüne filtre. şu kitabı okuyacağım, bir elim varsa... içimden de gelmiyor yani. yavaaş yavaş uğraşsam yazıp yayınlayacak konularım oldu gerçekten. sakince ele alıp her birini başlı başına bir... uf..

26 Eylül 2010 Pazar

hoşçakal windows çok yaşa ubuntu | farewell to windows

epu makinasını kapattım, e ekran kartının utilitelerini kapattım, e güç kaynağını devreden çıkarttım.. e windows'u güncelledim.. ne yaptımsa olmadı. program çöküp duruyor. python sayfalarına bakıyorum onlar çok eminler, python artık iyicene stabildir, python çökmez arkadaşım diyorlar. programda da bi sorun yok, en çok çökmenin yaşandığı periyottaki prosedürleri ayırıp test ettim, milyonlarca kere çalıştırdım, hiç bi sorun çıkmadı. en kolayından xp'yi yeniden yükleyeyim dedim. fakat okulun bilgi işleminin verdiği cd'lerde aslında xp yokmuş ki.. [fesup.. okulunu da bilgi işlemini de..] bios'u falan da bozuyordum az daha. bozulabiliyor mu acaba? xp'yi çökerttim ama. açılmıyordu bilgisayar. gözümü kararttım, ubuntu cd'sini aldım. o da ubuntu değilmiş. [fesup.2!?] bunda da başka bir acayip utilite vardı. bu sefer bios'u halletmeyi becerdim gibi geldi. [amma cahilim bios ne ki?] hazırladığım bootable usb de çalışmadı. ağlamaklı oldum. ttnet neden bana kampanyalı fatura kesmemiş diye sinir krizine girdim. sonra eeepc'mde yeni bir bootable usb hazırladım. çalıştı, ubuntu yüklendi. yaşasın eeepc, yaşasın eeebuntu, yaşasın ubuntu ve yaşasın ttnet [ttnet? teknoloji fakirleri! nasıl oluyor da bunların hiçbir internet aplikasyonu düzgün çalışmıyor? internet sağlayıcısı ya bunlar bu ülkenin!? [edit:] sistemleri de bir geliyor bir gidiyor, tutarsız aralıklarla, 3 kere aramam gerekti mevzuyu öğrenene kadar (onlar da ubuntu'ya geçsin), aslında ince düşünmüşler, kampanya ilk 30 günlük faturadan itibaren başlıyormuş.] hafifledim. sora synaptic sağolsun, kullandığım programları teker teker işaretledim, tıkır tıkır indirip yükledim. tıkır tıkır yükleyemediğim programları da yükleme direktiflerini takip ederek elle yükledim. linux'ta bulunmayan programların alternatiflerini buldum... sürücüler zaten kendiliğinden çalışıyor, bişey yapmaya gerek yok. bi gecede iş bitti. sadece Polygon diye bir python modülü var, kaynak kodundan derlemem gerekiyor [konsolu açıp (ctrl-alt-t) ilgili klasöre gidiyorsun (cd ve cd .. komutlarını kullanarak), "python setup.py install" yazıyorsun, o kadar.] ama c kısmını derlerken hata veriyor. [hani o kadardı lahhn?] neyse en önemli paket değil. [setup.py'yi düzeltmem gerekiyor hı? ne yaziyim oraya?] Shapely modülü üzerinden de yapabileceğim işlemler sanıyorum. bir takım os-specific düzeltmeler ve Polygonu ikame edecek düzeltmeleri tamamlayıp belki bu akşam düğmesine basacak hale getirebilirim. eh.. belki de getirmem. yorgunum ben.

[akşam:] Polygon'u yükledim. ufak tefek revizyonlarla programımı çalıştırmayı becerdim. şaşkın ve umutluyum. üç adet versiyon yaptım, yanyana çalıştırdım. şimdilik çalışıyor. bakalım görelim.

24 Eylül 2010 Cuma

allah kanepeden razı olsun | god bless the couch

ben bunlarla uğraşırken dönem başladı. ya da dönem başlarken benim aklım bu işlerdeydi. "kapatıp açsam olur mu ki?" birinci sınıf. bir gurup öğrenciyi etrafıma toplayıp sanki hepsinin yaptığı her işe söylenecek laf varmışçasına hepsine söyleyecek bir söz bulmak kısmını hiç özlememişim. dolayısıyla bundan kaçıyorum. sebat ve gayret ile ne kadar çok cevap verilirse o kadar aslında cevabı olmayan yeni sorular soruluyor ve oradan hızla kaçılmazsa sorular devam ediyor. "2.6.2'yi mi yüklemem lazım?" insanın kendini kandırmaması lazım. aslında bu soruların bazılarının cevabı yok. bu soruların bazıları gerçekten saçma. bu soruların bazılarının cevabı anlaşılmıyor. bazılarının cevabı anlaşılsa da öğrenciyi geliştirdiği yok. "kapatıp açtım olmuş mu?" ve bu soruların bazılarıyla ilgili düşündüklerimizi gerçekten söylemeye başlasak kendimizden nefret etmeye ve ettirmeye başlayabiliriz. hadi komikli bir tepki vereyim. eeh. veremedim. bu lafı daha önce söylemişimdir ki ben. hep aynı sorular. biz de hep aynı tepkileri mi verelim? "güç kaynağını hattan çıkarayım?" en iyisi bir an evvel cevapsız soruların hangileri olduğunu hissettirmek. bu işlerin en iyi yaparak ve tekrar yaparak öğrenildiğini hissettirmek. "epu engine ne demek, kapatayım mı?" bir haftada üstümden silindir geçti gibi. bişey de yapmadım. asıl gırtlak yoranlar diğer yürütücüler oldu. gurubumuz güzel. öğrenciler de iyi. sadece bunlar çok soru soruyor, bunlar da çok cevap veriyor. ben de izliyorum. sıkılıyorum biraz. bu uzaktan kumandayı kim geri verecek? babam kapının kilidini yağlamış. onlar girip çıkarken ben uyanmayayım diye. ben uyanamıyorum ki. ben çok yorgunum. ama pazartesi sabah arayacaklar. telefonumu kapatayım ben. pazartesi sabah arayacaklar o kumanda acil lazımmış diye. bir hoca hanım "olmaz ki efendim biz de asistan olduk hiç bu kadar uyumadık" diye koridorda gıcırdıyor olacak. biz uyuduk hocahanım. rüyamızda bir milyon kiloluk bir gres yağı tenekesi görüyoruz. döküyoruz taşkışla'nın üstüne. düzgün çalışsın. bir dönemin başında da kayıtta kuyutta değişen sistemde şunda bunda olan aksaklık bize gelmesin. gerçi bana gelmedi. yani geldi de ben oralı olmadım.

araştırmacıyı aşan konular (kapatıp açtın mı peki?) | surpassed

evdeki bilgisayarda python sürekli eror veriyor. çok da tutarsız. programın bir orasında veriyor bir burasında veriyor. çat kesiliyor süreç. eror verdim kapanıyorum diyor bakıyorum nereye varmış, hep farklı farklı noktalarda. bazen de sorunsuz çalışıp gidiyor. insan ağlamaklı oluyor tabi, hatanın yazılan programla ilgisi yok. ama neyle ilgisi var? bu mevzu beni aşar elbet. python'la ilgisi vardır belki dedim, daha stabil sürüme yükselttim. ama hiç bir değişiklik olmadı. sonra laptop'ta çalıştırdım programı. laptop'ta canavar gibi çalışıyor!? bi dakka bu iyi. sorun ne python'da ne yazdığım programda. sorun bilgisayarda yani. e iki bilgisayarda da xp kullanıyorum!? yoksa otomatik güncellemeler gerçekten önemli miymiş? [bu arada linux daha stabil diyeler. geniiş ve ferah bir dönemde artık, kısmetse..]

23 Eylül 2010 Perşembe

düğmesine basıversendi ya? | just copy it, then double-click

bütün gün parallel python (pp) ve psyco modüllerini birlikte çalıştırarak programımı ne kadar hızlandırabileceğimi anlamaya çalıştım. nihayetinde hayretle tüm çabama rağmen işlemleri diğer çekirdeklere yaymanın sonucu hızlandırmadığını gördüm. oysaki cpu kullanımını %25'ten %70ler seviyesine çekmiştim... alternatifler yöntemler düşündüm. sonra da aklıma geldi, ya şu dg3_exe.py dosyasını (çift tıklayınca programı çalıştıran dosya) kopyalayayım, biri çalışırken öbürsü de çalışsın dedim. hakikaten de çalıştı!!!? :] bi tane daha kopyaladım. o da çalıştı! e her biri de bir çekirdek kullandı. şimdi her bir dg3_exe.py'de arka arkaya seri olarak sıralanmış istediğim kadar süreç var. diyelim ki 10 tane. aynı anda da 4 exe kopyası çalıştırsam 40 tanesi bir gecede hallolacak. hey allahım ne revizyonlar yaptım, tüm gün uğraştım, bi de pp erorlar vermekte n'apacağımı şaşırdımdı, sonra da şu işe bak.. :].. her bir dg3_exe versiyonu için ayrı bir log dosyası ve klasör hazırlarsam hiçbir çakışma olmadan gayet güzel çalışıp gideceklerini sanıyorum... güzel oldu güzel... neyse pp'ye de giriş yapmış oldum o da lazım olur...

21 Eylül 2010 Salı

evrimsel hesaplamacılığımızın sorunları | problems of our evolutionary computing

algoritmanın istenen işi yapması için 1. uygun fitness fonksiyonu/fonksiyonları üretilmeli. sistem fitness fonksiyonlarının beğendiği yöne doğru bireyleri dönüştürüyor. sistemin istediğimiz işi üretmesi için fonksiyonların istediğimiz ürünü tanımlamasını sağlamak zorundayız. 2. doğru parametreler bulunmalı. bu parametreler çeşitli şekillerde bireylerin dönüşüm hızını tayin ediyor. sistem doğru parametrelerle çalıştırılmazsa istenen sonuçlara ulaşılamıyor. bir makina gibi hakikaten. doğru düzgün çalışmıyor ya.. süreç erken ya da geç "yakınsayabiliyor", yerel optimaya takılıp kalabiliyor, ilerlemiyor vd... zaman harcayan, moral bozucu süreçler bunlar... o zaman belirli fitness fonksiyonları, operatörler ve temsil tarzları üzerinden ulaşılabilecek en iyi sonuçlar da bilinemiyor. belki de fonksiyonlar doğru tanımlandı ama parametreler yanlıştı... 3. temsil ve operatörler: sürecin kısaltılması ama kısalırken de erken yakınsama sorununun ortadan kaldırılabilmesi için mutasyon operatörlerinin eldeki probleme özel, tercihan bilgi-içeren bir tarzda üretilmesi gerekiyor. bunlara ait parametrelerin ayarlanması da ayrı sorun.

şu anda 4 (+1) fitness için çalışan parametreler bulmuş durumdayım! oh ba. yaklaşık 5000 kuşakta bu 5 fitness için birden kabul edilebilir değerlere ulaşabiliyorum. bir 5000 kuşak daha devam edilirse de fitnessların bazıları için oldukça iyi değerlere varılıyor. ancak bir de kompaktlık fitnessi eklemem gerektiği görülüyor. çünkü verdiğim plan sınırları içinde boşluklar kalıyor. tabi kompaktlık fitness'ı diğer fitnessların ilerlemelerini bozabilir. belki de belli eşiklerde dışa-genişleme türünden bir operatör de eklemem gerekecek. yay metaforu kullanan bir örnek görmüştüm. plan birimleri sanki bir yayla birbirine bağlıymış gibi davranıyolar, bir genişleyip bir tekrar aynı noktaya toparlanarak aşama aşama uygun düzenlemeyi oluşturmaya çalışıyolar. periyodik dışa genişleme ve kompaktlık fitness'ı birlikte sürece eklenirse benzer bir etkisi olabilir diye umuyorum. bunlar zor işler değil. ölçek mutasyonu ve kompaktlık fitness'ı için birer örnek hazırlamıştım zaten.

tabii parametre meselesinde nihai çözüm adaptif, hatta kendinden-adaptif süreçler kurgulamak. şimdilik bazı parametreleri adaptif hale getirdim. bu parametreler süreç boyunca dönüşüyorlar. bu parametrelerin bazıları tüm sürece ait, bazıları belirli bir fitness türüne özel... sürecin kendinden-adaptif olması için bu parametrelerin bireylere, hatta daha iyisi genlere (burda plan birimlerine) ait olmaları gerekiyor. aslında uygulaması o kadar zor değil. ancak nüfusu artırmak gerekeceğini tahmin ediyorum. teoriye göre (el kitabımın yazdığına göre) süreci kendinden-adaptif hale getirmek için harcanan ek mesaiye değiyor, süreç hem kısalacak hem de daha iyi ürünler verecekmiş. ki 8-10 fitness türü ve diyelim ki 15 türden 50 plan birimi ile yürütülecek bir süreçte verimlilik çok daha önemli hale gelecek. hadi biriki kere çalıştırmak sorun değil isterse 24 saat sürsün, ama bir de doğrulama aşaması olacak. süreci aynı parametrelerle diyelim ki 100 kere çalıştırıp ortalama başarımını tespit etmem gerekiyor ki sonucun tesadüf olmadığını gösterebileyim.

5000 kuşak yaklaşık 45-50 dakika sürüyor. yeni fitnessları eklediğimde (zannediyorum şimdilik 7 tane olacak) daha çok kuşak gerekecek. şimdilik bilgisayarın sadece tek çekirdeğini kullanabiliyorum. python'da diğer çekirdeklerin kullanılmasını engelleyen bir kilit varmış. global değişkenlerin durumu belirsiz kalacağı için. neyseki bu sorunu aşmayı sağlayan paralel hesaplama modulleri var. ilk işim değerlendirme ve mutasyon işlemlerini diğer çekirdeklere paylaştırmak olacak. bir de böcek var programda. 8-10 bin kuşakta bir program hata verip çöküyor. oysaki günlerce sorunsuz çalışabilmesi lazım (şu anda ben burdayken o evde çalışıyor mesela, ama eminim çoktan hata verdi, sonraki süreçten devam etmek için benim tamam dememi bekliyor :[ )

o zaman, işbaşı.