6 Aralık 2014 Cumartesi

radikal bir pedagoji, ama pragmatik olmayı bırakmadan!?

bir süredir durduğum anı bir tür bekleme bölgesine çevirmiştim ve gerçekten de öylece bekliyordum. sorun şu: normatif alan ile pragmatik alanın ilkeleri, hiç de keyfi olmayan bir biçimde, birbirinden farklı bir takım işleyişlerin gerekleri içinden türüyor. ve ama ortaya çıkan normatif ve pragmatik anlayışlar sonuçta birlikte çalışmak durumundalar çünkü aynı pratiği yönlendirmeye çalışıyorlar ve çoğunlukla melez bir söylemsel alan açığa çıkıyor. bu ikisini birbirinden nasıl ayırıp, sonra nasıl yeniden biraraya getireceğimiz sorusu stüdyo ya da meslek pratiğimizi belirleyen süreğen bir problemin ifadesi..

bir ahlaki ilkenin ya da ideolojik duruşun, stüdyoda öğrenme hedefine dönük olarak iyi işleyeceğini varsaymamak gerekiyor. çünkü işlemeyebilir. ya da belki iyi işlemesi için ek koşullar bulunuyordur ve bunların da bütüncül bir ortam üretecek biçimde sağlanması gerekebilir... zira kaynağı farklı; öğrenmenin gereklerinden gelmiyor... mesela 'temel ve indirgenemez haklar' ve 'bireysel özerklik' gibi fikirler, eşitlik gibi başka bir fikir üzerinden farklı toplumsal kesimleri kapsayacak şekilde genişletildiğinde, örneğin baskı ve hiyerarşiyi toplumsal alanın her kademesinden kaldırma yükümlülüğünü benimseyebiliyorsunuz. ama bu, mesela, pek çok insanın öğrenme tarzıyla uyuşmuyor.. hatta tam tersi, hiyerarşik eğitim kurgularında insan ruhuna hitap eden ve öğrenmeyi kolaylaştırıp hızlandıran yönler bulunabiliyor.. ve sürekli daha iyiyi talep etmek, ya da öğrencinin henüz gelişmemiş çalışma disiplininin yerine geçmek oldukça baskıcı eğitim pratikleri... ama işe yarıyorlar. bu tür pratikler öğrencilerin hepsine uygun değil şüphesiz, fakat benim gördüğüm o ki, daha serbest stüdyo kültürleri daha az sayıda öğrenciyi yakalıyor ve yukarı çekiyor... çok serbest ve talepsiz bir stüdyonun öğrenciyi yakalama ve gelişimini hızlandırma başarısı o kadar düşük ki belki sadece en iyi %10'u tam anlamıyla yakalıyorsunuz... buna istisna deniyor zaten.. onu yakalamasanız da o kadar öğrenci kendi yolunu buluyor.. eleştiri - cesaret verme dengesini daha talepkar ve eleştirel kutuba doğru kaydıran, kontrol - serbestlik dengesini kontrol tarafına kaydıran stüdyo, öğrenci dağılımının şişkin karnını daha iyi yakalıyor gibi görünüyor... ve istisnai öğrencilerde de birebir mentörlük modeline geçebiliyorsunuz.. yani yakından takip ediyorsanız onları da yakalama şansınız var...

diyelim ki bu yazdıklarım doğru, fakat öyle bile olsa özgürlükçü bir stüdyo kültürü kurma gereği karşımızda duruyor. çünkü baskıcı ve hiyerarşik işleyişleri kabullenen ve içselleştiren insan grupları yetiştirmek istemiyoruz. çünkü stüdyo sadece mesleki becerileri aktaran bir alan değil. mesleki bakışlar, tavırlar, meslek insanının entelektüel gelişimi ve sorumluluğu da stüdyonun konuları arasında. üniversite öğrenciyi bütüncül bir perspektifle bir birey olarak ele alıyor. kontrolcü ve talepkar bir stüdyo kültürü belki öğrencinin daha hızlı gelişmesini sağlıyor ve belki daha çok sayıda öğrenciye hitap ediyor ama bu modelde öğrencinin sırtından karar verme sorumluluğunu kaldırıyorsunuz. kararların çoğunu onun yerine alıyorsunuz. onun alanını daraltıyorsunuz. geride kendisine söyleneni yerine getirme yükümlüğü kalıyor. burdan nasıl bir öğrenci ve nasıl bir insan profili yetişir? ve bu "achiever" cacığına rakı dayanır mı?

o zaman problem biçim değiştiriyor: normatif alanın taleplerini öğrenme pratiğine dair alanın talepleri ile uzlaştıracak, ya da en azından müzakereye sokacak stüdyo pratikleri nelerdir? sorunun yanıtlarını pratikte aramaya geçmek için mükemmel yanıtların bulunabileceğini varsaymak gerekmiyor. arayışımızın zemini ve malzemesi için stüdyonun ve tasarım kültürünün çok katmanlılığına ve insanın ruhsal yapısının çeşitlilik barındıran, esnek ve dirençli karmaşıklığına başvuruyoruz. malzememiz zengin. talepkar, kontrollü ama özgür! hadi kolaysa bu stüdyoyu oluştur bakalım.


Hiç yorum yok: