28 Nisan 2012 Cumartesi

stimülasyon

makalesi, tezi, halısahası, dersi, partisi, görüşmesi, bildirisi, bürokrasisi, gezisi, yazışması, konferansı, maaşı, meyhanesi, semineri, okuması, projesi, molası, muhabbeti, yemeği, hiyerarşisi, jürisi, üretimi, raporu, sigortası, değerlendirmesi, şezlongu, kırtasiyesi, sergisi ve her türden insani ilişkisi ve karşılık gelen ruh durumları ile tam teşekküllü bir hayat paketiymiş. akademik. hani bu noktadan herhangi başka bir beyaz yaka işine dönmek, epey bir fakirleştirirdi hayatı?

20 Nisan 2012 Cuma

tatil kafası

aslında bu yıl da bir stüdyoya katılıyorum. yazacak hiç bişey olmamakta mı acaba. ama stüdyo artık bu dünyada bu zamanda öğrencinin işte bir öğrenci projesi daha yaptığı bir yer olmakla yetinebilir mi? öğrencinin bir proje daha yapması çok önemli. ve bu projenin zorluğu da düzeyine göre artırılmalı. o da önemli. zorlanınca öğreniyorsun. zorlanmayınca öğrenmiyorsun. ama stüdyo, ya da öğrenci bununla yetinebilir mi? öğrenci araçlarını tekniklerini okumalarını yazmalarını ve mimari dağarcığını zenginleştirmeden o stüdyodan çıkıp gidecekse o hoca işini yapmış sayılabilir mi?

16 Nisan 2012 Pazartesi

mekana dair alternatif pozisyonlar?

2003-2004 kışı boyunca yüksek lisans tezim için çalıştım. sonra son bir ay oturup metni yazdım ve koşa koşa teslim ettim. 2004 baharının sonundaydı bu. geçenlerde baktım, 2004 kışında bir stüdyo için bir sunum hazırlamışım durumcularla ilgili. sonra tezin kapağını kapattım. benim tezim durumcularla ilgiliydi:

"Sönmez, N. O., 2004. Durumcular: Muhalefet için bir mimarlık".

aslında daha geniş bir 'ütopya / vizyoner / avant-garde' başlığı altında konuyla ilgili okumaya devam ettim. mimarlık alanında 60-75 arası dönem bu açıdan çok zengin. ve ayrıca edebiyatta da ütopya janrı oldum olası ilgimi çekmiştir. sonuç olarak 2009'da bir ADT dersi kapsamında konuya geri dönmüşüm. mimarın politik konumu gibi bir izlek üzerinden bir sunum yapmışım... şimdi o sunuma bakıyorum da.. ne anlatmışım acaba bu tuhaf slide'ların önünde.. ilginç bir dersmiş yalnız o kesin... neyse, sonuç olarak, o dersi hazırlarken düşündüklerim bana yl tezimi nası yeniden ele alabileceğimle ve o konuda çalışmaya nası devam edebileceğimle ilgili bir takım ipuçları sunmuştu...

bu yaz o konuya yeniden giriştim ve bir bildiri yazdım:

Sönmez, N. O., 2011. An Architecture for Dissent: A Critical Reading of the New Babylon. Theory for the sake of theory, ARCHTHEO '11 Conference Proceedings, 23-26 Nov 2011, İstanbul, pp. 292-304.

ve geçen gün de hocamın CTA dersi için yeni bir durumcular sunumu hazırlarken bu bildirinin izleğini takip ettim bir ölçüde...

mesele sadece durumcularla ilgili değil, mimarlığın politik konumu / ortamı, ütopyalar (mimari ve edebi), eleştirel ve naratif mimarlıklar (superstudio, archizoom ve yeni örnekler), mimarsız ve alternatif mekansallıklar (DIY, işgal evleri, kolektifler ve TAZ) vb. konular üzerine ve bol bol referanslar ve örneklerle konuşmayı mümkün kılıyor. tarihsel açıdan romantiklere kadar geri gidiyor ve pek çok kanaldan bugüne bağlanıyor... ve popülerliği hiç azalmıyor bu konuların. heyecanlı, zengin ve derinlemesine bir konu... bu konuda bir ders hazırlayacağım diye düşünüyorum.

14 Nisan 2012 Cumartesi

el çizimi

[ mimarlık eğitimine dair ciddi notlar serisi x: ]

bir süre el çiziminin mimarlık eğitiminde artık yeri olmadığını savundum. sonra dünyadaki iyi okulların hala uzun uzun el çizimi üzerinde durduklarını öğrenince bu konu üzerine yeniden düşünmeye başladım. stüdyoda önümüze gelen otoket çizimlerindeki tuhaflıklara da başka gözle bakmaya başladım. tamam artık kimse el çizimiyle üretim yapmıyordu da, 1. plan çözmenin geleneksel yolları (eskiz üstüne eskiz yığıp mekan ve çizgi aramak) tasarımı otokette yapmaya çalışma pratiğine hala üstün geliyordu [bunu geçen yılki yarışma süreçlerimizde gözlemledim], 2. el ile çizim yapabilmek eskiz yoluyla tasarım ve iletişim yetisini artırıyordu. 3. el çiziminin ölçeği vardı, otoketin yoktu, ölçek hissini önce bir edinmek gerekiyordu. 4. otoket, el ile çizgi arama deneyimi olmayan öğrencilere hiç uygun olmayan bağlamlarda bile ortogonal sınırlar çizdiriyordu

[ve hala yanıtlayamadığım bir soru: kağıt üzerinde çalışmak, kağıda dokunmak, karalamak, silmek, taramak, noktalamak ve boyamak hayal ettiğimiz mekanı algılamaya daha bir yaklaştırıyor mu bizi?]

yaşasın blender!

dün birinci sınıflara blender çalıştırdım. benim için bu ders 'açık kaynaklı uygulamalar üzerinden tasarım ve ifade yaklaşımları' gibilerinden olası bir ders için bir girizgah niteliğinde.. o olası dersin içeriğine, işleyişine, hızına ve teknolojisine dair denemeler yapmış oldum... geçen yıl da birinci sınıflara blender çalıştırmıştım, ordan edindiğim tecrübe uyarınca daha derli toplu ve en ufak adımına kadar ince ince yazılmış bir ders hazırladım bu sefer. çünkü bir yandan da ugulama yapıldığı için ders detay atlamaya ya da o an için önemli olmayan detaylara dağılmaya çok müsait.

dersi freemind'da hazırlayıp sundum. (bu fikri aslı'dan almıştım.) zihnimin çalışma biçimine powerpoint'ten daha iyi uyuyor bu zihin haritaları.. önce biraz 'açık kaynak - özgür yazılım' ikilisi üzerinden niye modellemeyi blender ile çalıştığımdan ve mesela neden rhino değil de blender anlatmak istediğimden bahsediyorum. aslında birinin gelip bir grup insana bir seri beceri ve bilgi kazandırmaya çalıştığı bir pratik ile (üniversite) açık kaynak (ya da özgür yazılım) tavrı arasında doğrudan bağlantılar var gibi geliyor bana. birini seven öbürüne sıcak bakarmış gibi geliyor [bkz. creative commons'un kısa tarihi ilgili bağlantıları kuruyor: cc].

sonra spesifik bir programın işakışı ile görece genel iş yapma yolları arasında bir ayrım olduğunu öne sürüyorum.. sonra da işte blender arayüzü, mesh modelleme, ufak bir modelleme uygulaması, ışık hızında render... dersin materyali de, ders notları, altlık çizimler, blender başlangıç tutoriallarının ve blender.org'un linkleri...

3 saati geçti sanıyorum, ilgilenen öğrenciler de oldu gibi, ama galiba bi o kadar daha zaman lazımdı.. tabii dersi nasıl hızlandıracağımla ilgili de düşünmeye başladım.. arayüzü ve en temel komut ve işlevleri öğrenmek çok zaman alıyor. o kısmını öğrencilerin ders öncesi tutoriallarla deneyimlemesi şart gibi görünüyor. yoksa ilerlemek mümkün değil.

belki de en önemlisi böyle bir programı iyi öğrenmenin onlara tasarım faaliyetinde neler katacağını deneyimletmek. şimdilik sadece sözle ifade edebildim. şiddetle vurguladım da denebilir.




12 Nisan 2012 Perşembe

hiyerarşisi azaltılmış stüdyo

bugün biz yürekli-falay-aydemir stüdyosunda bir tür stüdyoda-konsensüs süreci deneyimledik. [kendi dahil olduğum stüdyonun hızı kesildi. ben de sonraki yıllarda çalışmayı umduğum konular için giriş oluşturacak ders ve deneyimler sunmak üzere başka ortamlara gidiyorum bu aralar.]

yürütücüler ve öğrenciler, 15-20 kişi... ~17:15-20:30 arasında yaklaşık 3 saat kadar sürdü... ve biraz yorulduysak da sonuna kadar ilgi yerinde kaldı sanıyorum. 3 saat böyle bir toplantı tarzı için kısa sayılmaz. ama konsensüs-üzerinden-karar-alma konusuna, özel olarak da tasarım süreçlerinde konsensüs ve katılımın olası rolleri gibi konulara bu grupla ilk defa giriş yapıldığı düşünülürse, ve önerilen işin niteliği düşünülürse süre kısa tabii.

süreci, deneyimin kendisini aktaran bir tür yayının üretimi etrafında şekillendirmeyi önerdim. sonuçta üretim ve deneyim üzerinden öğrenmek stüdyoda biraraya gelmenin temel motivasyonları. ve tabii tartışmalar beklenenden daha zengin oldu. ve ilk başta hiç çıkmayan veya kısık çıkan sesler gittikçe daha fazla duyulmaya başlandı (postere "benim bir sözüm var" yazmış biri :] ). ve yani öyle ya da böyle süreç kendi kendine organize oldu, zaman kısıtları, pratik kısıtlar ve çatışan fikirler bir şekilde uzlaştırıldı. herkes yeterince katılımcı ve esnekti.

konsensüs sürecinin üretimleri 1. deneyimin kendisi, 2. katılımcıların birlikte ürettiği ve üzerinde anlaştığı ortak kararlar. ve herkes büyük ölçüde benimsemiş görünüyordu bu kararları.

3 adet üretim kararlaştırdık. biri hızlıca yaptığımız ve herkesin kendine ait bir cümleyi kendine ait bir tasarım ile bir paftaya yapıştırmasından oluşan bir ortak poster. bunu bu akşam yaptık. daha sonra bu posterin olduğu haliyle internete konması ve herkesin istediği ekleme ve çıkarmaları ortak dosya üzerinde yapması ile bir hafta içinde yeni bir poster ortaya çıkacak diye konuştuk. ve gelecek hafta bugün, bir kolektif üretim deneyi gerçekleştirmeyi kararlaştırdık. konusu "boşluğu hapsetmek". malzemeleri katılımcılar getiriyor. ve herkes sıra ile ortak bir nesne üzerinde bir ekleme-eksiltme yapıyor. süreç, umuldu ki, kimsenin daha fazla ekleme ya da eksiltme yapmadığı bir tam tur atılana kadar devam ediyor. haftaya perşembe 12:30-14:30 arasında, kırtasiyenin orda, izlemek isteyenler gelsin. daha sonra bu ürün sergi alanında kalacak ve okuldaki diğer insanların müdahalelerine açılacak (müdahale etmek isteyen gelsin). bu kolektif üretim sürecinin de bir tür konsensüs tasarımı olduğu savunuldu. bu fikir bana da ilginç geldi. tartışılabilir.. üzerinde düşünmek lazım.

işin deneyim boyutunda, yataylık, hiyerarşilerin zayıflaması ve aşağıdan yukarı örgütlenmeler, bizim organizasyon kültürümüzde artık daha fazla yer bulması gereken pratikler diye düşünüyorum ben. bu, öğrenciye kazandırmak istediğimiz özgüveni, onlara pek de kazandıramadığımız sorumluluk duygusu ile birleştirmemizi sağlayabilir. ayrıca katılımın ve şeffaflığın yöntemlerini öğrenmeli ve benimsemeliyiz diye de düşünüyorum.


10 Nisan 2012 Salı

makale sıkıntısı

20 martta şöyle yazmışım:

"""doktorasını bitirmiş gibi görünen arkadaşlar görüyordum. hala görüyorum. bu arkadaşlar doktora bitiyor diye sevinmiyorlar, daha ziyade daha yapılacak bir takım belirsiz işler kaldığından sözedip yakınıyorlardı: savunmalar, kırtasiye, düzeltmeler ve makaleler. yani o kadar tez yazılmış, projeler yapılmış, yayınlar yapılmış, tüm bunların ardından bir iki sayfa tutacak kadar düzeltme, 3-5 sayfa kırtasiye ve 10-15 sayfalık bir makale niye böyle sıkıntı veriyor onu, hah onu o noktalara yaklaşınca anlıyorsun. 3 aydır bir makale yazayım diye konsantre olmaya çalışıyorum. başına oturunca içim sıkılıyor. yazılmış kısımlardan kesip biçeyim diyorum. daha da içim sıkılıyor. hiç bir parçayı hiç bir parçaya uyuşturamıyorum. metni olduğu gibi kullanamıyorum. yeni metin de yazamıyorum. hangi dergiye yollayacağıma da karar veremiyorum. sorarlarsa geçiştiriyorum. doktora metnim bütün halinde baya anlamlı geliyor. 3-4 ay sonra yeniden göz attım. hala anlamlı geliyor. ama şurasından burasından çıkacak bir makale halinde anlamsız geliyor. yeni projelere geçmek istiyorum. doktora ölsün istiyorum.

(neyse, en azından hava çok güzel, çıkıp yürümek ya da şezlonga uzanmak mümkün.)"""

şimdi şöyle ekleyebilirim:

bir takım taslaklar çıkardım. bazı dergiler seçtim. vaktim olsa galiba yazıp göndereceğim.

okumayan entelektüel

AA'den bir doktora öğrencisiyle sohbet ettik kısaca. tezini tasarım üzerinden yapıyormuş: research-by-design. böyle bir yaklaşımda insan araştırmacılığı kendi tasarımcı tavrı ve becerilerinin doğal bir uzantısı olarak kurgulayabilir diye konuştuk. öbür yanda, biz, tasarımcılıktan çok farklı kafa yapılarına ve yöntemler ailelerine adapte olmak durumunda kaldık tezlerimizi yaparken. buraya kadar herşey research-by-design'ı haklı çıkarıyor gibi. ama o noktada dedi ki, konuştuğumuz kişi, lisansta fazla metin okumuyorsun, yüksek lisansta da okumuyorsun, ondan sonra birden böyle doktorada okumaya başlamak da olmuyor, o yüzden de iyi research-by-design. hmm, orda bir durdum işte içimden.

bu aralar entelektüellik üzerine düşündüm ve acaba bazı insanların mesleği mi entelektüellik? entelektüel disiplinler mi var, mesela felsefe, siyaset bilimi, tarih gibi? ve bazı disiplinlerin entelektüellik gerektiren alt alanları mı var, mimarlıktaki history-theory-criticism alanı gibi? ve onun dışındaki çalışma alanları, mesela mimarlık, mimari tasarım yani, o da ayrı bi iş ve orda entelektüel olunması hem pratikte mümkün değil hem gerekli değil? ve mimarlık ortamındaki entelektüeller ya bu alt alanlarda çalışmaktalar ya da istisna teşkil etmekteler? yani gündelik faaliyetin mi seni entelektüel yapıyor? öyle bir alanda çalıştığın için mi entelektüel oluyorsun? öyle bir alanda tez yapmasan aslında derinlemesine okumayacak mısın mesela? mesleğin tez yapmak ya da puan toplamak olmasa?

ve ama bir alanın dar çerçevesi dahilinde, derinlemesine de okusaydın, entelektüel sayılabilecek miydin? farklı alanları kateden kapsamlı bir zihinsel birikim akla gelmiyor mu entelektüel denince?

öte tarafta yürekli'nin entelektüalizmi... ordaki zihinsel aktivite de son derece tasarıma has ve biçimsel olabiliyor, yazılıp çizilen bişey olmaktan uzakta ve yoğun bir okuma faaliyeti barındırmak durumunda değil. bir bakışla oldukça yüzeysel. kendine has, özensiz ve sığ bir tür entelektüellik: M-entelektüel (mimarın m'si) (ve tabi sanki-dikdörtgen günlerimiz. onu paketledim aslında koyayım kenarlar'a yakında.)

ve eskiden kitap okumak değerli idi. kendinden değerli görülürdü. şimdi mimarlığın akademik ortamında okumayı değerli ya da gerekli görmeyen insanlarla karşılaşıyorum. ama bir yandan da, mimarlığın aynı akademik ortamında, yoğun biçimde okuyan değerli arkadaşlarla da karşılaşıyorum. oh neyse.

8 Nisan 2012 Pazar

makalenin kafası nerde?

bir makale yazacağım. öf.

sıkıldım ama ilginç de bi yandan

aslında buraya pek bişey yazmak istemiyorum. içimden gelmiyor. ama enteresan şeyler de oluyor yani. kısaca p. diye andığımız protokol metninin fotokopileri gelmişti. sonra singapur'dan hollanda'ya erişmeye çalışan rudi sekreterlikten asıl asıl belgelerin kargoya teslim edildiği haberini aldı ise de bunun ikinci bir kargo mu yoksa içinde asılların bulunduğu sanılan ilk kargo mu olduğu konusundaki araştırmalarından sonuç alamayarak konunun kendisi için belirsiz kaldığını bana bildirdi. sağolsun sonuçta vakit ayırıp uğraşıyor. bence az şey değil. öte yandan holanda'daki danışman hocam asılların kargoya verildiğini düşünüyor ama asıllar buraya erişmiş değil. bu esnada kargo takip bilgileri mevcut olmadığından ya da bana henüz bildirilmediğinden bu kargonun o kargo mu olduğu, o kargo değilse şimdi nerde olduğu, protokolün bir kere daha belirsizliğe uçup uçmadığı da belirsiz. a! aslında protokol belirsizliğe düşmüş bile. ve her hocam benden tekrar tekrar tez taslağını istemeye devam ediyorlar. tekrar tekrar gönderiyorum. okuyacaklarmış. bir daha okuyacaklarında tekrar göndermek üzere gönderiyorum ben de yine.