20 Temmuz 2011 Çarşamba

stüdyo vs. ofis

ofis modelinin bir takım avantajları var. bunlar aynı zamanda onun tatsızlığını da teşkil ediyor. bir patron var, herkes sabah bir saatte geliyor, bir sözleşme yapılmış, çalışanlar mesailerini satmışlar, her sabah o mekana gidip akşama kadar çalışmak durumundalar. stüdyo modelinde de çalışmak talep ediliyor ama katılımcının tepesinde durup onu çalıştırmak pek mümkün değil. stüdyo modelinin başarılı olması için katılımcıların yüksek sorumluluk duygusu, bir üretme disiplini, hatta bir üretme ve kendini geliştirme aşkı taşıması gerekiyor. bu özellik ise..

ve şimdi, itiraf etmek gerekli ki ofis bir verimlilik ve üretkenlik barındırıyor. tepeden aşağı, iyi organize olmuş, yoğun bir üretim temposuna sahip, belli bir üretim ve süreç yönetimi birikimi, uzun yıllar içinde oturtulmuş bir meslek pratiği birikimi taşıyan ofisler... bir yarışma sözkonusu olduğunda rekabet bu ofislere karşı...

yine de insan ofis değil de stüdyo gibi bir üretim organizasyonu kurmak istiyor. stüdyonun görece yataylığı, hedeflerle gevşek ilişkisi, ya da hedeflerinin deneyim ve öğrenme olması, dolayısıyla sonuç ürün baskısının zayıflayabilme olasılığı... işin çeşitli yönlerini bir ölçüde askıya alabilmek, zamanın rahvan kullanımı... düşey değil yatay arkadaşlık ilişkileri içinde çalışmak.. her aktörün kendi potansiyellerini aradığı, farklı alt amaçlar bulunsa da temel amacın öğrenmek ve yeniyi üretmek olduğu süreçler. sonra her aktörün belli bir ölçüde özgürce katkısını koymak için alan bulduğu, alanın tepeden aşağı daralmak yerine aşağıdan yukarı genişlediği iş yapma türleri... öyle ya da böyle, stüdyoda da üretildiği açık.. ama nasıl olacağı üzerine düşünmek gerekiyor biraz. çünkü doğrudan "onu al burda uygula" tavrı işlemiyor.

stüdyoda, yürütücü olarak, müellif değilsin ve olmamak için azami gayret sarfediyorsun, tasarımcılığını geri plana alman lazım, önemli olan karşındaki insanların yaşadığı üretim ve öğrenme süreci. ama kendin bir ekiple iş yaparken durumun farklı olduğunu idrak ediyorsun. orada olmalısın. sen de müellifsin. şüphesiz hiç bir ekip üyesinin fazla baskın olmaması gerekiyor, ekibi boğmamak gerekiyor ama orada olman lazım. orada olduğunu inkar etmemen lazım. her konuda konsensüs aramak istiyorsun ama deadline sıkıştırıyor. ve tasarımla ilgili bir yasa varsa o da şu: tüm fikirleri ve gerekleri eşit biçimde uzlaştırma arayışı iyi tasarımla sonuçlanmıyor. özetle, dar zamanlarda iyi iş çıkarmak gerektiğinde stüdyo modeli çöküyor.

katılımla ilgili temel bir incelik de var burada. uğraştığımız işlerde bir tür bilgi birikimi hayati önemde. mimarlığın bilgi alanı dille ifade edilebilen önermelerden ibaret değil, iş yapma becerilerini de içeriyor. yatay süreçler örgütlerken de, bilgiye sahip olanın, uzmanlığa sahip olanın bu birikimini bir kenara koymaması gerekiyor. ama bir tarafın bir uzman olarak işe katılması, ya da daha birikimli bir aktör olarak işin içine girmesi doğrudan bir asimetri yaratıyor. asimetriyi nasıl hiyerarşi olmaktan uzaklaştıracağız, asimetrinin ekibin üyelerinin sürece aktif katılımını bastırmamasını, her aktörün kuvvetli olduğu, öne çıktığı alanlarda kendini ortaya koyuşunu engellememesini nasıl sağlayacağız, soru burada. çünkü asimetri kaçınılmaz ve gerekli.

toplumsal karar alma süreçlerinde bu sorunu çözmek daha kolay görünüyor. uzmanlar teknik hususlardaki birikimlerini ortaya koyar ve bir tür danışmanlık hizmeti verirken, kullanıcılar ve yönetsel aktörler normatif alanlardaki taleplerini geliştirmeye odaklanabilirler.

ekip oluşturmak için de aslında bir takım taktikler biliniyor. mesela, kees dorst, farklı karakter ve becerilere sahip katılımcıları olan ekiplerin daha pürüzsüz işlediğini anlatıyor. hepsi aynı uzmanlık alanında bulunan, aşağı yukarı aynı özelliklere sahip, aynı işi yapan katılımcıların çatışma veya verimsizleşme olasılığı daha yüksek.

görece yatay bir süreç içinde iyi iş çıkarmak bir seri koşula bağlı. ekip üyelerinin yüksek sorumluluk duygusuna ve üretim sevgisine sahip olması, aktörlerin birbiriyle uyumu ve farklı özellik ve becerilere sahip olmaları, "benimki, seninki" yerine bir tamamlayıcılık tavrını sürdürebilmeleri, ayrıca bir mimarlık/iş yapma vizyonunda uzlaşabilmeleri ve en önemlisi tüm bunları baskı altında değil kendi kendilerine taşıyıp sürdürmeleri... bu özellikleri taşıyan bir ekibi biraraya getirmeyi başarmak gerekiyor. ama galiba ofis içinde iyi iş çıkarmak bu kadar çok koşula bağlı değil. "böyle olacak" deniyor. biri bunu söylüyor. herkes uyuyor. bu durum hiyerarşinin ve ofisin kural, yataylığın ve stüdyonun istisna oluşunu açıklar gibi.

[tabi başka faktörler de var, profesyonel destek alabilmek, danışmanlık hizmeti alabilmek, bunlar için bağlantılara ve sermayeye sahip olmak, ortamda öne çıkan başarılı/becerikli aktörlerle çalışmak, onları eleyip seçmek vd. bu açılardan da ofislerin avantajları var. ama benim tartışmam bunlarla ilgili değil.]

Hiç yorum yok: