18 Mart 2011 Cuma

kuşak

yorgunluğumu biraz üzerimden atınca aklıma yazacak sayısız konu gelmeye başladı, birikmiş. toparladıkça -ve belki doktora haritama iliştirdikçe- buraya koyabileceğim ancak. ya da unutacağım gidecek. ama yazmazsam belki şişeceğim konular var. mesela kuşak. bizim de kenarından içinde yer aldığımız kuşaklar.. bizim kuşağın algısı bilgisi vizyonu hedefleri... böyle bir kuşak var, mimarlık eğitiminin mimarlık eğitimi olduğu zamanlarda ve mimar olmak isteyerek okuyan, sonra mimar olmak için pratiğe atılan, gittikçe daha dar çerçeveler ve daha oluru-bulunmuş yollar üzerinden düşünmeye sevkedilen, bir seri yeni aracın alanı işgal ettiğinin farkında olan ama bu araçları eski alışkanlıklar, eski modeller üzerinden algılayan, onları eski-araçların-işini-yapan-yeni-araçlar olarak kullanan... yani bu araçların aslında tasarım faaliyetini ve tavırlarını dönüştürmekte olduğunu algılasa da duruma ayak uyduramayan ve gerçekliği -tanıdığı zemini?- ayağının altında tutmaya çalışan? bunu yaparken türkiye'deki inşaat pratiğinin durağanlığını ve değişime direnen zihin katılığını kanıt gösteren?

okulda şu andaki asistan ve hoca kadrosunun ciddi bir kısmı bu kuşağın mensubu. zaten farklı bir bakış geliştirebilecek, yeni araçlara hakim olup güncel tasarım-üretim denemelerini takip edebilecek kuşaklar yeni yeni yetişmekte. belki onların yetişmesi de biraz geriden geliyor, onları yetiştiren kuşakların durumu (bizim durumumuz) belli işte... onlar belli bir noktaya geldiğinde dünya da farklı bir noktaya ilerlemiş olacak.. kendimizi dünyayla kıyaslamaya başlamak birden kadük kalmamız anlamına geldi. bizim kuşağın daha orta yaşlı mensupları durumla barışmış görünmekteler. kuracaklarını kurmuş, istediklerine kavuşmuş gibiler. ama bu okulumuzu fena bir durağanlığa sevkediyor. ya da durağanlığından çıkmasını engelliyor.

bu kuşağın ilk üyelerinin yoğun katkısıyla oluşmuş bir yöntemler-yaklaşımlar ailesini bugün 3400'de kullanıyoruz. bizler de bir takım eklemeler yaptıysak da bu stüdyoya geldiğimizde oturmuş pratikler zaten mevcuttu. son yıllarda yürekli ve irem'in 3400'e giriş-çıkışı dışında önemli bir katkı-değişim yaşanmış gibi gelmiyor bana. iki yıl önce kaçak grup'ta mimarlıktan olabildiğince uzaklaşıp daha ferah gönüllü (ve şen?) bir 'deneme'ler tavrına gitmiştik, ama esasında o zaman yaptığımız, 3400'de mevcut olan tavırlar ve yürekli'nin yoğun 'deney' vurgusu arasında dengeli bir nokta aramak olarak da okunabilir.

bugün deney'den yana tavır koymak istiyorum. sonuçların önemli olmaya başlaması, süreç ve deneyimden önce sonuçların garanti altına alınmaya çalışılması hoşuma gitmiyor. yani "n'aparsak yapalım sonuca varılabilecek bir ölçekte ve garantili bir güzergahta kalalım, olurunu bulalım, sonuca ulaşalım" vd.. bu bakışı anlıyorum, sonuç verebileceğini görüyorum. ama bu bizi sanki yürütücünün işlerliğini bildiği bir alana hapsediyor? burda ilk bakışta bir sorun yok gibiyse de bizim okul bağlamında şöyle bir sorun var: yürütücü ekibi olarak aslında zamanı geçmiş bir kuşağız. bu durum birinci sınıf stüdyosunu olduğu kadar bitirme ödevini de etkiliyor.

yürütücü ilk önce, bence, stüdyoda ortaya çıkan somut ürünlerin kendi ürünleri olmadığını idrak etmeli. bir müelliflik gerginliğinden azade olmalı. sonra da ürünlerin değil deneyin, deneyimin, kendini geliştirmenin önemli olduğunu hatırlamalı. stüdyonun üretimi deneyimdir, yöntemi denemedir, tavrı açıklık ve esnekliktir. biraz 'itelemek' ise biraz da 'peşine takılmak'tır. yürütücü bir stüdyonun tasarlama güzergahını bir işe başlamadan önce bilemez, tarifleyemez. tasarım nasıl karmakarışık bir süreç ise stüdyo da karmakarışık bir süreç, herhangi bir tasarım problemi nasıl baştan belirli olmayıp çözüm ile birarada evriliyor ise stüdyonun işleyişi de baştan belli değil ve 'iş/deney' sürecin gelişimiyle tarifleniyor.

Hiç yorum yok: