24 Aralık 2010 Cuma

bu dönemki stüdyodan dersler

stüdyonun ruhu çekildi gibi geliyor. aslında kötü gitmiyor. çocuklar kendilerini geliştiriyorlar. ama beni açmıyor işte. belki açsa siperden bu kadar çok kaçmam. bu stüdyo işinde bir adım ileri / yana atıyoruz ya da kendimiz yeni bişeyler öğreniyoruz hissini kaybediyorum. yine de çıkarılacak dersler var. yeni değiller. bir kere daha doğrulanmış eski kanılar.

presizyon tutmadı. daha çok birebir konuşma, daha net brief'ler ve daha bol örnek ve daha derli toplu lecture'lar olsa denebilir. o zaman da bildiğimiz stüdyo olurdu. gerçi onun da iyisini yapıp yapamayacağımız kuşkulu. zor bir iş. sonuçta başlangıçtaki kanım güçlendi sadece: 'presizyon' kelimesini 'deney'le yanyana anmamalı. stüdyonun enerjisi düştükçe düşüyor.

katılım falan da kalmadı harala gürele arasında... blog iflas etti. öğrenciler yurtdışından bir okulun birinci sınıf vidyosunu izlediler: "biz de böyle eylensek ya" yazmış biri. önceki yıllardaki tecrübelerimden sonra bundan daha üzücü bir yorum daha alamazdım.

çok çalışmaktalar ama ortaya sonuç çıkartamıyorlar. temelde tek iş üzerinden haftalarca çalışılıyor. ama bir günlük hızlı bir işte çıkacağı kadar ürün çıkıyor. öğrencinin gelişimi çok yavaş oluyor. tek iş yapmasak da aynı sürede 5 tane iş yapsak öğrencinin zihni mekansal-mimari konular açısından belki aynı düzeyde gelişecek, çünkü o her halükarda yavaş oluyor ama çok farklı denemeler yapmış olacak, farklı araçlara konulara el atacak, ilerde bu çeşitliliğin faydasını görecek.

bi de hep aynı konunun üstünde kalınca stüdyoda havamız değişemiyor. üzerimizde sıkıntılı bir hava birikiyor, temizlenmiyor. ve stüdyoda bir aylaklık bir işsizlik bir durgunluk başgösteriyor. bu tip işlerde sorun işin sonuç verip vermemesinde değil, ürünler her halükarda kabul edilebilir seviyelerde olacak. ama olan stüdyonun havasına oldu. stüdyo süngere döndü. içi boşaldı ve kurudu. eğlendiğimiz söylenemez evet.

23 Aralık 2010 Perşembe

vır vır vır vır

yaklaşık 1,5 aydır düşük yoğunluklu çalışıyorum gibi görünüyor. elle tutulur bişey ürettiğim ya da bir programın kulağını çevirdiğim söylenemez. elimi atsam biriki haftada iki bildirilik somut sonuç çıkacak oysa, herşey hazır, kurgular hazır, kodlar hazır. yapamıyorum. bir yandan da sanki hiç boş durmuyorum. tv izleyemediğim için gerçekten de üretkenim. deadlinelar geldikçe gelmekte. ama tarihlerine bakmıyorum. doktoramın şeması yoğurdukça değişiyor. kaynakçası uzadıkça uzuyor. ama kaynaklara da bakmıyorum. zaten gigapedya her derde deva değilmiş. kara kara düşünmekteyim. bu kaynaklar nerlerden bulunacak? ıvır zıvır işler listem kısaldıkça uzuyor. milano dönüşü öyle bir havadayım ki bir kağıdı alıp fotokopisini çekmek bile büyük bir işmiş gibi geliyor. üstüme zimmetli fotokopi makinam var. ama zor geliyor. tamam bu işleri cuma günü yaparım diyorum. sonra cuma günü bir uyanıyorum a bugün stüdyo var ki diyorum. zaten okula gidiyorum toplantı da varmış ki... stüdyo olmasaydı iyiydi. eskiden bu zorunlu hazırlık aralarının değerini bilirdim. çünkü lazımdır. doğrusu budur.* hazırlık-bekleme-tembellik aşamaları yoğun çalışma aşamasından uzun sürer. şimdi buna vaktim yok. hayatıma çalışmama-suçluluğu girdi. masum aylaklığımı yitirdim. bu doktoranın bitmesine.


*bkz kuluçka döneminin gereği hakında ne demişler: [28aralık edit'i >> yannız biraz daha detayına girince gördüm ki bu tip deneyler genelde kısa süreli problem çözme denemeleri üzerinden yapılıyor. dolayısıyla uzun soluklu bir tasarım süreciyle ilişkili olarak delil olamaz sanıyorum. biz yine protokol analizi çalışmalarına döneceğiz sanıyorum delil arayışlarında.]

"... A recent review of experimental research on incubation showed that most experiments have found significant effects of incubation
(Dodds et al., in press). Those experiments investigated the effects
of incubation length, preparatory activity, clue, distracting activity,
expertise, and gender on participants’ performance. The review
suggested that performance is positively related to incubation
length and that preparatory activities can increase the effect of
incubation. ..."

[Sebastien Helie, Ron Sun; Incubation, Insight, and Creative Problem Solving: A Unified Theory and a Connectionist Model; Psychological Review, 2010, Vol. 117, No. 3, 994 –1024]

21 Aralık 2010 Salı

parçala ve yut

Nigan Bayazıt'ın derli toplu bir tasarım araştırmaları review'u var: Investigating Design: A Review of Forty Years of Design Research, Design Issues: Volume 20, Number 1 Winter 2004. Esasında konunun biraz daha geniş ele alınmış olması gerektiğini hissettiriyor. Neyse en azından insana iyi bir başlangıç kaynakçası sunuyor. Cross'un da benzer bir metni olduğunu hatırlıyorum. [Designerly Ways of Knowing'de derlenmişti sanki?] O metin de araştırmacının bilgi açlığını gidermekten uzaktı. Demek ki iş başa düşüyor. Neyse ki mücadelem konunun sadece küçük bir porsiyonuyla. [Büyük küçük harflere dikkat etmeye başladım evet, yakında tez yazmaya başlıyorum hatırlatırım.] Nigan Hoca tasarım araştırmalarını 5 başlıkta özetlemiş:

"A. Design research is concerned with the physical embodiment of man-made things, how these things perform their jobs, and how they work.
B. Design research is concerned with construction as a human activity, how designers work, how they think, and how they carry out design activity.
C. Design research is concerned with what is achieved at the end of a purposeful design activity, how an artificial thing appears, and what it means.
D. Design research is concerned with the embodiment of configurations.
E. Design research is a systematic search and acquisition of knowledge related to design and design activity."

Benim derdim büyük ölçüde B ve C maddeleriyle ilgili. İki temel tartışma kurgulamayı düşündüm: 1. ilk kuşak tasarlama yöntemleri ile ilk kuşak yapay zeka çalışmaları ilişkisini ve bu kuşak kavrayışların yapay-tasarım hususundaki başarısızlığının sebeplerini tartışmak ve 2. en güncel metinlere referansla bir tasarlama - tasarım problemi - tasarım süreci - tasarımcı davranışı çerçevesi çizmek. Geri kalan hususlar açısından metni biraz 'seyrek dokulu' bırakabilirim diye düşünüyorum.

25.12.010 geceyarısı edit'i: 1. maddeyi genelinde yapay zeka alanının tartışmalarından azade kurgulamak için ne gerekiyorsa yapılması. yapay zeka ile ilgili parçaların tarihsel arka plan çizmekle sınırlandırılması. [tasarımda-yapay-zeka ise biraz daha kuşatılabilir bir konu.] ve 3. bir madde olarak evrimsel yaklaşımlar ile insanın tasarlama tavrı arasında kurulabilecek bazı paralellikleri mevcut bazı bilişsel modellerle de ilişkilendirerek tartışmak eklenebilir.

kitap var

Educational Design Research, Edited by Jan van den Akker, Koeno Gravemeijer, Susan McKenney and Nienke Nieveen, 2006, Routledge

"The key to productive design research is to strike a new balance between caution and risk-taking. Concentrate on the most important design problems, understand them thoroughly, identify the most promising features for the design in light of that understanding, build prototypes with these features, and try them out. This is a much bolder and riskier research strategy than conventional social science research methodologists recommend, but it stands a much better chance of leading to innovative designs."

bu tasarımla ilgili bir kitap değil. tasarım eğitimiyle de ilgili değil. genel olarak eğitim metodolojisiyle ilgili. tasarlanan eğitim prosedürlerinin uygulanması ve değerlendirilmesi üzerinden eğitim pratiklerinin iyileştirilmesine yönelen bir yöntemler ailesiyle ilgili. eğitim pratiğinin / sürecinin karmaşıklığını gözden yitirmeyen bir metodoloji geliştirmeye soyunmuş bir araştırma alanı. esasında ilginç. ve stüdyoya da uyarlanabilir. ancak tüm sürecin kayıt altına alınıp detaylı biçimde değerlendirilmesini, sürecin başında, süreç boyunca ve sonuçta katılımcılarla görüşmeler yapılmasını, eğitimciler ve öğrencilerin sürecin tasarlanması aşamasında da görüşleriyle rol oynamasını gerektiriyor. hem zaman hem para açısından masraflı bir süreç. hadi yapalım çünkü ilginç olacak denerek girişilebilecek bir iş değil. tasarımdaki protokol analizi çalışmalarının daha uzun bir eğitim sürecine uygulanmasına benziyor. bazen aylarca hatta bütün bir yıl sürebilen ve sayısı belirsiz döngüler ve aşamalar içeren bir süreç tanımlanmış. incelemeye değer. ben şöyle bi göz attım sadece.

20 Aralık 2010 Pazartesi

büyük çekilme

> asistanlığa ilk başladığımda hem hocalara hem öğrencilere yönelik bir seri eleştirim hazırdı. zaman içinde bu eleştirilerden kaynağını alan bir seri deneme yapmak fırsatım da oldu. [şu yazıda: bkz.] o zamanlar karşıma gelen öğrenciler üst sınıflardaydı. şimdikiler ise daha okula yeni geldiler. bu öğrencileri üretim ya da performanslarından ötürü sorumlu tutmak, iyi gitmeyen bişeyler olduğunda suçu-sorumluluğu onlarda görmek, ayar vermek bana inandırıcı gelmiyor. hocaların da nasıl zorluklar içinde olduklarını artık takdir edebiliyorum. yine de sorumluluk hocadadır.
> ilk asistan olduğumda stüdyoda pek ön plana çıkmak istemiyordum. "hadi arkadaşlar şimdi şöyle şöyle yapıyoruz" diyerek öğrencileri gütmeye yanaşmıyordum. hocaların bazen bana bu yüzden kızdıklarını hissediyordum. sonra stüdyo sahnesiyle ben de tanıştım. sahne ışıklarının tadını almıştım. ama artık sınıfın karşısına çıkıp performans sergilemek istemiyorum. hevesimi aldım. sahne öğrencilerin olmalı.
> yine ilk günlerden itibaren stüdyonun föylerinin hazırlanması işini güzel bir tasarım komisyonu olarak kabul ettim. geliştirdi de bu egzersizler beni. bugün ondan yana da hevesimi aldım. stüdyoya ait grafiklerin üretilmesi öğrencilerin kendilerini geliştirmeleri için iyi bir fırsat sunuyor.
> tasarımcılar insan bilimleri, sosyal bilimler ya da fen bilimleri alanlarında eğitim almıyorlar. bir iki numunelik seçme ders dışında.. tasarımcıların aldığı eğitim tüm vakitlerini doldurmaya çalışıyor. bir de onlardan beşeri hayata katılan, etkinlikleri takip eden, hatta etkinlik düzenleyen kişiler olmaları bekleniyor. tasarımcının yüzeyselliği şaşırtıcı değil. herşeye yetişmesi zaten mümkün olamazdı. sonuçta stüdyolarda kültürel-politik-felsefi vd. konuların esas olarak tasarım sürecinde bir "primary generator" bulmak için, ürüne giden yolda bir tutamak, bir başlangıç bahanesi olsun diye kullanıldığı öğretiliyor. bu asla açık açık söylenmiyor. ama herkes mesajı algılıyor. ve evet bu böyle galiba. kuvvetli bir ana fikir, bir "konsept" bulmaya çalışmakla başlıyor çoğu tasarım süreci.
> uzun zaman bu yüzeysellikten şikayetçi oldum. çünkü niyeyse, sandım ki, stüdyoyu politik-felsefi-kültürel tartışmalar üzerinden örgütleyenler gerçekten bu konuların tartışılmasını hedeflemişlerdi. bir dakika. onlar gerçekten bunu hedeflemişlerdi. gelgelelim, onlar da tasarımcıydı işte. bi kaç akademik basamak tırmanmak insanı sosyolog ya da kültür tarihçisi yapmıyor.
> öğrencilere metinler okutup, onlara yazılar yazdırıp, yayın egzersizleri yaptırıp bir de çeşit çeşit konuları tartıştırıyordum. metin dediğim, felsefe tarihinden bir takım ilginç kavramları tartışmayı sağlayan önemli metinler, politik konuları damardan tartışmaya götüren politik metinler, ütopya yazını vd... artık sanki bu da inandırıcı gelmiyor. [müslüman mahallesinde salyangoz satmak]
> belki artık uzun uzun teker teker tüm yaratıcılığımla nasıl yapabilirmiş aslında ama öyle de demek istememişim de işte acaba başka olasılıklar aranır mıymış... yıllar içinde öğrene öğrene boş konuşmayı öğrendim. kırk kere söyleyince oluyor olsaydı evrenin öbür ucunda şu anda sorulmamış ama esasında ölçeğin gerektirdiği diğer sorular sorulmuş maketin ve fikrin çağrıştırdığı olasılıklar takip edilmiş ve bu maket tekrar tekrar üçmilyaraltımilyonyüzellitrilyonbin kere yapılmış olurdu.
> stüdyoda çok konuşmak istemiyorum biliyor musun, susmak istiyorum. anlamsızlık.. stüdyoda değil de bende olsa gerek. orda ya da bende, her halükarda, diyorum ki, yürütücü bazı alanlardan çekilse, konuşmayı azaltsa, varlığını silikleştirse iyi olacak. sadece ben değil. yürütücü.
> hem sorumluluk hocada hem hoca kenara çekilecek?
> bunun birkaç yolu var, stüdyo sürekli üretilen bir yerse her öğrenci 4 hocayla teker teker ve bazılarıyla birden çok kere konuşarak ve geri kalan vaktinde de terasta laflayarak 4 saat geçirmez.
> bir diğer olasılık, stüdyoyu öğrenciler hazırlayıp yürütüyorsa hoca sorumluluğunu doğru yüklenmiş demektir.

insan böyle rüyasında koşmak ister de..

stüdyo yürütücülüğü faaliyetinde ekip çalışması modelinin iyi yanları çok, biri yorulunca diğerleri onun boşluğunu doldurabiliyor mesela. ki bu dönem ben siperleri çok terkediyorum. ayrıca kafa kafaya verince fikirler daha detaylı işleniyor, gelişiyor. fakat bazen de iyi olacağını bildiğin şeyi bir türlü anlatamıyorsun.. zannediyorum bunu ekiplere karışan her yürütücü zaman zaman hissediyordur. ısrarcı olmak ise olabilecek en verimsiz tavır. bazen de çok anlamlı olmayacağını bildiğin şeyden kaçamadığın oluyor. yani onlar oraya götürüyor da sen kurtaracısın gibilerinden değil, sen de işin içindesin. toplucana işleri oraya götürüyorsunuz göz göre göre. neyse bu dönemi bir şekilde bitirdik. bitti sayılır artık. ama benim kafamdaki stüdyo gittikçe daha uzaklarda kalıyor. insan gitmek istediğinin tersi yöne gittikçe de biraz yoruluyor.

17 Aralık 2010 Cuma

konferansı kazandım!

ilk akşam robert spahr'la kısaca konuşmuştuk, benimkine benzerlikleri olan işler yaptığından sözediyordu ikircikli bir alçakgönüllülükle. ben de ona bu grafik problemlerine ilk başta nasıl bir motivasyonla giriştiğimden ve bir zamanlar adbusters'ın bana ilham etmiş olduğu meme-generator fikrinden biraz bahsettimdi. asıl benzerlik ordaymış ama hiç de renk vermedi. benzerlik de denmez. sonuçta ben o fikri uygulamaya geçmedim. bugün onun sunumu vardı. evet teknik olarak özel bir şey yok gerçekten ama sonuçta meme-generator'daki hedeflerimden bazılarını gerçekleştirmiş, yol gösteriyor. duchamp referansı tavırdaki benzerliği açıklıyor. velhasıl internetten toplanan materyalle otomatik yeni görsel-metinsel öyküler kurmak ve dominant politik öykülerin altını oymak, ya da şiirler yazmakla ilgilenen varsa: robert spahr. [tabii spam-poetry gibilerinden bir janr oluşmuş durumda.]

miguel carvalhais'in oldukça teknik bir çalışması var. bir seri üretken sistemi sınıflandırmak için istatistiki yöntemler kullanıyorlar (multiple correspondance analysis! bu çok işe yarayan yöntemi ben de anlayabilsem keşke). benim de örneklerimi bir seri feature üzerinden alt gruplara sınıflandırabilmem gerekiyor. galiba bu konulara biraz girmem gerekecek. ama bu projeyi doktora sonrasına erteledim.

takao kobayashi'nin çalışması da benim için ilginçti zira problemini tanımlayışı benimkine çok benziyordu. yöntemlerde de benzerlik var. yaptığı şu, çizgisel biçimler üretebilen bir algoritma kullanıyor, milyonlarca şekil üretiyor. bir tarafta da bir sınıflandırma sistemini harfleri tanıyacak şekilde eğitiyor. bu sistem üretilen milyonlarca şeklin istenen harf olup olmadığını tespit ediyor. böylece otomatik olarak farklı fontlar üretiliyor. fena değil. ve benim uygulamaya çalıştığıma çok benziyor. esasında benim projelerim de şu haliyle üretilen alternatiflerin hedef imajlarla aynı sınıfta olup olmadığını ölçüyor. ve zaten kullandığım teknikler de hep klasifikasyon çalışmalarından alınma. tabi fikrin ilk uygulamaları benden de kobayashi'den de eski.

bugün de projelerimi şekillendirmek açısından çok verimli oldu. konferanstan yoruldum ama konsantrasyonum yüksek. dün plan projesiyle ilgili olarak vardığım kararları bozdum :] plan üretimini doktoraya dahil ediyorum. ve 3 boyutlu denemeyi sonraya atıyorum. mevcut binaların analizini de sonraya atıyorum. plan üretimi projesinin detaylarına girince de bir takım konuları baştan düşünmem gerekti. ama sanıyorum şimdi iyi oldu. bu sefer hakikaten başından sonuna nasıl gidileceği belli. yani bir sonraki detaylanma seviyesine gelinceye kadar :] metnimin taslağıyla ilgili de çalışma fırsatım oldu.

sonra da konferans bitti. hafif ve rahat bir konferanstı, herkes de rahat etti. eşikler yüksek değildi, çok çeşitli disiplinlerden katılanlar vardı, katılanların %40 kadarı daha önceden de gelmişti ve bu anlaşılabilir bişey. küçük ve ferah bir konferans, insanı germiyor ve herkesin kendine göre ilginç bulacağı en az 3-5 çalışma var. şimdi bunları buraya yazdım ama kapanışta herkes mikrofonu alıp üç beş kelime ederken aklıma söyleyecek hiçbişey gelmedi. yine de güzel bir aralık oldu benim için. 3-5 kişiyle tanıştım, bikaç tanesiyle wörkşop mörkşop yapabiliriz gibilerinden konuştuk hatta. eh.

ilginç bir detay: öğle yemeğinde enrica ve celestino'nun yanında oturdum. [konferansın düzenleyicisi olan akademikler.] bir ara celestino dedi ki "sizin itü'den bugüne kadar iki öğrenci gelip bana benim eş-yürütücüm olur musunuz dedi, ben de getirdikleri tüm kağıtları imzaladım, sonra ikisi de ortadan kayboldu hiç haber çıkmadı. ondan sonra yine sizden bir gurup öğrenci atölye çalışmasına geldi. materyalleri aldılar. sonra kayboldular. eh 3. bir öğrenci gelip yine eş-danışmanlık isteyince artık olmaz dedim." [!!] hm. ilginç. bu arada galiba sözü geçenlerin birini ben de tanıyorum. düşündüm bizde böyle bir iklim mi var hakikaten? benim de wörkşopa gidip doğru düzgün katılmadığım çok olmuştur. sonra delft'ten dönüşümde aylarca irtibat kurmayışım aklıma geldi :] neyse ki ben bildirimi paketleyip irtibatımı kurdum. yoksa genellemeye bir tuğla daha ekleyecektim mazallah.

okulda bir ruh mu dolanıyor?

facebook'ta bir taşkışla öğrencileri grubu kurulmuş. öğrenci temsilcisi arkadaş çok aktif. e-posta grubuna da mektup üstüne mektup geliyor. okuyorum yazılanları, sorunları, yorumları... öğrenciler sorunlara vakıf, nasıl çözümler gerektiğini de ortaya koyuyorlar, ne de olsa ciddi bir kısmı avrupalara gidip geliyorlar artık okurken, zaten internet üzerinden her yana bağlılar. e şimdi, işin ilginç yanı şu, hangi hocayı çevirip konuşsam o da aynı öğrenciler gibi düşünüyor. aynı sorunlar aynı çözümler. e asistanlar da öyle düşünüyor. herkes tüm sorunları ve çözümleri biliyor ve konuşuyor.

bir tuhaflık var.

yok mu?

[bir de zehir zemberek muhtıra yayınlandı hocaların haberleşme grubunda. yanlış anlaşılmasın yumurta olaylarından falan bahsetmiyorum. tümüyle okulun kendi politik hayatından bahsediyorum. okulumuzun derin idaresi görünürdeki yönetime muhtıra verdi. insanın kendini darbecilerle gönüldaş bulduğu zamanlar tehlikelidir. akışa kapılmaktan ziyade gözlem yapılacak zamanlardır bunlar. çağrışımı zorlama bir noktaya sevkettiğimi bildiğim halde biriki kelime daha devam edeceğim: böyle zamanlarda manipülasyon tehlikesi bulunmaktadır, ajan provokatörler gözlenebilir. en önemlisi bireysel duruşumuzu kaybetmemek.]

16 Aralık 2010 Perşembe

gen-art 2. gün

demek ki konferans da -diğer herşey gibi- bir teknikler ve prosedürler bütünü. bunu da yürüttükçe daha iyi öğreniyorsun. tabii bazı şeyler var, insan onu çok değerli görüyor ve ne kadar öğrense daha derinine inmek daha da o konuda ustalaşmak istiyor. bazı şeyler de var ki, insan mekanizmasını anladıkça gizemini yitiriyor. bir daha yapılmasa da olur. yok konferanstan bahsetmiyorum. konferans fena bişey değil. çok abartmamak da lazım tabii. sonuçta insana bişeyler katıyor. ve çok efor sarfetmek de gerekli değil. orda durmak yeterli. konferansa ait prosedürler gelişiyor.

gün boyunca dinle izle konuş düşün derken bir ara da projelerimi bir takvime koyup hangilerini doktorayla ilişkili geliştireceğime karar verdim. gerçi zaten karar vermiştim. netleştirdim. bugünkü başarım bu oldu. tasarımın biçimsel bileşenini otomasyon yaklaşımlarına katmak çizgisi gittikçe aklıma daha çok yatıyor. hala bunu tam olarak nasıl tartışacağımı bilemiyorum ama kaynakçam gelişiyor. dönüşte okumaya girişeceğim.

bugünkü sunumlar arasında benim için katja knecht'in ve philip galanter'in sunumları ilginçti. çünkü bu ikisi çalıştığım konularla doğrudan ilgiliydi.

knecht'in çalışması "k boyutlu ağaçlar" üzerinden ["k-d trees" deyin ve sevgili türkçe, üzgünüm ama beni yoruyorsun artık. sen bir bilim dili olamayacaksın. çünkü artık dünyada bir tek ortak bilim dili var. bu dilde yazılmayan herşey kayboluyor.] yeni bir segmentasyon/bölümleme/dilimleme yaklaşımıyla mimari ve kentsel plan düzenlemeleri üretmeye yönelen bir çalışma. benim de aklıma bir tür segmentasyon yaklaşımını tasarım birimlerini mekana yerleştirmeye dayanan yaklaşımla [halihazırda uğraşmakta olduğum yaklaşım] entegre etmek gerektiği geldi. segmentasyon yaklaşımlarının sorunu her değişkenin tüm diğerlerine bağlı olması. bir parametre değişince tüm sistem değişebiliyor. ayrıca temsil tavırları ilk anda göründüğü kadar esnek olamıyor -bir takım düzenleme tercihleri dayatıyor. oysa bir mesh modelinin esnekliğine ve keyfiliğine ihtiyacımız var tasarlayabilmek için. ben de mevcut plan düzenlemesi projemi yeniden düşündüm ve sonuç daha entegre bir aşamalandırma oldu. şu ana kadar belirsiz bıraktığım bir takım prosedürleri de tarifledim. ve başından sonuna kadar nasıl yürüyeceği belli olan bir proje çıktı ortaya. oldukça sade ve işleyeceği de görülebiliyor. tabii bu projeyi şimdilik ertelemek zorundayım. (önce doktora projeleri.)

galanter'in çalışması estetik değerlendirmeye nöro-psikolojik bir bakış getirmeye çalışıyor. galanter, karl sims ekolünden gelen bir evo-sanatçı. interaktif evrimsel algoritmalar üzerinden resimler üretiyor. sitesi burada; teorik yayınları ve eserleri tetkik edilebilir. sunumda işaret edilen ilginç bir ayrım "estetik haz" ve "estetik tercihler" üzerineydi. gerçi sunum daha ziyade haz ve ödül mekanizmaları üzerinden gitti. bense pragmatik bir bakışla basitçe tercihler üzerinden kurgulamaya çalışıyorum çerçevemi. benim anladığım bu konuda doğrudan uygulamaya geçmeyi sağlayacak detaylılıkta bir kuram henüz yok. ve galiba estetik beğeni, tercihler ya da haz konularını kapsayan alan hala toz duman içinde. galanter karmaşıklık teorisinden "etkin karmaşıklık" kavramını alıyor ve belki bu kavram üzerinden bir otomatik estetik değerlendirme kurgulanabilir diyor gibi. yani konuşmasının parçalarını birleştirince böyle bir sonuç çıkıyor. hmm. sonuç biraz bulanık. sadece bir şema var. şema da karikatür gibi. sonuç yok aslında. 2 hipotez var. yorumlanması gereken geniş bir açıklık yerinde duruyor. paper yayınlandığında bir bakıp linkini buraya koyacağım.

sol tarafa doğru tasarımcı, onun sağında mühendis

burada yine karşıma çıkan şu ikilikle ilgili not almadan edemedim:
bir uçta sanatçının, öbür uçta yöntemli akademikin yer aldığı bir öyküleme türleri skalası var. konferansın teması da bu skalayı gözler önüne serecek bir çeşitlilik davet etmiş buraya.

akademikten sanatçıya soru geliyor: "but how do you verify it?" soru anlaşılmıyor elbette. "verify" ha? soruyu yeniden formüle ediyor: "peki bu yüzey imajlarda mimari bir boyuta ölçekleniyor, büyük bir açıklık geçiyor, ama bu mümkün mü, yani animasyonda bıngıl bıngıl oynayan 3D modeli hangi kabullerle yaptınız [tabi ki kağıttan modelin davranışını andıracak şekilde yaptılar] ve mimari ölçekte de böyle mi davranıyor?" soru galiba yine anlaşılmıyor. yine de bir cevap çıkıyor: "öğrencilerime bilgisayar modelinin davranışının gerçeğine uygun olması gerektiğini söylüyorum ["öğrencilerim yaptı bu modeli" diyor, yani öğrenciler bi şekilde yapıyorlar. tanıdık geldi.], inşaat için iki mühendisle çalışıyoruz, ayrıca bu yüzey kıyafet olarak da giyilebiliyor." [!! hafifliğe bak!] bir diğer sanatçı: "this theory comes from laws of physics" [nası? : çağrışımsal olarak.]

öyle görünüyor ki, sanatçıdan beklenen, güzel bir öykü işte. ilginç görsellere katılan güzel bir sözlü öykü. fizik kuramlarının terminolojisi ya da yapısı ile sözde-bilimsel bir anlatı da kurabilir. "fenomenolojik bir bahçe" ürettim de diyebilir. sorgulayan yok. zaten sorgulanabilecek şekilde kurgulanmış bir öykü de yok.

araştırmacıdan ise başka tür bir öykü bekleniyor. amaçlar>araçlar>metotlar>sonuçlar türünden bir akışı olan ve düşüncelerin birbirine anlaşılabilir, tartışılabilir, savunulabilir, reddedilebilir biçimde eklendiği bir öykü. bu öyküdeki bağlantılar çağırışımsal, temsili ya da ironik olamaz.

yukarıdaki iki düşünme tavrının farklı olduğunu inkar etmek zor. aynı skalada olabilirler, ikisi de mutlak doğruluk iddia edemiyor olabilir ama aynı değiller. "rasyonel" diye birşey var. idealize edilmiş tanımlarındaki talepleri karşılamıyor olabilir ve sanatçının düşünme tavrından özsel bir farkı olmayabilir, bir tür düşünmek yürekte, öbürü göklerde yeralıyor olmayabilir ama bu tanımlamaya gelmeyen rasyonelliği biz yine de uygulamalarında ayrımsayabiliyoruz. aklın tanımı ilahi bir akla / yasaya / düzene gönderme yapmayan dünyevi bir tanım olacak. geldik bilim felsefesinin çözüme kavuşmamış tartışmalarına? bunları daha önce biliyordum sanki. bir öykücü meselesi vardı. bıraktığım noktada öykülerin hepsi aynı düzlemdeydi. ama öyküler birbirinden farklıydı. bu fark üzerine yazmış önemli şahıslar vardı...

bu aralar çok oluyor bu. çok uzun ve aralıksız periyotlarla doktorayla ilgili konuları çalışıyorum. diğer konuları hatırlamak zaman alıyor. bir lafa giriyorum, "şöyle bişey yapıyordum şöyle biri vardı" diye. sonra farkediyorum ki devamını hatırlamıyorum. tuhaf oluyor ama vakit istiyorum. "ben bunu sonra hatırlarım o zaman devam edeyim" diye.. konuya başka yerden devam ediyorum, sonra hatırlıyorum. "ya o şey vardı ya o şöyle şöyleydi"..

15 Aralık 2010 Çarşamba

araştırmacı milano'dan bildiriyor

[ama tam olarak naklen bildiremiyor çünkü konferans salonundan internete bağlanıp diyelim ki gazete okuyabiliyorum, bloglarımı izleyebiliyorum ama aynı bloga log in edemiyorum. maillerime de bakamıyorum. engellemişler. artık fazla kaytarmayalım diye midir sakıncalı içeriğe ulaşmayalım diye midir...]

milano'da 3 tam günüm milano politeknik aula s01'de generative art 2010 konferansında geçiyor. dışarıda hava çok soğuk. şimdilik konferans salonundan kahve köşeciğine tekrar salona oradan da tipik-italyan-restoranına gidip gelip duruyoruz. mütevazı bir konferans ve düzenleyenler çok yaşlı. ufak tefek mezuları gidip 100 yaşındaki saygıdeğer bir akademisyenden isteyip durmak zaten tuhaf, bi de anlıyor mu tam belli değil, unutabiliyor da kolayca konuşulanları. arada bu iki tatlı şahıs "ben konuşuyorum söz bende" türünden birbirine girer gibi oluyor, gülüyoruz. sonuçta herşey iyi kötü yürüyor. kahvemiz yemeğimiz eksik değil. eğer sunumlardan da çok fazla ilham ya da fikir beklemiyorsanız işte hafif bir zihinsel tur oluyor insana.

ıraklı akademisyenler bugüne yetişememiş, onların yerini almak isteyecek var mı dendi. kimse çıkmadı. yemekte gittim ben çıkarım dedim. sonra tam artık ben çıkacağım. bişey arranmaya başladılar. kadın olan dolanmaya başladı. önümdekilerle konuştu. adam da bakıyor kürsüden. sonra önümdeki bir kadın kalktı ben sunarım canım dedi, giti sundu. allah allah diyorum. neyse göz göze geldik. e ne oldu bizim iş der gibi bir surat yapınca hatırladı haa dedi ben seni göremedim orda. zaten adım da programda yanlış yazılmış. tabi diyorum ne diyeyim, ben türkçe karakter kullanmışımdır, ben yüzümü eğmişimdir. keh keh.. sonuçta öyle ya da böyle sunumumu yaptım. geçti. ne kadar kısalttımsa da uzun sunum formatında hazırlamışım. üzerinden bir daha geçip toparlasam belki herkese de daha anlaşılır gelirdi. ama çalıştığım alanı bilenler mevzuyu anlamışlar. akşam yemekte denk geldiklerim biriki soru sordular. paperi görmeyi bekliyoruz valla dediler. konuştuk. pek saygıdeğer ünlü akdemikler de vardı aralarında. bir tanesi gecco'ya sunmayı düşünüyo musun, önümüzdeki konferansa sunabilirsin dedi, ötekisi bu yaklaşımla daha önce karşılaşmamıştım dedi. gecco evrimsel hesaplamalar alanının en önemli konferans serilerinden.. mühendislerin ve 'matematikten anlayan akademisyenlerin' (daha iyi bir tanım bulamadım) daha yoğun bulunduğu bir ortam. velhasıl güzel oldu. kendimi iyi hissettim.

konferansın sosyal ortamı ilginç, tecrübeli akademikler teklifsizce muhabbete girip tüm sessizlikleri ustaca sorularla süreğen bir muhabbet elde edecek şekilde bölmeyi başarmaktalar. uzun masalarda daha neşeli ve konuşkan insanlar muhabbeti çekip götürmekteler. işte iyi kötü, uzun sessizlikler olmadan iletişim kuruluyor. havadan sudan. senin ülkende şu nasıl benim ülkemde bu nasıl, dünyada şu nasıl...

bugünkü sunumlardan iki tanesi ilgimi çekti. fakat ikisi de zorlaya zorlaya üretken sanat olmuş. yoksa nerdeyse tümüyle geleneksel süreçler üzerinden yoğun el emeği ile üretilip sonra modellenmiş çalışmalar. biri antony viscardi'nin ilk yıl tasarım stüdyosu. burada 2002'de yine burada sunduğu bildiri var. aynı örnekleri bugün de gösterdi. yenileri eklenmiş. hocanın yaklaşımına adanmış olmasının en azından ürün olarak kuvvetli sonuçlar verebileceğini gösteriyor. ama bu yaklaşımı tuttuğumu söylemem zor. yine de çizmek ve çizmek üzerinden tasarlamak konusunda düşünmemi sağladı. diğeri manuel a. baez. burada katlamalarla ürettiği bazı çalışmaları var. "şiş kebap sticks" ile yaptıkları var mı bilmiyorum. gugıllayın. onun şiş kebap dediği bizim çöp şiş dediğimiz şey. bana ilginç gelen bizim birinci sınıf eğlencesi olarak düşündüğümüz, yani biz belki ciddiye alsak da öğrenciye uzun soluklu, bir ufku olan bir çalışma alanı gibi sunmadığımız çöp-şiş ve katlamalı-yüzey meselelerini bu denli ciddiye alıp üzerine kariyer kurmuş olması. bu iki şahıs da adanmanın ve uzun soluklu çalışmanın nasıl sonuçlar verebileceğini örnekliyor gibi..

12 Aralık 2010 Pazar

araştırmacının çeklistle imtihanı

insanın vakti geniş olunca yolculuk hazırlığı da uzuun uzun yapılıyor. esasında tamamı 1-2 günde halledilebilecek işler haftalarca çeklistlerde kalıyor. bu seferki sunumumu vaktinde hazırladım. geçen seferki metin sunulmaya müsait değildi, benim kafamda yerli yerine oturmayan çok husus vardı, zaman çok kısaydı ve ben yeteri kadar zaman ayırmamıştım. sonuç iyi olmamıştı. sonuç iyi olmayınca insanın aklından çıkmıyor. aklına gelince çenen ileri çıkık gözlerin karşıda bir hayıflanmadan edemiyorsun. şimdi 15 dakikam var. sunumumu hazırladım, söylenecekleri madde madde yazdım. performe ettim. 18 dakika olmuş. elden geçirip kısalttım. metnin çıktısını aldım. sunumu kaydedip farklı platformlarda denedim. usb stick'e attım, yetmedi e-postayla kendime gönderdim. ayrıca hazırlık klasörünü ve imajları da yanıma aldım. mouse'a pil taktım, eeepc'yi okunacaklarla dolduruyorum, bazılarının da çıktısını alayım.. ve mesela yarın sabah durakta taksi bulamıyormuşum. tasalı bir insan mıyım acaba, yoksa vaktim mi geniş? yoksa histogramların kombine etkisini denemeyi biraz daha ertelemek için araya yeni ıvır zıvırlar mı alıyorum?

11 Aralık 2010 Cumartesi

bu okuldan bir cacık olmaz

>> bugün toplantı var dediler, gittik. hayaletler yılda bir kere 326'da toplanıyor. artık varolmayan bir anabilim dalının hayalet asistanları olarak duvar dibindeki ikinci sıra taburelere sıralandık. ve varolmayan anabilim dalının toplantısı anabilim dalı başkanı, saygıdeğer dekan, 16 öğretim üyesi 5 asistan ve 3 yeni asistanın katılımıyla başladı. okula girdim gireli 6 yıldır aksatılmadan söylenen aynı sözleri ve 6 yıldır alınamayan kararların bir karara varılamadan yeniden tartışılmasını dinledim. o esnada hocalardan biri de söz alıp 18 yıldır bunu tartışıyoruz dedi. hadise pek şık. ama kimse de şaşırmadı. gülümseyen bile olmadı galiba. [abartıyosun diyen olursa diye söyleyeyim, toplantı çıkışı hocama tekrar sordum, gerçekten 18 yıldır bu konuşuluyor mu diye, evet dedi.]

>> geçenlerde bölümümüzün ders planını ve seçme dersleri inceledim. %100 ingilizce eğitim veren bir paralel bölüm açıldı [aynı bölüm, aynı dersler, sadece tamamını ingilizce olanlar arasından seçerek mezun olman gerekiyor, yani aynı bölüm, sadece daha az ders seçeneği sunuyor. yeteri kadar ingilizce ders de yok zaten.] onun ders planına da baktım. şimdilik sadece ilk iki dönem belli zaten. [yakıştı! kervan yolda düzülür.] [o programın öss puanları odtü'yü geçti diyorlar? ["atma" demeyin dekan tv'ye çıktı övündü]] bir seri madde halinde bana saçma gelen kısımları yazdım. sonra yazdıklarım rahatsız edici derecede açık geldi, pornografik yani, yazmaktan vazgeçtim. sonra isyan ettim: "nasıl bir ortam bizim okulumuz ya? ne acayip bir ders planı var? nasıl güncellenemez?"

>> bu sorunun cevabını bugün aldım. üniversite senatosu bir dersin bırakın açılmasını, kapatılmasını bile çok zor kabul ediyormuş. yani bir ders açılıyor. evladiyelik. hocalardan hocalara geçiyor. bu arada dersin içeriği ister istemez değişecek, ama adı aynı. babam da "bizim zamanımızda ders kitapları böyle olurdu" diye anlatıyordu. şöyle oluyormuş, bir profesörün kitabı var, o, kitabını doçentine bırakıyor. doçent de kitabı güncelleyip kendi adıyla yayınına devam ediyor. sonra o da kendi doçentine bırakıyor. bizim dersler de böyle bir yaklaşımla yaşamlarına ilelebet devam ediyorlar. tabi sadece seçme ders listesinde.. gerçekteyse açılmıyorlar. yani zorunlu derslerin / ders planının güncellenmesini geçtim, seçme dersler bile kapatılamıyor, güncellenemiyor. ama o dersler 1-2 yılda eskiyor artık. hocalar üstlerinden dersleri atmak peşinde. sıkılmış, hocasından kendisine kalan aynı saçma dersi vermekten. ne öğrenci inanıyor ne kendisi inanıyor dersin güncelliğine. ama atamıyor üstünden.

>> okulun araştırma ve eğitim açısından ne halde olduğunu biz içerden biliyoruz, iyi durumda değil. iyi de, şimdi, archiprix ve mimed ödüllerinin sonuçları geldi. bizim okuldan öğrenciler orantısız ölçüde başarılı oldular [?] önceki yıllarda da okulumuzun bir ağırlığı oluyordu. taşkışla-entegre-et-tesislerinde geliştirilen yığınsal öğrenci işleme teknikleri bunun sebeplerinden biri olabilir. [aslında yıldız da bizim kadar kalabalık sanıyorum.] bunlar zaten öss'de üst dilimlerden geliyorlar, illa ki aralarından bazıları başarılı olacaklardır denebilir. [bu güzel bir istatistik ödevi olabilir.] yine de diyorum, bu kadar sıradışı başarı göstermek okulun eğitimi adına olumlu bir gösterge değil midir? [istatistik diyorum, belki tesadüftür?]

>> gösterge demişken, bir stüdyonun başarısı-başarısızlığı ölçülebilirse en azından bu o stüdyo ile ilgili söz söylemeyi mümkün kılar mı? belki tek stüdyo özelinde asla böyle bir ölçüm yapılamayacak. ama okulun genel stüdyo eğitimiyle...

>> birilerinin işinin veriyi toplamak, ham halde bir takım erişilebilir yerlere yığmak olması lazım diye düşünüyordum. mezunların ne yaptığını takip etmek mesela. kaçı çalışıyor, hangi işleri yapıyorlar.. itü bir mezun bilgi sistemi kurmuş: aslında amaçlarını [ve taktiklerini] incelerseniz fena düşünülmemiş. bir "elektronik camia" yaratıp bir yandan da kullanıcıların bilgilerini toplamayı amaçlıyorlar [gugılvari]. işler mi bilmem. [ben üye olmadım mesela.]

şöyle şeyler yazmışlar:
_İzinsiz olarak sistemde bulunan materyallerin kopyalanması, üretilmesi, yazılması, yüklenmesi ya da herhangi bir şekilde transfer edilmesi yasaktır. Kullanıcılar indirilebilir herhangi bir materyali bilgisayarlarına yalnızca kişisel kullanım için indirebilirler
_Sistemdeki bilgilerin reklam ya da politik amaçlı kullanılması yasaktır.

[peki bu veriye kim, nasıl ve hangi amaçlarla erişecek?]

>> ve tabii aslında öğrenci işlerinde öğrencilerin nerlerden, hangi çevrelerden geldikleri, okulda kaç yıl dolandıkları, alınan notların ortalamaları, kimin hangi ülkelere gidip geldiği, nerlerde yüksek öğrenime devam ettiği gibi pek çok bilginin bulunduğunu sanıyorum. bu verilerin de birileri farkına varmıştır herhalde artık.

>> okulumuza toplam kalite yönetimi, benchmarking gibi adını duyup kendisini tanımadığımız değerlendirme yöntemleri gelecekmiş [emrah öyle diyor.] bu da belki, o kadar fena bişey değildir hı? en azından, oligarşi yerine teknokrasi. yoksa, hakikaten bu okuldan bi cacık olmayacak. içim çok fena sıkılıyor bazen. sana ne değil mi aslında? ne güzel işin var. takma kafanı, işine bak. ama bunları düşününce içim sıkılıyor.

bunun da konferansı var dergisi var

bir yayın yapmayı hedefledik. stüdyodaki işlerin birinden. fakat uzuncana bir akşam mesaisi bir takım hususları düşündürdü:

_stüdyoda olan biten gerçekten çok karmaşık. sadece bir öğrenci olsa onun yaşadığı süreç zaten çok karmaşık, 64 tanesi ve 4 yürütücü hem bireysel hem ortak yönleri bulunan bir iş yapınca takip etmesi, belgelemesi, izlemesi [türkçe hocam: kimin izlemesi?], analiz etmesi, aşama aşama ortaya koyması imkansız oluyor.
_ o zaman farkettik ki işi en başından takip edilebilir bir yapıda kurgulamak mümkün olabilirmiş. [ecnebiler bunu yapıyormuş.]
_ soru şu: kurguladığın süreç tasarımın ya da stüdyo eğitiminin bir yönüyle ilgili bir sonuç çıkarmanı sağlıyor mu? yoksa farenin sırtında kulak büyüttüm uzaylı dinliyorum mu diyorsun?
_ondan sonuç çıkartamıyorsun, bundan sonuç çıkartamıyorsun, öyle de ölçemiyorsun böyle de ölçemiyorsun, doğrulayamıyorsun, yanlışlayamıyorsun, iş case'in kendisi ama insana şu şudur bu budur denecek bir açıklık sunmuyor. eh bu işlerin yayını nasıl yapılacak arkadaşım? [herhalde önce mimarlık eğitimi dergilerine, ilgili konferansların proceedinglerine falan bakmak lazımdı değil mi.. bir o eksikti.]

olmuş mu yani

hocam diyor, olmuş mu, olmuş mu. olmuş mu. nasıl diyor, nasıl yapıcaz yani. şimdi ben anlamadım yani şöyle yaparsam olur mu diyor, şöyle mi yapayım diyor. olmuş mu diyor. böyle olunca olur mu diyor.

allah allah diyorum. allah allah. sürekli onay mı arıyor, yoksa kendine mi güvenmiyor, eşeği sağlam kazığa mı bağlıyor, yoksa pedagojik hatalar içinde miyiz. ama bakıyorum o hatalarımızı da göremiyorum. sanki her yıl nasıl davranıyorsak öyle davranıyoruz sanıyorum. öğrenci de her yıl nasıl geldiyse o durumda geldi. ama dönemin sonu oldu hala olmuş mu diyor.

hocaların yarısı diyor ki ama biz her sene buna benzer durumlar gözlüyoruz. öteki yarısı da diyor ki yoo biz hiç yaşamadıktı. uzaktan bakıyorum hocaların o yarısı bu yarısından farklı bir tavır içinde görünmüyor. işlere bakıyorum tam olacağı gibi işte, yani bu iş için bu aşamada bu öğrencilerin üreteceği iş de budur. evet öyle. her şey normal. gibi. sadece onlar çok sormaya devam ediyorlar.

10 Aralık 2010 Cuma

protokol çalışmaları

iki anlaşma metnini karşılaştırarak ve bolca da akıl yürüterek hibrit bir anlaşma metni ürettim. işte "kendine kendin hayır demeyeceksin" kabilinden. rektörlüğe, delft'e, yök'e ya da şansa bırakacaksın. evet. bir yandan da ya olursa diye korkuyorum. ciddi bir tez savunması, cübbe, duçça cümleler, huyu suyu bilinmeyen ecnebi akademisyenler, yüz yıllık prosedürler falan. hani olur da yazdığım tezi kabul ettiremezsem işimi kaybediyorum, derhal askere alınıyorum ve ardından kendimi 35 yaşında bir işsiz olarak hayata sıfırdan başlamak üzere buluyorum. enteresan. herhalde daha anlamlı bir dalda yeniden doktoraya başlarım diyor insan? hep yeniden başlanıyor ya. düşüyorsun kalkıyorsun üstünü silkip yeni bir deneme falan. ama hangi parayla? o yaşta insana burs da vermezler. esasında.. bilinmez. öyle birşey olsa belki de herşey daha iyi olur. insana girdiği yoldan kaçıp bambaşka birşeylere girişmek için fırsat verir?