29 Eylül 2010 Çarşamba

kürkçü dükkanı | belki de artık bunları ingilizceye çevirmem?

bu yılki stüdyo için tema olarak "katılımcı"yı önerecektim, ama arkasını kovalayacak gücüm enerjim zamanım yok. enerjisi olanın peşine takılmak yoluna gittim. "presizyon" gibi bir kelimenin peşine düştük. bunun içine orasına burasına "katılım"ı ekler gii olacağız sanki. ama gerçek anlamda katılımcı ya da kararların tartışma ve konsensüsle oluşturulduğu bir stüdyo olmuyor. katılım daha ziyade stüdyoyla ilgili işlerin ve ilgili kararların öğrencilerle bi miktar paylaşılmasından ibaret... ama stüdyonun ne olduğu ve içinde nasıl faaliyetler olduğuyla ilgili olarak öğrencilerle tartışmadık. ister istemez katılımın anlamı "ölene kadar stüdyo"ya dönüyor. ve hiyerarşi geleneksel formlarında işliyor. talep, tehdit, yönlendirme...

"presizyon" da benim açımdan bir deneme olacak. geçen iki stüdyoda daha ziyade karman çorman ve çaçaron bir üsluba takılmıştık, güzel olmuştu. sonuçlar göz doldurmuyordu elbette, ama süreç eğlenceliydi, öylesi benim hoşuma gidiyor, öğrenciler de bir nebze daha ferah oluyorlar. ama sonuçlar tasarımcıların içine sinmiyor. presizyon öğrenciler için daha çok sıkıntı demek. gerginlik, deadline'lar, alçak tonda ama dinmeyen bir eleştiri mırıltısı, zor beğenmek.. bol bol örnek göstermek gerekebilir... bunlar kaçındığımız şeylerdi.

ilk haftalar bir sosyal psikoloji deneyi gibi geçiyor. öğrenciler yavaş yavaş şahsiyetlerini gösteriyolar. bazıları kendini tanıtmaya çalışıyor, bazılarının zaten içinde tutulmayan bir girişkenlik var ve hocaları yoklayıp duruyolar, bazıları hata arıyor, tutarsızlık arıyor (bulmakta da zorlanmıyorlar. güzel olan, meselenin oralarda olmadığını da hızlı kavramaları), bazıları bir kenarda duruyor ilgi gösterildiğinde yavaş yavaş güven kazanmaya başladıklarını gözlemek keyifli oluyor... belirsizlik karşısında şikayetçi bakışlardan ibaret ilk tepkilerin harıl harıl işe koyulup anlamaya çalışmaya doğru dönüşmesi de keyifli oluyor.. ama bunlar her yıl böyle oluyor zaten.

Hiç yorum yok: