27 Ağustos 2010 Cuma

bir de tez yazmam gerekiyor

1. tasarım problemi ve süreci: tasarım alanı geniş ve az-tanımlı, tasarım süreçleri belirsiz ve "tasarım oyunları" modeline uymaktalar; parça-pinçik, süreci-dağınık, sınırları-belirsiz, üst-üste-düşmeli, zayıf-strüktürlü, özetle: genelde kötü-tanımlanmış, yer yer şeytani-tanımlanmış, az sayıda işlemde ise iyi-tanımlanmış. tez şu: tasarım alanındaki/süreçlerindeki bileşenlerin çoğunluğunda belirsizlik ya da kötü-tanımlanmışlık 'içkindir' (açıklayınız!!?). mimari tasarım gibi alanlarda işlevsel ve biçimsel işlemlerdeki karmaşıklıklığın ve belirsizliğin karşılığını bulduğu otomasyon süreçleri geliştirilmeli.
2. yapay zeka ve otomasyon: böyle bir problem çözme alanına karşılık gelen uygun tavırları insan tasarımcılar sergiliyorlar; ki bu tavırlar bütünü genelde "o güzel eski-moda yapay zeka" (GOFAI) yaklaşımlarıyla örtüşmüyor. temel sorun "kombinatoryal patlama" (biri bana boşluktan türkçe terminoloji göndersin). "arama" olarak tanımlanan problem çözme yaklaşımlarında parametrelerin sayısı arttıkça optimal çözümü bulmak için ihtiyaç duyulan süre ve hesaplama gücü imkanları kolaycana aşabiliyor. mecaz değil, miktarlar evrendeki parçacıkların sayısını aşıyor. eğer tasarıma, süreci, öğeleri ve sonucu iyi tanımlı bir problemmiş gibi yaklaşır ve algoritmik yöntemlerle optimum çözüme ulaşacağımızı varsayarsak yolumuz tıkanıyor. kendimizi ya problemi aşırı basitleştirirken buluyoruz ya da "oyuncak problemlerin" dolaylarını terkedemiyoruz.
3. yapay zekada yeni yaygınlaşan yaklaşımlar: evrimsel algoritmalar da bu tip sorunlara karşılık bulmak amacıyla ortaya atılan ve uygulamada gittikçe daha fazla yer bulan yaklaşımlardan biri. doğaları tam olarak matematiksel modellerle ifade edilmiş olmadığı için özellikleri bir miktar karanlık kalabiliyor bu yöntemlerin. matematikçi ve teorik mühendisler de biraz kıllanıyorlar böyle şeylerden. ama uygulamacı mühendisler pratik insanlar ve yeni yöntemler hızla yaygınlık kazanıyor. (sonra birileri oturup bunun teorik incelemelerini de yapıyor tabi.)
4. mimari tasarım otomasyonu: diyelim ki mimari tasarım alanını şöyle yapay alt alanlara ayırdık: a. kavramsal-idari-mali meseleler b. biçimsel ve işlevsel işlemler c. kenar işler [pizza servisi]. özellikle (a) maddesine, daha dar olarak da politik ve düşünsel tutumları da kapsayan kavramsal grubuna yönelik otomasyon "AI complete" dedikleri türden bir problem diye düşünüyorum. ancak yapay zeka kapasitesi bir insan tekinin temel kavramsal araç gerecinin kapasitesine ulaştığı gün çözülebilecek bir problem. (c) bendindeki öte beri işlemlerinin hakkını da ne yapsak ödeyemeyiz tabii ama işaret edip geçelim. benim çalışmam (b) maddesine odaklanıyor. öngörüm şu: tasarım alanının bir kısmını (b işlemleri) otomatize edecek tasarım sistemleri (sanal tasarımcılar) bu alanı hızla işgal edip tasarımcıyı da bir tasarım stratejisti ya da düşünürü noktasına indirgeyebilirler (a işlemleri).
5. pattern / örüntü: işlevsel ve biçimsel olan insanın dimağında çoğu zaman birbirinden ayrılmıyor. insan tasarımcıda çözüm önerileri genelde bir biçime bürünmüş olarak kaydediliyor gibi. bir çok zaman zihinde saklanan biçimler aynı anda hem tarzı hem de çözümü içeriyor. benim tariflediğim (ama daha buraya koymadığım) projede bu işlemler bazı noktalarda birarada, bazen ayrışabiliyorlar; ama rutin tasarım sürecinde de geçerli bu. işte bu biraraya gelişi 'örüntü' (pattern) tabiriyle karşılamaya çalışıyorum şimdilik. kurguda bu örüntüler tasarım süreci boyunca 'açınıyorlar'. her örüntü bütüncül bir çözüm önerisini potansiyeller olarak sunuyor. bu tasarım yaparken kağıda bir mekanı ifade edecek şekilde bir kutu çizdiğimiz ana karşılık geliyor. ya da problemi zihnimizde evirip çevirirken aklımıza hepsi de problemin çeşitli bileşenlerine yönelik bütüncül çözümler sunan bir seri kısmi-bina imgelerinin gelmesine... örüntü kelimesi tanımlı bir nesnenin ya da işlemin ortada bulunuş halini değil, tam olarak belirlenmemiş bir nesnel düzenleme fikrinin problem çözme halini/potansiyelini ifade ediyor. bu anlamda alexander'in kullandığı anlamıyla bağlantısı kuvvetli. [desen kelimesini kullanmayı planlıyordum, ama desen fransızca dessin kökünden geliyormuş (bkz) o da çizim, tasarım anlamına geliyor zaten farkedeceğiniz gibi. bu da istemediğim bir ikileme yaratıyor.]

26 Ağustos 2010 Perşembe

acılar bitti çok yaşa yeni acılar

bir iki günlük acılarım sonlandı. yeni girişeceğim kodlama-uygulama çalışması (projemin yeni bir safhası diyelim) için genel çerçeveyi oturttum. belirsizliklerin azaltıldığı ferah bir an. neyi nasıl yapacağım büyük ölçüde belli. ama durup beklemem gerekiyor niyeyse. hemen devam edemiyorum. hem güzel hem de gergin bir aralık. bu ana kadar biraz daha sıkıntılıydım, elim makalelere metinlere varmıyor idi, okuyup ettiklerim üzerinden anlamlı bir noktaya varıp varmayacağım da belli değildi.

sonra ama ne yapacağını çok daha iyi bilmene rağmen işi kenara bırakıp şöyle bir duruyorsun, çünkü bu sefer de insanın eli kod yazmaya varmıyor, çünkü uygulama esnasında önceden öngörülemeyen bir sürü sorun çıkacak. asla pürüzsüz bir süreç olmuyor. yine de başlayıp kaptırınca keyifli bir süreç. sürekli problem çözerek ilerliyorsun. bi de deadline'lar sıkıştırmasa..

24 Ağustos 2010 Salı

istatistiğin faydaları



elimde soldaki grafik var. bunu anlamlandırmam gerekiyor. her satır bir özellik dağılımını ifade ediyor (bunlara "feature distribution" diyeler) . sol kolon kütüphane binalarının ortalama olarak birbirinden ne kadar farklı olduğunu gösteriyor. ortadaki kolon kütüphane binalarının ortalama olarak seçtiğim diğer tipolojilere ait binalardan ne kadar farklı olduğunu, en sağdaki de rastgele olarak üretilen binalarla benzerliğini ifade ediyor.

sondan 3 - 6 arası satırlara bakılacak olursa bazı analizler istendiği gibi kütüphane binalarının birbirine daha çok benzediği, ondan sonra diğer binalara ve en az da rastgele düzenlemelere benzediği dağılımlar üretmişler. iyi gibi.. ama iyi gibi mi? yani bu sonucu güvenle ileri sürebilir miyiz? bir seri sorun var, birincisi, bu kütüphaneler biçimsel ve işlevsel olarak farklı alt gruplara aitler ve her bir alt grubu temsil edecek yeteri kadar örnek yok. diğer binalar dediğim de hepi topu 3 bina. ayrıca ortalama değeri tek başına bir şey ifade eder mi? bakınız aşağıdaki grafiği inceleyerek iyi sonuç veren özellik analizlerinden birini anlamaya çalışalım (üstteki grafikte sondan 5. satıra karşılık geliyor):


13 bina tek tek boyanmış (rastgele üretilen 6 adet bina elle boyanmadı elbet), bunlar sayısallaştırılmış, sonra çeşitli "özellik histogramları" üretilmiş (dağılımları histogramlarla temsil ediyoruz), sonra bu histogramlar teker teker karşılaştırılmış, yandaki 19*19'luk matris bu tip bir tek özellik histogramı üzerinden her bir binanın diğerlerine uzaklığını görselleştiriyor. birbirinin aynı olunca siyah (bkz. diyagonal), en büyük uzaklık ise beyaz. mesela troyes ve usher diğerlerine bu özelliğe ilişkin dağılım açısından epiy benziyorlarmış (soldan 8. ve 10.) seattle ise hepsinden epiyce farklı, şaşırtıcı da değil. kütüphane binalarını karşılaştıran 10*10'luk alan en koyusu, sonra takip eden 3 sıra 3 kolon, en sondaki 6 sıra ve 6 kolon ise baya açık renkli görülüyor. sağ üstteki 6*6'lık alan rastgele düzenlemelerin genel olarak birbirine benzediğini anlatıyor. şimdi ilk grafikteki siyah-gri-beyaz geçişi daha anlamlı görünüyor. ama söz söylemek için yeterli mi? mesela bazı binalar birbirlerine uzak ama rastgele düzenlemeye daha fazla benziyor? bunu nasıl değerlendiricez? şimdi burada ilk başta yapabildiğim bu 10*10'luk alanın sonra 10-13 arası ve en son da 13'ten sonraki alanların ortalamasını almaktı (mayıs-temmuz arası kaldığım nokta buydu). en yukarıdaki grafik onu ifade ediyor. fakat bi de şu grafiğe bakalım, bunu bugün yaptım:

hmm.. buna "boxplot" diyorlarmış. 1-2-3 (3*i +1, 2, 3) numaralı kutular tek bir binaya ait. 10 adet kütüphane için bir üstteki çıktının başka bir görselleştirmesi oluyor bu. şimdi en sağdaki üçlüye bakarsak, 28 numara 10 numaralı binanın (usher) diğer kütüphanelerle uzaklığının dağılımını gösteriyor. "range" oldukça geniş. ama ortadaki kutu örneklemin %50'sini kapsıyor, kırmızı çizgi ise ortalama değer. 29 numara usher'in diğer tip binalarla farkının boxplot'u ve en sağda rastgele binalarla uzaklığının dağılımı (bu bağlamda fark ve uzaklık denk bir anlamda kullanılıyor). şimdi burda umutlu olmak için de sebep var fazla sevinmemek için de. görülebileceği gibi en az altı adet binada dağılımların asıl ağırlığı (kutulara denk gelen %50) rastgele binalarla örtüşmüyor. ve tam istediğimiz şekilde diğer tipolojideki 3 bina da daha benzemez imişler (istenen sonuç). yine de çoğu bina en az bir adet rastgele binaya en az bir adet normal binaya olduğu kadar uzak (tatsız sonuç).

şimdi bu çıktılar ilk sınanan tüm özellik dağılımları için bir bir üretildi. ama yorumlanacak çok konu oluyor. mesela 8 ve 10 numaralı binaların uzaklıklarının dağılımları birbirine çok benziyor. yukarıda yazdığım gibi bu iki bina birbirlerine bu özellik açısından da oldukça benziyormuş. bu ilginç bir sonuç çünkü böyle olmak durumunda değildi. iki binanın planlarını inceledim. pek de birbirine benzetemedim. hmm. bu durum binaları manuel olarak alt gruplara ayırmanın çok sağlıklı olmayabileceğine işaret ediyor. (bunu otomatik olarak yapmak için bir takım istatistiki teknikler var ama onları öğrenmeden bitirmek istiyorum artık bu doktorayı, lütfen)... altından kalkmak güç. dolayısıyla daha sınırlı bir alanda dikkatlice ilerlemek gerekiyor.

burada istatistik tekniği demeye değer bişey henüz kullanılmadı. aslında asıl iş bu görsel incelemeden sonra başlıyor. yine de bir istatistiğe giriş dersinin ardından elimdeki rastgele düzenleme sayısının az olabileceğini anladım. diğer binaların sayısı da çok az. kütüphaneler arasından da daha bilinçli bir şekilde az sayıda alt tipolojiyi düşünerek seçme yapıp örneklemimi genişletmem gerekiyor. son olarak, ilk denediğim özellik dağılımlarının hiç biri yeterli ayrımsama gücünü elime vermedi. ama.. çalışmaya devam. en azından nereye odaklanılması gerektiği ve nelerin çalışmadığı açıkça görülebiliyor.

22 Ağustos 2010 Pazar

çalışma iradesi = 1 / (iş yükü x işin zorluğu)

ertelenen ve ertelenmeyen toplantı, sunum, öneri, öz ve tam metin deadline'ları arasında 40 gün önce 'image retrieval' ve istatistik çalışmak üzere yüzüstü bıraktığım data'ma dönüp onu yeni baştan incelemek üzere konsantre olmam lazım... evet sadece ortalamaları karşılaştırmak oldukça naif bir yaklaşımmış ve evet elde ettiğim az miktarda olumlu sonucun da tesadüfi olmadığını iddia edecek düzeyde bir fark yok gibi görünüyor. iyi haber, yine de araştırmanın hangi bölgesine odaklanmak gerekeceği anlaşılabiliyor... bu geri çevrilen bildiriler asgari müdahaleyle kurtarılabilir mi, ikisini birden yapacak zaman var mı? esasında yeterince sadeleştirebilirsem var gibi... minimumda ne eklemek lazım? case study ve verification, üff, altı aylık iş var, üç ay zaman var... ne çok iş var, ne az zaman var, en iyisi şimdi vaktimi boşa harcayayım, hemen başlamak lazım, o yüzden en iyisi başına sonra oturayım... bu nasıl oluyor? işlerin miktarı ve zorluğu arttıkça başına oturma iradesi de zayıflıyor?

17 Ağustos 2010 Salı

beni rahat bıraksınlar | tell them to leave me alone

bir yıllık ferahlığın ardından asistanlığa ait önemli görevlerime de başladım. staj defterleri gelmiş, internete yetiştirilmeleri gerekiyormuş, şanseseri burdayım [ağustos ayında taşkışla'da! çünkü tatile meyletmeyecek kadar tuhaf bir insan oldum.] fakülte sekreteri bana telefonla ulaşıp durumun aciliyeti hakkında beni bilgilendirdi. stajların onaylarını sisteme gireceğim, elimde toplam üç staj defteri var, bunların iki tanesinin geçerli olduğunu biliyorum ama hangisi oldukları karışmış! [asistanlık ders kitabım için güzel bir egzersiz.] bir öğrenci 15 günlük staj yapmış, bir bilen bulup sormak gerekiyor [ağustos ayında taşkışla'da!?], en az 24 gün olmayacak mıydı, öğrenciyi de mağdur etmemek gerekiyor, öğreniyorum, tabi ki 15 gün de oluyor 37 gün de oluyor, 7 gün de olur, 3.2 gün olabilir, beklenmedik bir sorun çıkmış, böyle bir formül bulunmuştur, arkadaş bu şekilde mezun olabilecektir, sonraki dosyaya geçiyorum, sistemde bulamıyorum, çünkü staj geçen yaz yapılmış!? geçen yıldan kalma ama onu bile bir bilen bulup sormak gerekiyor, öğreniyorum, olmaz değilmiş ama başkalarına da ulaşıp onlara da sormak iyi olurmuş, belki de hakkaten bir kıyak geçilebilir? neyse ben inisiyatif aldım dikkate almayacağıma karar verdim, belki de haksızlık ettim, inisiyatif de almamak gerekiyor. toplam 3 dosya, yarım günlük mesai + bir seri telefonlaşma + merdivenlerden aşağı yukarı iniş çıkışlar + baki kalan bir huzursuzluğa maloldu. ne dağınıklık.. herşeyin her an mümkün olduğu, hiç bir stabil kural ve prosedürün bulunmadığı şaka gibi bir kurum.. benim için çok yorucu. bu işler bana göre değil. yoruluyorum. ben kafam tertemiz olsun, çalışmalarıma bakayım istiyorum, iyiymiş öylesi, denedim, sevdim... iyisi mi ben kuralcı olayım, "acaba çocuklara haksızlık mı oldu?" diye diye içimi sıkmayı bırakayım, kafamı, ruhumu, mesaimi boşa harcamayayım. diğer zebaniler isterlerse makul olsunlar, anlayışlı olsunlar. işini olmadık yollardan hallettirmek isteyenler o diğerleriyle halletsinler, değil mi efenim. beni rahat bıraksınlar.

dünyalığımı yapıyorum da, ahretliğim ne alemde?

doktora bitene kadar daha ne kadar öğrenmem gerekecek? bu kadar çok eksiğim mi varmış gerçekten? peki ben bunca yıldır ne yapıyormuşum? acaba işime yaramayacak konular mı çalışıyorum? (niye şimdi oturdum referandum anketlerinin hata payını çalışıyorum?) bir-gerçek-hayat-boyu bu öğrendiklerim işime yarayacak mı? acaba bütün bu konuların doktoramla gerçekten alakası var mı? acaba ben artık kronik öğrenci mi oldum? artık sırf çalışmak için mi çalışıyorum? [sorun yok, gerçeklere dönmek için sihirli sözler: "deadline ne zamandı?"] peki bu koşturmaca içinde yarıda bıraktığım konulara gerçekten dönebilecek miyim? peki doktoradan sonraki sorgu gününe hazırlanıyor muyum?