5 Mart 2010 Cuma

hızlıtasarlagençöl buluşmaları 2 [ya da boom boom boombalaarım]

şimdi de markos novak'a gittim... aşağ kata gelmiş yani... gidip izledik... hani ilginç şeyler üretmemiş değil, üretmiş... lakin "boş adam değilim, yaptıklarımın arkasında entelektüel bir arkaplan var" mealinde ucuca eklediği kavramlar, metaforlar, nakiller.. onlar beni pek ikna etmedi.. biraz basit geldi.. niye basit geldi, onu da söylemek zor.. epiy mimar işi olmuş ondan belki.. daha üçbeş yıl önce herkes "markosmarkos" diye bağrını yırtınıyordu, şimdi bir kıytırık odacıkta odayı anca dolduran miktarda öğrenciye konuşuyor.. konuştukları da biraz yavan gibi.. ne oldu diyor insan..

bu mimarlık ortamını 60-70lerin rock müzik ortamından ziyade [bkz. design fast and die young] 90ların türk popu ortamına benzetmeye başladım ben.. markos novak, sunumunun önemli bir kısmını böyle sürekli uçları, sınırları, gezilmemiş görülmemiş alanları araştırmak, dolayısıyla hep avangard kalmak hususundaki düşüncelerine ayırmıştı, böyle şemalar falan yapmış, uzaylar zamanlar boyutlar uçlar arasında gidip geliyor, cidarlar esniyor, genişliyor, çizgiler olağan yollarından saptıkça sapıyor, tüm bu şemalar ölçülü dozlarda neolojizmlerle dekore edilmiş.. söylediği de şu idi, "aman bakın ben nasıl da hala kuulum, hala en önde koşuyorum, sürekli diğer alanlardan acayip şeyler ihraç edip disiplinin yörüngesini saptırıyorum.." tuhaf bir enerjisizlik, bir performansından emin olmama hali, bir tutukluk vardı üzerinde bunları anlatırken... çünkü izleyicilerin suratlarıyla karşı karşıyaydı...

adamın endişesi bence gayet haklıydı... her yeni parlayan yüz "ben kalıcı olmaya geldim, tek şarkılık adam değilim" diye ortama atılıyor, beraberinde yeni yükselişe geçen kavrayışlar, teknikler, görsellik ve metinler getiriyor... bir sezon bütün stüdyolar kalçalarını o elemanla sallıyor, sonra ertesi sezon "ulan ben bu şahsın söylediklerinde ne buldum da tüm yaz haydi eller havaya ha?"

eskimişti.. çok değil biriki yılda, markos novak ve yaptıkları.. hayır yepyeni ve yapılmamış şeyler peşindeydi hala, ama bütün çerçevesi eskimişti sanki, toptan, yani o dönem, o kavrayış tarzı geçmişti sanki, onun geliştirdiği kavrayışlardan sapılmıştı bile, bütün bir iklim birden değişiyor ve ayak uydurman mümkün değil sanki, sen belirli bir ortama yönelik bir seri araç ve bir kafa yapısı geliştirmişsin, ama aslında o raddede plastik değilsin, senin adapte olduğun ortam yok artık, sen o ortama göre şekillendin, şimdi artık yeniden şekillenme olanağın yok... markos'un değişmeye yeminli kafa yapısı bile iki-üç yılda eskiyebiliyor... ama alissa andrasek öyle miydi ya? nasıl kıtır kıtır bıngıl bıngıldı! o da eskiyiverecek biriki yıla...

geçende zaha hadid'in eski monografisini elden geçirdim.. ne yeniydi bu kitap ilk çıktığında, ne şaşırtıcıydı bu kadının işleri.. şimdi nasıl sararmış eskimiş şaştım kaldım... rak değil pop yani.. türk popu.. bunlar genç de ölemiyor, hep orada kalmak için yüz gerdirmeler falan oluyor.. tabi alttan gelmekte olan gençler zirveye erişmek için amansız bir yarış içinde, çılgınca çalışıyorlar, onların tentikülleri eskiyeni, ilginçleşeni, kuul olanı nanometrik hassasiyetle ayırdediyor...

bunun için uğraşılmaz aga... ne saçmalık... disiplinin sınırlarında dolaşmaya bi milyon kere evet, fakat bundan popstarlık umanlar allahlarından bulsunlar. acaba buralarda bir yerlerde stüdyoyu katılımcı kılmak için güzel, pragmatik bir sebep bulunur mu?

this time i went to marcos novak... i mean he came downstairs, so we went and watched. well, he had been producing some interesting stuff... however, the chain of concepts and metaphors, which he had elaborated as if to show that all those what he had been doing had a deep conceptual background, it didn't convince me... it was sort of, simple? i'm not sure if i am able to express why i think this way... perhaps it was a bit too 'architectish?'... think about it, just a few years ago everybody was cheering out loud: "marcoos! marcoos!" today, at that small lecture room, in front of a bunch of students -most of whom didn't seem very much excited... and what he talks about sounds a bit prosaic... i ask, what happened?

i started to think that the scene of architecture seems more similar to turkish pop music of 90's, rather than rock music of 70's [see: design fast and die young].. the guy, novak, dedicated a good portion of his presentation to demonstrate how he was adamant to continuously scan the borders of architecture, transgress those borders and enlarge the perimeter of the discipline, hence he was meant to stay avant-garde forever. what he was trying to say was: look at me, i'm still cool, i'm still on the front line, i'm incessantly importing novelties into architecture from other disciplines and diverting it's usual course with my long lever... yet a strange lacklustre, unsure, hesitant manner was observable in his performance... ('cause he was face to face with his unexcited spectators)

and his anxiety was reasonable... each new bright face rising on the scene talks like: "i came here for staying long, i'm not one of those one-song-stars!", and brings new perceptions, techniques, texts and visualities... that season all the studios shake their hips with that new star, then the next season nobody is interested in that old song any more...

he had got old. in just a few years; marcos novak and his deeds. he was still after novelty, yet all his of his framework was like worn out. it was like that period, that style of understanding had passed, we were already at another position, diverted from his direction. a whole climate abruptly changes and it seems impossible to keep pace.. you are developed in a climate, you developed your techniques, tools, your understanding and your ways of changing at that climate, and that climate is gone, you're invalid now, you're no more cool, and there's no way to reshape yourself to catch the wave again. even if you were dedicated to change forever, like marcos novak... but what about alissa andrasek? wasn't she still new and crunchy? well, yes she was!.. yet we can guess that she will get pale just in a few years..

it's not rock, it's pop, turkish pop! no legends, only ambitious funny starlets. and these people aren't able to die young either; they desperately try to gain youth again via aesthetic operations... there's a huge pressure from below, where huge quantities of youth work to force their ranks upwards, they are new, alert and they are able to sense what is trendy and cool, and what is not at a nanometric sensitivity.

4 yorum:

Adsız dedi ki...

aga uğraşma..
güldüm yazına. sen de gülerek mi yazmıştın?
hani gülmekten başka bişey yapamayacak kadar uzaklaştım starchitect ortamından. (allah bilir bu laf da eskimiiş gitmiştir)

gonulsuz arastirmaci dedi ki...

gülerek yazmıştım evet :] (bendeniz her zamanki gibi oldukça tutucuyum, gericiyim, garip ama gerçek..) (bi de evet, galba o laf da eskimiş... :] )

gonulsuz arastirmaci dedi ki...

blogculuk da bu döneme iyi uyuyor, heyecanı biten blogu güncellemiyorsun, yeni konularda yeni blog açıyorsun, misal bu interactive architecture 2-3 yıl önce çok heyecanlı bir blogdu, şimdi ayda yılda bir bi tane entry atıyolar o da interaktif mimarlıkla ilgili değil.. trendler değişmiş, anlıyorsun...

Adsız dedi ki...

içinde bulunduğumuz dönemde tabulaştırmadığımıza göre "şey"leri acaba moda kaçınılmaz mı? eskiden moda olan mı kalıcıydı-moda yok da tabu mu vardı?