29 Mart 2009 Pazar

bana bir sıkıntı geldi | a kind of boredom

1. the in-definitive studio guide to 3400:: the nevertobe-definitive guide to studio3400:: anektotlu tomografi! (too great and mysterious a borrowing from an other-discipline, the usual trick to simultaneously pretend to be creative and also cool. we teach these) 4. we sell cool, contra-cool, post-cool, everythin’ about the cool. the novel or the retro :: always a new product, anything anew. we produce. we market... we, the product.

8. tell what’s out of the picture: (this summer coming to a theater/studio) 10. our current portions 11. our current fortunes 12. our current desires 13. our current make-believe 14. our current wishes 15. our current whatever 16. our current clashes 17. life passes by the way

18. i thinks the most importants things in the worlds is workings/ studyings/ tutorings/ sightseeing/ careeeeeers/ care/ novelty/ the novice/ apprentice/ dispersing/ dismantling/
to be able to say siktret/alittlespring/ sth.../ 19. i think the most confusing thing in the world is producing. 20. our current productions / producings. 21. we wrote a poem: bravo, bize de bu yakışır. it becomes us? it became us. this we became. fine. no, not fine. better. yet could be different. 22. our current aspirations.

23. 3400de dolaşmaklarla ilgili derin hakikatler 24. deep experiments / experiences 25. hızlı kaçmak, zıplayarak kaçmak, koşa koşa kaçmak 26. statüko, kaçanlar, kaçamayanlar, yeni statüko, kaçanlar, kaçamayanlar, ... :: piyasa ve koşulları 27. saygıdeğer 3400 / şerefsiz 3400 28. saygıdeğer tasarım camiası /adı batası tasarım camiası 29. 3400 şov! (on with the show) 30. studio 3400 :: gayrı-reality show / entertainment + 18 31. wavy practice

32. sürüp gidenler: biraz fun, daha çok can sıkıntısı, üzüntü, hayal kırıklığı bolca, 3400ün duygusal haritası, arkası boş vaatlerle kandırılan genç zihinler ve anlaşılmaz bir direngenliğin kahramanı yürütücüler ekibi. 33. 3400ün kahramanlar haritası: markalar haritası: donkişotlar haritası: moğollar haritası: muhafazakarlar haritası: gayrıpolitik orta yolcular haritası: memurlar haritası: 34. studio 3400: memurluğumuzun dünü, bugünü ve geleceği. 35. memuriyet hayatımız 36. 3400ün kendini kandırmalar atlası: temenniler atlası: bilinçsizlikler atlası: farkındaolmamaklık haritası: lüzumsuzluklar haritası: 37. boşa çalışmanın çalışkan hayvanları: karınca 3400: aptallar haritası: gayretkeşler haritası: boşa çalıştırmanın hayvanları: isteksizler haritası: tembelvehaklılar haritası, öküzvehaksızlar haritası

38. dataşov reklamcıları 39. 3400de olan biten tuhaf da değil piyasadan kopuk da değil.. biz muhalefeti, hegemonyaya karşı çıkmayı, ya da yıkıp geçmeyi, ya da sınırları aşmayı değil, olsa olsa reklamcı türü bir kavramlara saygısızlığı öğretiyoruz, bunun da günümüz piyasa süreçlerindeki karşılığı artık mimarların -en azından bazılarının- birer reklamcı da olmalarının beklenmesidir. 3400 o yüzden böyle renklenmiş ve kavramsal açıdan yırtıcılaşmıştır. fena da olmamıştır. bazı meslekler ne kadar aşağılık ve ahlaki ilkelerden yoksun iseler, ne kadar orta yolcu ve düzenle barışık hatta düzenin ürettiği alanlar iseler, o kadar keyiflidirler. mimarlık reklamcılığa yanaşa yanaşa neredeyse eğlenceli bir işe dönüşecektir. (belki o yüzden onu biraz da tiyatroya biraz da dansa biraz da grafik tasarıma yanaştırmaya çalışıyoruz, bütün eğlenceli alanlarda gözümüz var) ama 3400 derinleşmemiştir, derinleşmeyecektir. reklamcılığın sıvaştığı yüzeylerin altını azıcık kazıyınca pıtrak gibi mimarlığın problem çözmeleri, teknikleri, kavramları, tarihsel verileri, ve güncel, moda ya da eskimiş biçimsel mem’leri çıkıyor. 40. keyfimize bakmıyoruz, bişi yapıyoruz şurda 41. hiç uçmuyoruz biz, dimdirek yere basıyoruz, bastığımız yer kopuk uçuk ilgisiz değil ama “visionary”, o yüzden herkes bizle aynı anda görmüyor. piyasa süreçlerini iyi sezmişiz, o kadar. 42. seems to be complex, yes apparently, seems to be incomprehensible, apparently, seems future-oriented, apparently, seems to be avant-garde, barely (but what’s avant-garde anyway?).. to me, it seems, its complexity is quite simple, just the complexity of current practice, it is incomprehensibly programmed by us, perhaps we don’t want to understand no more, we want it to be going towards somewhere else, 'cause actually it isn’t. it is right here. despicable. 43. i respect and disrespect what we are doing, yea this job is done like this, that’s true. but this job serves noone but capitalist productionism. 44. the plato of 3400: people of a soft climate, of a cotton cushion. the hero at an higher level, of self-deception.

45. i want to go awwaaaaayyyyyyyy!!!!!! enough i said. enough is enough. say enough, to our un-estimated mistakes. 46. take a bite of 3400: bitter şokolat. 47. fuck 3400, down with 3400, enough of 3400, no more 3400 48. 3400: non-elective course: how can i be a fine and creative and fedakar white-collar worker to my capitalist employer (and how can i in turn become a shameless capitalist employer) 49. a last sentence on 3400: long begone 50. goodbye, hideous studio.

3400, şov gibi fena gibi bir yer şimdi burda onun fenalıklarından bahsediliyor, yani çok çalıştırıyoruz, biz de buna yetişmek için çok çalışabiliyoruz bakıldığında çok ciddiyetsiz şeyler yapmak için ölürken niye bu kadar işi ciddiye alıyoruz şimdi anladım ki aslında daha rahat olunca da aynı güzellikte gidiyor kasmaya gerek yok, bırakalım, nesneleri üretmeyi nasıl bıraktıysak o üretilen nesnelerin cilalanmasını nasıl bıraktıysak o kendini ezen öz-disiplini de bırakmamak için bir sebep yok. ama bırakmak için var. var evet.

3400 için bkz: kaçak grup ve grup7 (bir grup daha var ama internette yok)

3400 is somewhere like show like bad, and here are the evils of it, i mean we make them work too much, and we in turn work too hard to reach them. while dying to do so unserious things, why do we take it as so serious? now i understand that in fact things go fine as well when you take it easy instead, let go, just as we let 'object producing' go, let polishing of those objects go.. and no reason not to leave that self-grinding self-discipline; but for leaving it. yeş.

27 Mart 2009 Cuma

saklanmak | hiding

ortaya çıkmak + işlere karışmak = fondan kopuvermek.
ve bir dekanlık hamlesi ile korkulan neredeyse gerçekleşecek. sakin olsam daha iyi. insan saklandığı deliklerden çıkmayagörsün, niye saklanmıştı hemen hatırlıyor. deşifre olacağım diye korkardım, iki aylık kış harareti yetti: akademide bir nihilist, müslüman mahallesinde bir dinsiz, mimarlar arasında bir mimarlıkhorgörücüsü, yığınlar içinde bir yığınsevmez, memurlar arasında bir anarşist...

mevzunun geri kalan kısmı için linkler:
sakura paketi :: hesaplaşmalar no:197 :: paketlenmiş hayaller :: o birileri :: temenniler :: turnusol :: işe dönüş :: fırsat günleri

coming out + intervening = coming to foreground
i'd better calm down. i used to be afraid of being deciphered, two months of winter fever proved enough: a nihilist in the academy, an atheist in muslim milieu, a despiser of architecture amongst architects, an enemy of masses amongst masses, an anarchist amongst officers.

26 Mart 2009 Perşembe

elinin tersinden bal akıyor | honey, dripping from the little fingers

25 mart 009 yök başkanvekilinin açıklamasından:

"... 50 (d) ve 33. madde statü farklılığını ortadan kaldırıyoruz. Araştırma görevlisi araştırma görevlisi kadrosuna atanıyor ama araştırma görevlisi lisansüstü öğreniminde başarılı olduğu taktirde görevine devam ediyor. Lisansüstü öğreniminde başarılı değilse görevine son veriliyor. Doktorayı tamamladıktan sonra da şu sistemi getiriyoruz, bu araştırma görevlileri lisansüstü öğrenimi yaptıkları üniversitede kadroya atanmayacaklar. O üniversitenin dışında başka bir üniversitede öğretim üyesi olarak en az 2 yıl çalışacaklar ondan sonra buraya gelecekler..." [gelebilecekler] ["Özgenç, mevcut araştırma görevlilerine de söz konusu 2 yıl sürenin verileceğini, ilişiklerinin hemen kesilmeyeceğini bildirdi."]

her hamlelerini bir seri kuşu aynı anda vurmak üzere yapıyorlar (ve 12den vurup duruyorlar.) şimdi bu açıklama araştırma görevlilerinin geçen aylardaki şaşırtıcı hareketlenmesini bir anda kesebilir (bunun için yeni yök yasasının çıkmasını beklemek bile gerekmez.) aynı açıklamada, ağızlara çalınan bu bir parmak balın araştırma görevlilerinin yök'e karşı hareketlenmelerini bir el hareketiyle durduruvermek için verilmiş bir taviz olduğuna işaret eden bir paragraf var. (bkz. açıklamayla ilgili haber)

böyle kolayca durabilir, çünkü araştırma görevlisi (üst-)orta sınıf mensubu bir beyaz yakalıdır önünde sonunda. ve beyaz yakalı önüne tutulan havuçla yönetilir/manipule edilir. beyaz yakalının nefesi çabuk yorulur. o yüzden bu süreçte tek kazancımız bir anda bir kısmımızın sendikalaşıvermesidir. çünkü aslında kısa vadeli kazanımcıklar değil burada önemli olan; daha geniş bir çerçevede ve şu kısır mesleki beşeri ağımızın ötesinde, daha geniş bir politik beşeri ağın parçası olduğumuzu belki de kavramış olmak ve orta-uzun vadelere yönelen bir politik pozisyonunu koruma bilinci? [oha! sen ne saf adammışın derler! o kadar "temenniler beni kandırmıyor artık" yaz dur, sora gelsin temenniler: temenniler öldü yaşasın yeni temenniler]

neyse. nihilist araştırmacının politik ödevi budur. bakalım görelim.

23 Mart 2009 Pazartesi

beyazyakalısendikasına giden mesleki hat | the professional line heading whitecollarunion

politik kadrolaşmalar (akp'nin bundan önceki bütün iktidarları aşan hırslı ve amansız kadrolaşma politikası fitilleri çakıyor, yalancı "eğitim ve araştırma stratejileri" salınıyor ortama)>> merkeziyetçi yönetim ve baskı mekanizmaları (bir gün bir yerde bir baskı mekanizması kurulmayagörsün, o hiç bir sonraki muktedir tarafından kaldırılmıyor artık. her gelen onu kendi amaçları için kullanmak hesabı içinde... güç bir yerde odaklanmayagörsün, onun iğrenç amaçlar için kullanılması yakındır ve her gelen kullanıyor, her gelen kullanıyor)>> üniversite içi küçük politika (eğer bir örgütlenme böyle merkeziyetçi çerçeveler içinden gelişiyorsa orada zaten herşey küçük, hırslı ve iğrenç insanların ikbal hevesleri üzerinden kurgulanmaya başlıyor)>> biri'nin adamı olanlar (karaçalma gibi ama yaklaşık 20 yıllık bir sürecin orasını burasını olayların içinde olan ağızlardan dinledik), dalkavuklar (klişe gibi ama bizzat şahit olduk), atananlar (hiç bir sürecin basit bir lineerlik içinde işlemediğini, her zaman bir pazarlıklar alanında çekişildiğini gösteren ve başrolünde yine biri'nin olduğu belirli bir olay), seçilenler (oylar biri'nin adayına), kayırılanlar (o belirli dönüm noktasında biri'ni destekleme sözü vermiş olanlar), tutulanlar (biri'nin yumuşak başlı, uyumlu ve alttan-alan-tabiatlı oldukları için seçtiği/sevdiği insanlar)>> renksizlerin beyaz iktidarı (politikasız, stratejisiz, görüşsüz, fikirsiz, inançsız kuşların, hayaletlerin, dalkavukların ve profesyonellerin şen kahkahaları ve her daim güzel temennileri ile kaygısız akıp geçen yıllar)>> kullanılanlar (bizi çeşitli vaatlerle kandırıp motive ettiler, bizi hoca olmak üzere, kurumun geleceği olmak üzere yetiştirdiklerini söylemişlerdi, bize idari görevleri bile kilitlemekte beis görmezlerken gerekçeleri buydu), kandırılanlar (ama aslında ellerinde mevcut olan mekanizmaları bile vaatlerini yerine getirmek için kullanmamışlar, şimdi de sözlerini tutamıyorlar), silkelenenler (sonuç: araş.gör.lerin silkelenmesi)>> görev tanımı (birimimiz bizim için yeni duruma uygun bir görev tanımı yapmalı)>> iş güvencesi (ortadan kalkınca araş.gör.ün motive olacağı düşünülmüş, ama bu ortamda yetişen "hoca" değil de "dalkavuk", hem de kime dalkavuk? biri'nin bitmeyen hırslarına)>> sendika (hayatımda ilk defa "örgütleneceğim". politik görüşlerine belirli bir ölçüde katılabildiğim güzel ve haysiyetli bir sendikaya gireceğim. bu asla bütün varlığımı ve zihnimi teslim edeceğim anlamına gelmez. bunu hiç bir şart altında yapmamak gerek. sendika yönetim düzenini demokratik merkeziyetçilik olarak tanımlıyor ama ben kendi dümenimi bırakamam, yanlış olduğuna inandığım uygulamaya çoğunluk onay verdi diye katılamam. 150 bin üyesi bulunan bir sendikanın yönetimine bile gereğinden fazla yetki devretmemek gerek. zaten sendika da bu düzen içinde erimi çok geniş olamayan bir mesleki örgütlenme. ama insanı profesyonel sorunlarından yakalayarak bir politik beşeri ağa açma potansiyeli taşıyor.)

policies for employing the symphatizer-staff (ruling party's unprecedented ambitious and merciless staff-shifting policy fires the "squib", and some fake education and research strategies are unleashed)>> the "centrist" administration and oppression mechanisms (whenever a mechanism for oppression and manipulation is established somewhere, no future power will abolish it ever then. every newcomer considers it handy for its own ends... whenever a power is centralised somewhere, it is going to be used for some despicable aims by anyone capable)>> small intra-politics of university (if an organisation develops through this kind of a centrist milieu, everything there starts to be "edited" via little and disgusting peoples' desires of prosperity)>> the ones that are (wo)men of a specific "someone" (it's like slandering, but we've heard it from persons that were witnesses), sychophants (like a cliché, but we witnessed), the appointed ones (a specific event, showing the non-linear character of occurences, where the lead is again the "someone")>> elected ones (all the votes to the (wo)man of someone), preferred ones (the ones that promised to support someone at that specific junctures), favored ones (people that "someone" likes/chooses, 'cause they're mild, congenial, and humble)>> the white rule of the colourless (years passing, besides the cheerful laughs and evernice wishes of those birds, specters, sychopants and professionals that are without policy, strategy, idea, opinion or belief)>> the ones that are "used" (they motivated us with fake promises, they told us that they were training us to be the prospective staff of the faculty, this was their ground while they were burdening us with even administrative workload), the "befooled" (but they hadn't used even those mechanisms that then they were capable of using; and now they aren't able no more), the ones that are shaken off (shake the research asisstants off)>> job specification (we need a new job description for our unit)>> (job) security (we are supposed to be motivated without it, but only "bootlickers" seem to be cultivated in this atmosphere, but for someone those are far better than "professors")>> syndicate (i will be "organized" for the first time in my life, but this never means that i will submit the main portion of my decision-making ability. this is never to be done. i can not leave my "rudder" completely, and i can not participate to some practice that i believe to be "wrong", just because of a majority vote, or central administration opinion. at any rate, the union is a professional organization with a rather narrow range. but it catches you from a professional problem, and, potentially, opens you towards a political social network.)

21 Mart 2009 Cumartesi

bürokratik olgunlaşma | bureaucratic maturation

donanım almak için içine düştüğüm bürokratik kırtasiye süreci çok fena felç etti beni. süreci tarifleyen farklı yazılı kaynakların tekrar tekrar okunması, farklı birimlerin farklı bürolarıyla yaklaşık 7 telefonlaşma ve bütün belgelerin tekrar tekrar incelenerek doldurulması ve tekrar doldurulması ve sonra henüz doldurulmamalarının gerektiğinin anlaşılması ve bunların bazılarının artık süreçten çıkarıldığının öğrenilmesi sonucunda biliyorum ki bugün artık harekete geçmem lazım. hala anlamadım. ve ayaklarım geri geri gidiyor. ama yolda anlayacağım. metafizik aydınlanmalar yoluma eşlik edecekler. bu yolda olgunlaşacağım.

sulandırmak | diluting

keskin sirke küpüne zarar demişler. sirkenin keskinliği ne kadar sulandırmak istesem de bir türlü azalmadığına göre, belki küpü yeniden tanımlamak konusunda acele etmek gerek?

(bu aralar bedenzihnimin çoğunu absorbe etmiş bulunan araştırmacı şahsiyetim vesilesiyle içlerinden geçegelmekte olduğum ortamları kastetmiştim bunu yazarken. ama aslında herkesin yapmakta olduğu herşeye mi düşmanım, yoksa insanların bunları anlamlandırma biçimlerine mi?)

18 Mart 2009 Çarşamba

herkesi yormak pahasına | at the expense of being wearisome

düşünceler geliştirmeye ve savunmaya yönelmek ve keyifli bir hayat süregelmeye yönelmek arasında kolay uzlaştırılamayan bir mod farkı var sanki. o anda işlerin sadece hafif ve eğlenceli tarafını üstlenmeyi ve vurgulamayı seven "muhabbet insanı" hangi espriyi ileri süreceğini düşünmektedir, sağolsun ortamı şenlendirir, hafifletir, lazımdır diye düşünürsün. hatta sadece bu lazımdır herhalde değil mi? eğer bütün hayvanlar kuzu ve bütün kuzular siyah olsa idi bu mümkündü. gecenin alacalandığı anlarda kaçacaktır tadın. o zaman "mutlak muhabbet erbaplığı"nı bu alacalanma anlarına kadar sürdürmek mümkün müdür? yoksa bu mutlak erteleme tutumu insanı ürkek, bencil, derin-bir-iletişime-kapalı, cahil, boş, kafasız, önündeki ot ve ağzındaki melemenin ötesinle uğraşmayan, gecenin alacalandığı anlar için hazırlıksız bir kuzu mu kılacaktır? etrafındakilere anlam veremeden, şaşkın ve ilgisiz, muhabbet aranarak bakınmaya devam etmeyecek midir o?

prensipte böyle olduğunu söylemek hata olurdu. ama bu kuzunun örneklerini görüyoruz. aslında bence de muhabbet ve keyif ön planda olmalıydı, bunu da teslim ediyorum [araştırmacının karnesi çok fena bu aralar]. basit ve içi boş bir denge vaazıyla, bir altın orta vaazıyla sonlandırmak istemiyorum bu el yakan metinciği. salak bir cümle yazayım da o şekilde bitmemiş olsun işte (hı?):

ama uğraştığımız her şey keyifli olamaz ki efendim!? ve bu başlıklar ve işlenme tarzları ortamda keyifli durmadığı halde biz heyecanla peşinden gidiyor olabiliriz bunların. bunun da kendine göre bir keyfi olabilir. (herkesi yormak pahasına!)

there seems to be an irreconcilable difference of mode of being between heading towards developing and defending ideas and being inclined towards leading a joyous life. at that very moment the person of friendly chatter is just thinking about which joke to be uttered, long live the guy of chatter! you make life light and entertaining. we need him/her we think, even we need only him?

but not everything that we're concerned may be entertaining, or am i wrong!? and even though all these subjects and the manner they're being processed are not delightful in social circumstances, still we may be pursuing them, and this may have a peculiar kind of delight in itself (even at the expense of being wearisome!)

or just i am not funny anymore, if ever i was.. i really don't remember. i only want to discuss serious issues. i am not sure that i want one more nice chatter.

öykücülüğümüzün sorunları | problems of current story-making practice

öykücü ile ilgili öyküleyebileceğim başka şeyler de var. herkes öykücüdür. ve burada herkes dediğimizde sadece insanlar kastedilmiyor. şimdi tabiri bütün insanlara ve bütün süreçlere yaydığımızda anlamsızlaşacağından korkulabilir. ama olup bitmekte olan herşeyin külli akışı tabire anlam vermemizi sağlayacak ayrımlar üzerinden gerçekleşegeliyor. [bu ayrımlaşmalar "birim"ine "kıvrım" denebilir evet. kıvrım imgesi aynı buruşuk kağıdın/yüzeyin üzerinde ayrışan bölgelerin yine de aynı kağıtta kalıyor ve değişegeliyor olmalarına imkan tanıdığı için verimli olabilir. ama iki boyutlu olmaktan çıkarmak gerek bu imgeyi. kıvrım aynı anda atomik düşünmekten de ayrılmayı işaretliyor. varoluş hiçbir zaman atomlar zemininde ortaya çıkmamıştır, varoluşun temel bileşeni kıvrımlardır dedirtiyor leibniz'e deleuze (ama aslında leibniz için uzamsal olmayan basit tözlerdir ancak varolanlar, bir şey varoluyorsa o ancak uzamsal olmayan basit bir tözdür. paradoksal biçimde bunlar fenomenal çeşitliliğin bedensiz ve basit bedenidirler ve hiçbiri bir diğeriyle bütün özellikleri açısından aynı değildir.) kıvrıma evet. hem zamana hem de uzama yayılagelmeyi bilardo topları veya küresel bölünmezler üzerinden düşünme alışkanlığımızı bırakmak için güzel bir vesile; daha verimli bir kavramsallaştırma/imgeselleştirme.]

öykücü olagelir/olagelmiştir. öykü olagelmektir. olagelenler arasındaki ayrımlar bir ölçüye kadar olagelenler tarafından zihnimize azmettirilirler. ve zihin burada her zaman aktif bir biçimlendirici olagelmiştir. ayrışan süreçler arasında sınırlar vardır ama geçici, belirsiz ve geçirgendirler. öykücü böyle belirsiz sınırlara sahip, geçici bir ajandır/süreçtir. burada tam özgürlük ya da otonominin önünün tıkanmış olduğunu anlamak gerek. insanın hafıza-üzerinden-yeniden-üretilen-bilinç-süreci içinde bulunduğu öyküleme hallerinin/akışlarının parçalarından biridir bu şekilde.

öyküleme dönüşegelmektir. bu dönüşegelme yeni süreçlere dağılagelerek geçer gider. böyle bir bakış bilgiyi elde edip kullanan, ilkeler oluşturup uygulayan otonom bir özneden vazgeçmek anlamına geliyor. insanın kendini içinde hayal ettiği karakterler kurgusaldırlar. ama bu kurgular da tümüyle keyfi biçimde oluşturulmaz: teorisyen, akademisyen, profesyonel, politikacı, aktör, edebiyatçı, yazar, dar-anlamında-öykücü, eleştirmen hep (eğer dış/ortak dünya mevcut ise) bir takım "gerçek" ayrımlar üzerinden kurgulanırlar/yaşanırlar/üretilirler.

öykücünün temel faaliyeti öykülemektir/kurgulamaktır/yaşamaktır (bu üç terim zaman içinde önemli nüansları ifade etmek üzere kurgulanabilirler -birbiri içine/yanına kıvrılabilirler?- şimdilik ayrıştırmıyorum), onun etkinliği öykülerin öykülenişine katılmaktır, yaşamaktır. ama öykülemenin türleri vardır. tam otonomiye karşı çıkış bilinçli-yeniden-üretilişin süreçlerin oluşumunda tümüyle etkisiz olduğu anlamına gelmez. (özgürlük-determinizm-otonomi konusunda nihai kararı vermemizi sağlayacak düşünsel araçlar eksik gibi görünüyor). özne burada oluşagelmektedir, ama onun varlığı dil'in ifade edegeldiği/imlediği gibi ayrışmış ve özgür değildir onu söylüyoruz. "ben şunu söylüyorum", bu cümle bir anlamda gerçeklere uygun olabilir ama otonom özne yanılsamasını sürdürmeye yarıyor.

işte bu sebeplerle öykücü, anlamak ile üretmeyi aynı anda gerçekleştirir. yine bu yüzden son tahlilde sınırları yine de ajanların/aktörlerin/(hatta öznelerin) oluşturduğu yolunda konuşmayı sürdürebilsek bile hiçbir ajanı/aktörü/(veya özneyi) kendi davranışlarına tam-hakim, tam-bilinçli, tam-özgür bir kartezyen özne gibi kurgulamamak gerekir. dolayısıyla "geri çekilme" ve "işin içinde olma/katılma" pozisyonlarını mutlaklaştırmamak gerekir. öykücü hep katılmaktadır: insan (her ne ise) hep katılagelmektedir. mesafe zaman zaman düşünmeyi zorlaştıran bir metafor. bu yüzden "mesafe" yerine "düşüncenin ölçekleri" başlığı altında çok bağlantılı ama bazı açılardan farklı olabilecek bir benzetmeler/metaforlar serisi önereceğim.

nesnesinin/alanının karşısına geçen, gah onun içine nüfuz eden, gah geri çekilip onu uzaktan gören bir özne olarak kuramcı karakteri/öyküsü/kurgusu/(karakterler de öykülenegelirler), bana kalırsa, artık anlamak/üretmek açısından yararlı olduğundan çok, bulanıklık üretiyor. ama hep bir takım süreçlerin içinde bulunan, bunun bilinciyle üretmeye/yaşamaya çalışan ve bu katman katman "içine-dalmışlıkta" süreçlere farklı ölçeklerin/katmanların gerektirdiği gibi bakmanın yollarını arayan bir öykücü karakteri sadece bir profesyonelin ayrışmış/daralmış, pragmatik ve çıkarcı bakışına, ya da akademisyenin sınırlanmış disipliner bakışına mahkum olmaktan bizi kurtarabilir mi? soru bu.

benim kurgulamak istediğim dar anlamdaki bir tür öykücü, kuramsal mevzularda "farklı ölçekler" üzerinden doğru öyküleri kurmaya çalışırken aynı zamanda yaptığı işin kurmacalığını da vurgulamaya/en azından ihmal etmemeye çalışan bir karakter.

there are more to "make into story" about the "storymaker" (to "storymake"?) (but no to "narrate"). everybody/everything is a storymaker. the total flow of what's going on is being realized via "distinctions" that enable us to give meaning to following expressions: everything, everybody, storymaker. (and the indefinite and irregular unit of distinctions/differences might be "a fold")

the storymaker perpetuates/continues. story is perpetuating. the distinctions between perpetuating processes are, to an extent, enthused to our mindstories by what's going on. and the mind has always been an active participant. there are borders, between differentiated processes, that are transitory, uncertain and permeable. the storymaker is this kind of transient agent/process, with its indefinite borders. being this way, the process-that's-re-produced-via-memory, of a single person, is just one of the constituents of the storymaking states/flows, that, that person is passing through.

storymaking is being transformed. this being transformed passes, dispersing towards new processes. this entails leaving the kind of autonomous subject who acquires and utilizes knowledge, or who constitutes and follows principles. the main activity of the storymaker is storymaking/devising/living. its activity is to participate this storymaking/living activity. but this doesn't mean that there aren't types of storymaking.

the "characters" that a person envisions itself in, are "fictive". but these fictions are by no means totally gratuitous: the theoretician, the academician, the professional, the politican, the actor, the litterateur, the author, the storymaker-in-a-narrow-sense, the critic are all lived/"made into stories"/produced (if the outer/common world is present) according to "real" distinctions/differenciations.

the storymaker realizes understanding and producing simultaneously. though we continue talking like the distinctions are designated by agents/actors/(or even subjects), we shouldn't envision those as completely conscious, or completely free. therefore we shouldn't imagine pure "withdrawing" or "joining" positions. the storymaker (which maybe a person) is always participating. "distance" as a metaphor complicates thinking, thus, i will propose, instead of "distance" (getting near, coming back), a series of similes/metaphors under the rubric of "the scales of thinking".

the character/story/fiction/(characters are also being made into stories) of a theoretician, who, as a subject, positions itself in front of its object/domain, and at once penetrates it and at another withdraws and gazes from afar, seems to me now, more as producing ambiguity than being useful in terms of understanding/producing. instead, the question is: if we envision a storymaker character, who is always immersed into processes, and in this layered "immersedness", who, attempts to find ways to look at the processes in due ways of different "scales", can we, by identifying with this storymaker character, liberate ourselves from the narrowed view of the professional or from the disciplinary perspective of the academician?

this is the storymaker in a narrow sense; while attempting to compose true stories about theoretical issues via "different scales", it also tries not to omit stressing the essentially "ficticious" manner of what it is doing.

13 Mart 2009 Cuma

vülger-varoluşçulaşışımızın sorunları | problems of our gettingtobevulgarlyexistentialistic

birden varoluşçulaşmamın sebebini neredeyse anlayacağım (birden olmadı tabii.) ilk başta şunu ifade etmek gerek, nihilist olmak varoluşçulaşmayı engelleyen değil azmettiren bir koşul olabilir. dikkat edilecek olursa 'genelahlakçı'laşmıyorum ama varoluşçulaşıyorum! ikinci önemli koşul da şu: kenarda durmaktan çıkıp, ortalıkta söz söyleyen ve eyleyen bir insana dönüşesi oldum.

ilk başta stüdyoda bir grup ufarak insanın karşısında, belki bazılarının geleceği üzerinde az da olsa etkili olabilecek bir seri eğitim uygulaması gerçekleştirmekle başlıyor... ardından insan ister istemez, varoluşçu şemaya uygun biçimde, tavrını daha genel durumlar üzerine düşüncesizce yayıvererek düşünsel deneylerde sınamaya başlıyor; böyle olunca, oynadığı küçük rolleri daha büyük roller olarak hayal etmeye geçeyazıyor/geçiyor. sonra o tavırları sorgulamak, yenilemek ve kendini bir iyi-güzel-doğru stüdyo tanımlamak durumunda bulmakla devam ediyor... platonik (özcü), ya da safdil evrenselci, ya da dinsel buyrukçu inançlara sahip olmadığım için, alışılageldik varoluşçu "seçme/oluşturma/sahiplenme sorumluluğu" sorusuyla karşılaşıyorum.

anlaşılacağı gibi bu döngüden çıkmanın yolu (varoluşsal zihinbeden yapımı taşıdığım sürece böylesi anlam sorunlarına kendimi kaptırmaktan kurtulmam mümkün görünmediği için) kenara çekilmek. sadece kenaraçekilmişeylemsizlik, yaşamaya devam eden insanın toplumsal varoluşuyla karşılaşma miktarını azaltabilir[?]

i almost understood the reason behind my abrupt gettingtobeexistentialistic (indeed it wasn't abrupt.) actually being a nihilist should be a condition that doesn't obstruct but "enthuse" gettingtobeexistentialistic. consider this: i am not getting to be "generalmoralistic" but existentialistic! second important condition is: stepping forward from seclusion, almost as a person who's speaking and acting.

it starts at first at the studio in front of a bunch of cute little people; there is a possibility to be effective on the future of some, though minimally, through activities of education... then, you start, in an uncontrolled manner, to test your attitude via thought-experiments, while expanding them towards more general situations; and hence, you can start to imagine your little roles as greater ones. then you go on towards inquiring and renewing those attitudes and finding yourself with a duty to define a good-beautiful-true studio... because i do not have platonic (essential), or credulous universalist, or religious imperativistic beliefs, i find myself facing the usual existentialistic question of "responsibility for choosing/formulating/appropriating."

apparently the way to get out of this cycle is seclusion (for it doesn't seem to be possible that i can set myself free from these kinds of meaning questions, when i'm enduring social confrontations, unless i quit my existential mind-body structure.) only secludedinertness may diminish the living human being's confrontation rate with its social existence. [?]

12 Mart 2009 Perşembe

araştırmacı ve politika | the researcher and politics

1. araştırmacı kendini politik anlamda bilinçli zanneder.
2. araştırmacı kendini politik eylemlilik içinde zanneder.

gerçekte ne bilinçlidir, ne eylemlilik içinde. ama her durumda, oldukça etkisiz bir türden de olsa, politik aktör olmaktan kurtulamaz. güncel koşullar araştırmacıyı bir "yeni proleter" olarak tanımlıyor. ama araştırmacıların bunu kavraması biraz gecikti.

ben ise anarşistlere ve ekolojistlere sempatiyle bakan, ütopya janrını elden geçirmekten hoşlanan bir nihilist olarak politik bilinci bir ölçüde gelişmiş bir eylemsiz addediyorum kendimi. ama inançlı bir nihilist olmama rağmen, hala bedenli-zihinli bir yaşam formunu sürdürdüğümün varsayılmasından olacak, bu aralar kendimi hep varoluşçu mesajlar verirken buluyorum: bir toplumsal aktör olarak inançlarınızı entelektüel açıdan olabildiğince inceltin/araştırın, insani varoluşunuzun oluşumunun bilincine varın, tarafınızı oluşturun ve onu ilgili ortamlarda savunun.

o yüzden de şaşıyorum kendime. düşündüğümde zihnim gündemaşırı nihilist inançlarını savunmaya devam ettiği kurgusunda ısrarlı, ama bütün olarak insani varoluşumun bir sorumlulukçuluk yaşı gelmiş. mimari tasarım stüdyosunda bile politik ve felsefi inançlarımı savunmak yönünde ağırlık koymaya başladım. bir yüksek lisans dersinde bana verilen tek saati yine esas olarak bu yönde kullanacağım.

sanki hocanın ya da yürütücünün görevi her zaman başkalarının görüşlerine tarafsız bir üslupla işaret etmekmiş gibi düşünüyoruz. hep açık fikirliliğin tarafındayız biz. peki ne zaman kendi tarafımızda olacağız? bizim boş bıraktığımız yeri başkalarının keyifle ve her türlü zoru kullanarak doldurduklarını ne zaman farkedeceğiz? açık görüşlülük adı altında basitçe görüşsüzlük vaaz ettiğimizi ne zaman anlayacağız?

bazı anlarda açık fikirlilik ancak hakim ideolojileri yeniden üretmeye varıyor. anlamaya yönelik açık fikirlilik insanın kendine karşı sorumluluğu iken (ve ama asla bu tür açık görüşlülüğü de mutlak anlamda gerçekleştirilebilir bir şey olarak düşünmemek gerek, insan her zaman "bir şey" olarak düşünür, genelde "biri" olarak düşünür, bu birinin de beşeri bir konumu ve inançları vardır), üretmeye ve yaşamaya yönelik açık görüşlülük çok zaman bir liberal teknokratizm, bir profesyonalizm, bir ilkesizlik, bir görüşsüzlüktür.

burada ürün, ahlaki ilkeler, normatif ilkeler, öyküler, makaleler, araştırmalar, eğlence, eserler veya deneyim olabilir. her durumda ne ölçüde açık görüşlülüğe yer olduğu biraz da pragmatik bir denge hesabıyla ortaya çıkar.

1. the researcher imagines itself as politically conscious.
2. the researcher imagines itself as politically active.

in fact, it is neither conscious, nor active. but in any case, it can not help but be a political actor; though one which is quite ineffective. current conditions define the researcher as a "new proletarian". but actual researchers have been a bit late to comprehend this.

being a nihilist, who symphatizes with anarchists and ecologists, and who entertains himself with utopian literature, i deem myself as an "inert", who has a political comprehension, mature, but to an extent. although being a nihilist, may be because i am supposed to endure a bodily-minded life form, recently, i frequently catch myself declaring existentialistic messages: as a social actor, elaborate/search your beliefs intellectually, become aware of the formation of your human existence, establish your side and defend it.

therefore i'm confounded by myself. my mind is insisting that it persists championing the same nihilistic beliefs. but it seems, there came an age of 'responsibilitism' of my human existence as a whole. even at the architectural design studio i started to lean towards championing my political and philosophical beliefs. i also will use the only lecture that's handed to me in the program of a graduate course in the same way.

we are used to think as if the duty of the lecturer or the tutor is always indicating the opinions of "the others" in a neutral manner. we are always on the side of openmindedness. but then when will we be on our sides? when are we to understand that all the spaces that we leave free is filled by others who use all the methods to this end, be it oppressive or subtle. when are we to understand that under the heading of openmindedness, we are just simply preaching opinionlessness.

sometimes, openmindedness only arrives at reproducing the dominant ideologies. while the type of openmindedness that's directed towards understanding is a responsibility of the human towards itself (but this one is also never to be taken as being absolutely realizable. the human always thinks as "something", usually as "somebody", and this body-mind has a social situation and beliefs), the openmindedness directed towards producing and living mostly arrives at a liberal technocraticism, to a professionalism, to an unscrupulousness, to an opinionlessness.

here, the product may be normative principles, morals, stories, scientific articles, researches, fun, products or experience. in any case, the degree of viable openmindedness will be obtained from a pragmatic calculation of balances.

11 Mart 2009 Çarşamba

başka karakterler | other characters

şahıslar toplumsal süreçlere katılırlar. bu esnada birer aktör ya da ajan olarak nitelendirilebilirler. her aktörün bir seri genelleştirilmiş kurgusal karakteri oynamakta/bedenlendirmekte olduğunu düşünelim. mimar, akademisyen, eğitimci ya da kuramcı birer karakter örneği olabilirler. ama bu sayılan karakterler genelde toplumsal süreçlerde etkili olan roller için seçilmezler, yapma-etme dünyasında bunlara önemli roller verilmiyor olabilir. biz yine de karakterlerden bashetmeye devam edelim ve onları etkileri üzerinden değil de ruhlarımıza hitap etmeleri açısından etkili aktörlerin bürünmeyi sevdikleri karakterlerle eşdeğer pozisyonlara yerleştirelim. iki adet karakter önereceğim. bunların ikisini de bütün insanlar -ve insan dışı ajanlar da?- yeri geldiğinde canlandırırlar:

ilki politik aktör. adı aktör olmakla beraber, soyutlanıp genelleştirildiğinde bir karakter olarak düşünülebilir. bütün insanlar yeri geldiğinde bu karakteri bedenlendirirler. bu karakteri oynayarak yaşarlar/eylerler.

önereceğim ikinci karakter ise öykücü. öykücü, anlamak ile üretmeyi aynı anda gerçekleştiren bir karakter. gerçekte, kuramcı (ister sosyal bilimler, ister fen bilimleri, ister insan bilimleri alanında olsun), tarihçi, eleştirmen, profesyonel, politikacı, felsefeci ya da eğitimci, bütün insan karakterlerinin "aşkınsal şeması" (bunu bir metafor olarak alalım) öykücüdür. ama öykücülüğün türleri olmadığı anlamına gelmez bu. mesela kuramcı kendini daha fazla sınırlayan bir öykücü olabilir ve bu sınırlamalar da tümüyle keyfi olmayabilirler, büyük ölçüde dünyanın ve sosyal süreçlerin azmettirdiği sınırlamalardır bunlar. son tahlilde sınırları yine de ajanlar/aktörler oluşturur, ama hiçbir ajanı/aktörü kendi davranışlarına tam-hakim, tam-bilinçli, tam-özgür bir özne gibi kurgulamamak gerekir.

[yukarıdaki geniş anlamından daha dar bir anlamda bir öykücü karakter kurguluyorum. ve o karakterin eyleme tarzı ile, kurguda, kendi eyleme tarzımı üstüste düşürmeye çalışıyorum.]

(özl'ye binbir minnet)

persons participate in social processes. with this respect they may be called actors or agents. let's think that each actor is performing/incarnating a series of fictional generalized characters. architect, academician, educator or theoretician may be examples of characters. but these characters doesn't seem to be the preferred ones for the effective roles in the world of making. let us still continue to talk about the characters, and let's situate these characters into equivalent positions, with those ones which are enjoyed by effective actors; not with respect to their effectivity but with respect to their appeal to our souls. i will propose two characters, both of which are performed, in their turn, by every human being (sometimes even by non-human agents?):

the first one is the political actor. though its name is "actor", when it is abstracted and generalized, it may be conceived as a character. all humans, in turn, embody this character, they live/act by performing this character.

the second is the storymaker. this is a character who performs 'understanding' and 'producing' simultaneously. in fact, storymaker is the "transcendental scheme" (let us borrow this phrase as a metaphor) of any human being, including the theoretician (either in the domain of social sciences, natural sciences or humanities), the historian, the critic, the professional, the politician, the philosopher or the educator. but this never means that story-making doesn't have types. for instance, the theoretician may be a story-maker who limits itself to a greater degree and these limitations is by no means altogether gratuitous, these are rather, to a great extent, limitations imposed by the world and the social processes. the limits seem still to be produced by the fictional agents/actors, but no agent/actor should be understood as a completely autonomous, all-conscious and all-free subject.

[i'm composing a second storymaker character, with a narrower definition. and, in fiction, i'm trying to parallel the style of action of that character with mine.]

(with a thousand-and-one gratefulness to özl)

taktikler | tactics

halihazırda konumunu oluşturmuş ve kabul ettirmiş olanın rahatlığının bir kaç sonucu var:
1. o, artık sürtünmesiz bir eleştirmene dönüşürken sorun yaşamaz. polemikçinin kaleleri berkitilmiştir; ne kadar sürtünmesiz, surlar o kadar sağlamdadır.
2. artık o, keyifli, açık görüşlü, çoğulcu ve rahattır. herkes onun sözünü dinlemek üzere etrafındadır, dinlemezlerse de o görüşlerini sunmak üzere çeşitli mecralara sahiptir.

sorun şu ki, bu rahatlama onun eserindeki bütün gerilim, mücadele, güreş, dolayısıyla da değerli olma potansiyeline sahip herşeyi de götürebilir. bunun örnekleri görülmüştür.

işin bir başka yönü var ama: o konumu edinmenin mekanizmaları... bu açık ki sosyal bir süreçtir. konum, insanlar arasında bir kürsüdür, bir ünvandır, bir ündür, bir makamdır, bir pozisyondur. oraya erişmek de en temel insani becerileri gerektirir. totolojik biçimde, oraya erişmeye muktedir insanlar oraya erişirler. belki pek çok zaman bu süreçteki en gerekli silah, bütün diğer konumları (esasında bu konumları işgal eden kişileri) gereğince ağırlamayı becerebilmek olmuş olabilir.

mevkisi olmayanın çeşitli taktiklerinden biri, aynı mevkiye ulaşmış insanlar gibi yumuşakbaşlı ve herkesin hakkını teslim eder olmak, mevkilere gereğince davranmak ve süregelen süreçlere eklemlenmek olabilir (olagelmiştir). ikinci taktik de oldukça yaygındır: agresiflik. bunun da çeşitli türleri vardır. sesi duyulmayan ajan, sesini yükseltebilir. sesi bütün diğer sesler arasına karışan ve bu yüzden duyulmayan ajan, farklı seslenme tarzları arayabilir. yani yollardan birincisi uyumu ödüllendirirken, öteki farklılaşma çabasına götürür.

10 Mart 2009 Salı

alçak stüdyo | studio the ignoble

stüdyo, "bulaşıcı stüdyo" manifestosunda yazıldığı gibi bir yer evet. belli ki takıldığım şey başka.. stüdyo kelimesinin kendisi doğrudan ve vurgulu biçimde çalışmaya ve üretime gönderme yapıyor, belki ona takılıyorumdur.. asla çalışma! (ücretli ve düzenli çalışma, yaratıcı bir hayat ve keyif için çalış = sorun no 1). bir de stüdyo denince mimarlık stüdyosunu kastettiğimiz, hadi en geniş anlamda tasarım çalışmalarını kastettiğimiz düşünülecek.. evet onu kastetmiştik.. ama orada da sorun var. (sorun no 2)

belki 4 yıl (bir ömür mü yoksa?) sadece metinler okutsak, yazılar yazsak, organizasyon ve deneyimler üretsek ve işlerin biçimsel yönünü olabildiğince bilinçli biçimde araçlaştırsak... sürekli bizim mimarlık işleriyle hiç alakası olmayan bir stüdyo oluşturup yürütmek hayali içimde yer etmiştir... ama şu soruya cevap vermekte zorlanıyorum (buna bir cevap bulalım): hiç saygı duymadığım bir ekonomik düzen üzerinden tanımlanmış bir meslek dalında çalışmak üzre profesyonel yetiştirmek için kurulmuş ve bunun için yaşatılan ve bu amaçla meşrulaştırılagelmiş bir kurumda, tasarıma-tasarımcıya has teknik becerileri edindirmeyi hedeflemeyen bir eğitimi inandırıcılığını yitirmiş kurgulara başvurmadan nasıl savunurduk?

stüdyo yürütme tarzımızın ayrılmaz bir parçası var: kavramları oldukça geniş anlamlarda kullanmak. tasarımcı tavrımıza sinmiş birşey bu ve bir kullanışlılığı var. bu yolla yeni şeyler, yeni fikirler, ürünler, biçimler, kavramlar üretmeyi umuyoruz. tasarım sürekli sınırları genişleterek, anlamları zorlayarak, herşeyin anlamını hürmetsizce değiştirerek, modifiye ederek, sınırsız varyasyonlar üreterek yapılıyor. bu eğer tasarımcı tavrıysa ve biz her şeyimizle stüdyoda bunun eğitimini veriyorsak, aynı öğrencilerden felsefeci ya da akademisyene özgü bir kavramları tam olarak yerli yerinde kullanma, hatta her bir kavramı bir “terim” gibi sınırlı bir alanda uygulama, düşünceleri uygun biçimde birleştirme, çağrışımları sınırlar içinde tutma tavrı yahut becerisi geliştirmelerini bekleyebilir miyiz? entelektüel incelik, ya da felsefe disiplinine özgü özen/dikkatli sınırlanmışlık, ya da akademisyene özgü az-anlamlı/tek-anlamlı terim üretme/kullanma çabası, tasarımcı olarak biçimlenmiş bir zihnin beceremeyeceği, erişilmez bir zihin tutumu mudur? yoksa 'geniş zihinlilik' ile 'entelektüel özen'in birlikte gelişmesi mümkün müdür?

bu dönem bizim yürüttüğümüz stüdyonun eğitiminin niteliğini tespit etmeye çalışayım: biz beceriler ve araçlar üzerinden giderek tasarımcı yetiştirmeye koyulduk. tasarımcımız o kadar araştırıcı değil, ama önüne problem gelince tasarımcıya has biçimde onu formüle edip çözmeyi beceriyor. henüz araştırıp bulmak ya da düşünmek hassaları zayıf onda. ama onları da “öğrenilebilir beceriler” olarak tanımladığımız için, sistemimize ikinci dönem katmayı düşünebiliyoruz. çok katı olmamakla beraber, aslında galiba bir tasarım eğitimi kuramımız ve bir yöntemler ailemiz var. geniş bir bilgi-beceri-araçlar/oyunlar havuzundan numuneler seçip bunlar üzerinden tasarımcıya has davranışları, taktikleri, etkinlikleri, tavırları vd. uygulamalı olarak “öğretiyor” gibiyiz. bir yandan bazı spesifik bilgileri ve becerileri kullandıkları için “donanmaya” başlıyorlar. bu donanımı ne kadar zengin ve çeşitli tutarsak sanki o kadar iyi. ama bazı sorular yerlerinde duruyorlar: acaba zihinleri “belirli bölgelerde” derinlemesine işlememiz gerekir mi? teknik mevzular/gerekler üzerine düşünmenin zamanı nedir? daha spesifik olarak eğer mevcut ise mimarlığa ait bir bilgi türü mimarlık eğitiminde konu edilecek midir? incelikli bir okuma-yazma-düşünme işi tasarım eğitiminin parçası mıdır? yoksa düşüncenin tasarımda sadece yüzeysel, araçsal, yahut en iyi ihtimalle teknik düşünce olarak işe koşulduğu teslim edilerek bunu ikinci planda mı bırakacağız?

true, the studio is a place in conformity with what is written in the "contagious studio manifesto". it seems, what is discomforting for me is something different. the word studio itself directly refers to studying and producing, this may be a problem for me.. never work! (don't work as a paid, regular employee, but work for a creative life and joy : problem no 1). secondly, when we utter: studio, it is natural that we indicate architectural design studio (or design studio in general).. yes we do.. but there's a problem there too. (no 2)

maybe, for 4 years (or for a lifetime?) if we just let the studio participants read, write, organize, and produce experiences, and if we consciously instrumentalize -i mean to devalue- as much as possible, the issues pertaining to forms, shapes, styles... a dream about a studio that is not concerned with architectural issues occupies my mind... but i have hardships to answer the following question (let's find an answer): in an institution that is constituted, and legitimated as a school for educating youth for being part of a profession (which is defined by an economical system, that i have no respect at all) how can we defend an education which doesn't target presenting skills and knowledge relevant to design? (we have to answer this without grounding ourselves over fictions not convincing anymore)

there's an inseperable part of our style of studio tutorship in our milieu: expanding concepts towards considerably large contexts, and meaningspaces. this seems to be intrinsic to our designer attitude and there's a use for it. this way, we hope to produce new things, new ideas, new products, forms, concepts... design is done by constantly expanding limits, straining or modifying meanings, producing endless variations, or changing the meaning of everything disrespectfully. if this is the designerly attitude, and if in the studio we are offering education of this, can we expect from those same students to develop skills, which are usually peculiar to the philosopher or the academician, i mean to apply and confine concepts appropriately, to combine thoughts relevantly, to delimit associations just on time? are these, mind attitudes that are unobtainable by a mind which is shaped as a designer? or is it possible to develop 'largemindedness' and 'intellectual rigor' in parallel?

let me try to define our current studio's style of education : we get on to educate designers, through skills and tools (games). our current designer is not much inquisitive, but it can manage to formulate and solve undefined problems with an attitude peculiar to designer. searching and thinking qualifications are still weak in it, but because we formulate even those as "learnable skills", we think it possible to add them whenever needed during studio process. though not a strict one, we seem to have a design education theory/program and a family of education methods. we choose samples from an extensive repository of knowledge-skills-tools/games, and seem to be practically "teaching" designerly attitudes, tactics, activities and behaviours. at the same time, while our participant is using sample knowledge and sample skills relevant to the game, it starts to be "equipped". it seems a diverse and rich equipment is better for the prospective designer.

but some questions persist: do we need to elaborate the minds thoroughly at some "specific regions"? first, when is the time to think about technical issues/requirements? more specifically, if it is existent, will the kind of knowledge, that is the domain of architecture, be an issue of architectural design education? second, is a refined reading-writing-thinking occupation, part of design education? or will we leave this as secondary, admitting that thinking in design practice is utilized only in a shallow, or instrumental manner, or at best as technical knowledge?

6 Mart 2009 Cuma

keyfime! | to my pleasure!

bir bakalım araştırmacı olarak kriz zamanında neler yaptın:
_kurumu kendince parça parça, birim birim deşifre ettin
_arkadaşlarını ve ahbaplarını sana göre gereğince eleştirdin
_kendini psikolojik açıdan çözümledin (bak bunu iyi yaparsın)
_bağlamı kurguladın ve stratejini oluşturdun
_bitti

şimdi:
_kurguladığın öykü bir ezber oldu kimi görsen ağız dolusu saçıyorsun
_insanların kuyruklarına basıldığı anda hareketlenişlerinin bir seyircisi gibi buluyorsun kendini.. bakıyorsun, tuhaf geliyor, sanki sen birden feryat figan ortalığa fırlayıvermemiştin ilk anda... ama sen anında durumu değerlendiriverdin, yeni yolunu buluverdin, hayret (hazırmışsın sen) (hazırdım elbet, hayatım savunma! berkitmesemdi savunmalarımı, kendimi temenni dolu masallara salar mıydım o dönüm noktasında?)
_yuh artık, çok çabuk alevlenip çok çabuk tüketiyorsun
_krizleri bile

iyi ki de tüketiyorum, heyecanlıyım bu sayede, saçma ve sonuç vermeyecek şeyler için değil, uğraşmaya değmeyecek titr, mevki, maaş ve memuriyetler için değil, açılabileceğim daha geniş ortamların hayaliyle...

sonra da oturup hayvan gibi keyfime çalıştım. oh.

let's have a look, at what you have done, as a researcher, in the period of crisis:
_you deciphered the institution piece by piece, unit to unit, in your own way
_you criticised your friends and your acquaintances, adequately according to you
_you analyzed yourself psychologically
_you composed the context and formulated your strategy
_it's done

now:
_the story that you composed is memorized, and now you spill it mouthfull to everybody
_you start to find yourself as a mere spectator of those peoples' getting into action.. you look at them, it comes weird.. as if it hasn't been you that was shouting with alarm at the first instance.. but you immediately considered the situation, found your new way, what a surprise! (it means you were ready)(sure i was, my life is defence! if it hadn't been me that fortified his ramparts, would i set myself free at that particular moment towards wishful thinking?)
_fie! you flare up too quickly, and devour too early
_even the crises

how happily! i'm enthusiastic being this way, and with the dreams about not meaningless titles, positions, salaries and offices, but of greater milieus that i may be able to open myself up..

then i got to work for my pleasure, an animal-size!

5 Mart 2009 Perşembe

stratejik araştırmalar | strategical studies

stratejim belirmeye başlıyor:
_mümkün olursa başka yerlere, başka işlere, başka yolculuklara...
çünkü:
..mimarlık saçma sapan bir iş, eğitimi de masum değil, ben başka şeylerle uğraşmak istiyorum
..kurumum yapı olarak hantal olmakla kalmıyor, burası gizli korkaklar ve gizli ahlaksızlarla dolu
..işbirliği içinde üretme ortamının bu kurumda oluşacağından emin değilim
..daha geniş ve farklı ortamlara açılmak istiyorum ama bu okulda dururken hiç bir yere hiç bir kapı açılmıyor, sadece çıkış kapısı var

my strategy starts to appear:
_if possible, going somewhere else, to something else, to different journeys...
'cause:
..architecture is a despicable profession, and its education is not innocent either, i would rather like to entertain myself with different occupations
..my institution not only is clumsy, but also here is full of secret cowards and secretly immoral people
..i am not sure that an atmosphere of cooperation will emerge in this institution
..i want to open myself to larger and diverse milieus, bu this school do not have any doors to anywhere, but only an exit

3 Mart 2009 Salı

kısa atışlar | short throws

a::
kısa atışlar
c::
??
a::
yani kısa süreli planlar daha iyi
c::
tabi, keşke hiç orta vadeye gitmese.. her plan 4 aylık olmalı, 4 ayı aşmamalı
a::
of derim :) her iş de o zaman 4 ayda bitecek kalibrede olmalı, bitmeyen işler yarım kalabilir
c::
yıllar sonra yeniden yazışmaya başladığım bir arkadaşım bana aslında çalışmanın pek matah bir şey olmadığını hatırlattı.. üretmenin de
a::
himm
c::
evet manifestoda bana inandırıcı gelmeyen yeri buldum, üretim ideolojisi de aslında "eleştirel üretim ideolojisiyle" yer değiştirmeli! "eleştirel üretimcilik"!?
a::
evet
c::
şimdi yasak'a yazdığım şey manifestodan daha ikircikli, orda biz de hitler kartınla muhatap oluyoruz
a::
?
c::
yani sadece koridorları bembeyaz, boş ve düzenli isteyenler değil, çılgınca üretim isteyenler olarak bizler de.. herşeyi de üretime dayandırıyoruz, çocukların üzerinde baya bi baskı kuruyoruz.. niye? belirsiz kapitalist süreçlere layık hızlarda iş yapabilen beyaz yakalıları kapitalist süreçlere layık sür'atte üretip piyasanın hizmetine sunabilmek için
a::
işte bütün mesele çocukların eleştirel olmasına olanak vermekte, o üretimi sorgulamadan yapmasını engellemek
c::
tasarım okumak iyi de, daha da iyi olabilirdi sanki? zira bu haliyle insanı adam etmeyebiliyor.. genelde etmiyor yani.. bak işte bizim kuşak, bizden önceki kuşak, sonraki kuşaklar.. bunlar yazan çizen etkin adamlar gibiler, yani hocamın kullandığı anlamda "entelektüel" kelimesine uygunlar.. o haliyle entelektüel kelimesinin altıboşluğunu deşifre eden de bu.. politik bilinçleri zayıf, sosyal bilimler altyapıları yüzeysel, felsefeden anladıkları flörtöz palavralar..
a::
işte s. ile yazıştığım da bu konuda yazan biriydi, bell hooks.. "teaching to transgress: education as the practice of freedom"
c::
hmm.. güzelmiş.. nerde o adam?
a::
adam diil kadın

a:: short throws
c:: ??
a:: i mean, short-term plans are better
c:: sure, i wish it never went towards medium-terms.. every plan should be made at most for 4 months
a:: would be great :) then each work sould be calibrated to 4 months, unending duties could be abandoned..
c:: a friend of mine reminded me that working is not something great.. it's also true for producing..
a:: himm
c:: yes, i finally found what wasn't convincing in the manifesto, ideology of production should be converted to a "critical productivism"!?
a:: yep
c:: now the text that i prepared for "yasak" is a bit more hesitant.. there, we are also presented with the hitler card
a:: ?
c:: i mean, not only the ones that would like the corridors neat and white, but also we, the ones that wildly demand production... we ground everything onto production, and we produce a massive pressure over the kids.. why? just to be producing, as quickly as possible, instances of those white-collared employees, who can produce speedy enough for the recent processes of capitalism
a:: yes, but what we should do is enabling the kids to be critical, preventing them to produce without questioning
c:: i think design education is nice, but it could have been better? 'cause being this way, it may not make you a mature person.. it doesn't generally i mean.. all the recent generations that i have seen seemed to be "intellectuals", in the meaning that my professor uses, but this is indeed what deciphers the meaninglessness of the word with this definition, 'cause these people are in fact week in terms of political awareness, they are shallow on social sciences, and when it comes to philosophy, what they utter is at most flirtatious blabla..
a:: i was corresponding with s. about a person who writes on these issues: bell hooks.. "teaching to transgress: education as the practice of freedom"
c:: hmm.. i liked it. where is he?
a:: not he, she!