13 Mart 2009 Cuma

vülger-varoluşçulaşışımızın sorunları | problems of our gettingtobevulgarlyexistentialistic

birden varoluşçulaşmamın sebebini neredeyse anlayacağım (birden olmadı tabii.) ilk başta şunu ifade etmek gerek, nihilist olmak varoluşçulaşmayı engelleyen değil azmettiren bir koşul olabilir. dikkat edilecek olursa 'genelahlakçı'laşmıyorum ama varoluşçulaşıyorum! ikinci önemli koşul da şu: kenarda durmaktan çıkıp, ortalıkta söz söyleyen ve eyleyen bir insana dönüşesi oldum.

ilk başta stüdyoda bir grup ufarak insanın karşısında, belki bazılarının geleceği üzerinde az da olsa etkili olabilecek bir seri eğitim uygulaması gerçekleştirmekle başlıyor... ardından insan ister istemez, varoluşçu şemaya uygun biçimde, tavrını daha genel durumlar üzerine düşüncesizce yayıvererek düşünsel deneylerde sınamaya başlıyor; böyle olunca, oynadığı küçük rolleri daha büyük roller olarak hayal etmeye geçeyazıyor/geçiyor. sonra o tavırları sorgulamak, yenilemek ve kendini bir iyi-güzel-doğru stüdyo tanımlamak durumunda bulmakla devam ediyor... platonik (özcü), ya da safdil evrenselci, ya da dinsel buyrukçu inançlara sahip olmadığım için, alışılageldik varoluşçu "seçme/oluşturma/sahiplenme sorumluluğu" sorusuyla karşılaşıyorum.

anlaşılacağı gibi bu döngüden çıkmanın yolu (varoluşsal zihinbeden yapımı taşıdığım sürece böylesi anlam sorunlarına kendimi kaptırmaktan kurtulmam mümkün görünmediği için) kenara çekilmek. sadece kenaraçekilmişeylemsizlik, yaşamaya devam eden insanın toplumsal varoluşuyla karşılaşma miktarını azaltabilir[?]

i almost understood the reason behind my abrupt gettingtobeexistentialistic (indeed it wasn't abrupt.) actually being a nihilist should be a condition that doesn't obstruct but "enthuse" gettingtobeexistentialistic. consider this: i am not getting to be "generalmoralistic" but existentialistic! second important condition is: stepping forward from seclusion, almost as a person who's speaking and acting.

it starts at first at the studio in front of a bunch of cute little people; there is a possibility to be effective on the future of some, though minimally, through activities of education... then, you start, in an uncontrolled manner, to test your attitude via thought-experiments, while expanding them towards more general situations; and hence, you can start to imagine your little roles as greater ones. then you go on towards inquiring and renewing those attitudes and finding yourself with a duty to define a good-beautiful-true studio... because i do not have platonic (essential), or credulous universalist, or religious imperativistic beliefs, i find myself facing the usual existentialistic question of "responsibility for choosing/formulating/appropriating."

apparently the way to get out of this cycle is seclusion (for it doesn't seem to be possible that i can set myself free from these kinds of meaning questions, when i'm enduring social confrontations, unless i quit my existential mind-body structure.) only secludedinertness may diminish the living human being's confrontation rate with its social existence. [?]

5 yorum:

gonulsuz arastirmaci dedi ki...

burdaki "vülger" ya da "avami" eki gereksiz özen gibi ama değil. birden elinde odun, felsefeci karakteri aklıma düştü ve ufak bir numara yapmam gerekti. ı-ıh, ben genelinde pek varoluşçuların felsefi yaklaşımıyla duygudaş değilim, onu not edeyim. insan varoluşunun özsel görülen özgürlüğüne şüpheyle yaklaşıyorum. ayrıca aşkınlığın her türüne karşı çıkmamı gerektiren inançlarım var. güncel bilimin insan ile ilgili kurgusunun bana verdiği heyecan beni özneyi kahramanlaştırmaktan alıkoyuyor... [bu yorumu bile revize etmeliyim][ilerde]

Adsız dedi ki...

farkında mısın son yazılarında fena halde birbiriyle çelişen şeyler yazmaya başladın? farkındasındır evet.

gonulsuz arastirmaci dedi ki...

çelişkilere bilahare değineyim ama şunu kabul etmem lazım: genç heidegger'in, sartre'nin, kierkegaard'ın, nietzsche'nin, camus'nün, dostoyevski'nin ve kafka'nın etrafında dolandıkları (ya da etrafında dolanmakta ortak oldukları) pek çok temanın etrafında dolanıp durmam şaşırtıcı olmazdı.

kenar dedi ki...

çelişkiler-tutarsızlıklar meselesine şimdi ben bir giriş yapayım: insan hayat sürecinde üstüste düşecek şekilde farklı karakterleri bedenlendiriyorsa bu karakterler arasında diyelim ki nihilist, materyalist, parodi-mistik, çalışan, sendika mensubu, akşamcı, balıkçı-tayfası, orta-sınıf-çocuğu, ev-sahibi, apartman yöneticisi, hamsi-kızartıcısı vd. de var. bunların hepsinin katıldıkları süreçler tarafından azmettirilen farklı düşünceler geçiyor akıllarından, bazıları oldukça felsefi bir çerçeve kurmakla ilgili, nihilist böyle mesela, bazıları duygusal: psödo-anarşist böyle bir çerçeveye insanı oturtuyor, şüpheci mesela her zaman gerekli bir sınama taşı, pragmatik bir yanı var görüşü keskinleştiren ve son tahlilde hep haklı çıkıyor, ama diyelim ki apartman yöneticisinin kafasından geçenler hep bedenzihin'in toplumsal süreçlerin en dolaysızlarında atıldığı durumlarla ilgili sıradan ve küçük duygulanım ve düşünceler.. yani felsefi karakterler insana bir tutarlılık düzlemi kurdurturken insanın çeşitli süreçlere giren bedenzihni o düzlemin gerektirmediği, çağrıştırmadığı ya da bazen düpedüz yasaklattığı şeyler söylemesine ya da yapmasına sebep olabiliyor... tutarlılığın azamisini aramayı ahlaki bir buyruk biliyoruz ama hayatın gerçekte bu şekilde yaşamaya izin vermediğini, öyle yaşanan hayatın bedenzihin'e keyifli gelmediğini de biliyoruz. o zaman insanın varlığı/varoluşu (dasein!?) zaten böyle kuruldukta bir tutarlılık düzlemi değil bir tutmayışlar, üstüste düşmeyişler, bir kenarları sürtüşmeler katman katmanlaşmaları olarak öykülenmiş oluyor.

kenar dedi ki...

ha eğer sadece diyelim ki nihislitin felsefi çerçevesini kurgulayışına gelirsek de, hakikat reddedildiği anda zaten oldukça sınırlı bir akıl ile karşı karşıya kalıyoruz, ki hakkaten düşünme yetilerimizi çok abartmamak lazım, karşımıza çıkan karmaşık gerçeklik kendisinin tek açıdan çekilmiş her şeyin güzelcene ve ayrışık biçimde tanımlandığı bir perspektifini oluşturmamızı imkansız kılıyor ve böyle bir kameramız da yok malesef. düşünme tarzımız gerçekte öyküleme süreçlerine katılma tarzımızdan ayrılan farklı bir süreç değil. o yüzden düşünmek aslında bir üretegelmek, bir yaratagelmek, yaşayagelmek.. yaşayagelmek olduğu için de aslında parçacıl.. bütünlüklü ve tutarlı ve tam bir sistem kurmaya elverişli değil. çelişkileri azaltmaya çalışırız ama ne kadar çok farklı öykülemelerle gerçekliğin ne kadar büyük bir kısmını ve ne detaylılıkta ve ne kadar bir süre boyunca öykülemeye çalışırsak o kadar da örtüştüremediğimiz düşünceleri bir kenarlara yığacağız demektir.